Vitiligo Dışında Cerrahi Tedavilerin Diğer Kullanım Alanları

Akne ile beslenme ve yeme alışkanlıkları arasındaki ilişki hasta doktor arasında her zaman tartışma konusu olmuştur. Hasta ve hasta yakınları ısrarla aknede bir diyet önerilmesini beklerken doktor olarak bizlerde ısrarla akne ile beslenmenin bir ilişkisi olmadığını anlatmaya çalışırdık. Gerçekten de erken dönem bilgilerimiz  akne ile çikolata, yağlı yiyecekler ve şeker gibi yeme alışkanlıkları arasında bilimsel bir paralellik bulamamıştı.

Son çalışmalar aknede yeme alışkanlıkları üzerine yeni bilgiler içermekte.  Hastaların en azından bazı besinlerde haklı olduğu görüldü.

Erken bilgilerimiz akneyi karbonhidrat ağırlıklı beslenmenin yani yüksek şeker içerikli beslenmenin ve sütün artırdığı yönünde.

Akne ile karbonhidratların ilişkisi

Yüksek glisemik indeksi olan gıdaların akneyi artırdığı, glisemik yükü düşük olan beslenme ile akne şiddetinde azalma saptandığı ile ilgili kuvvetli veriler bulunmakta.  Aknede hormonların sebase yağ bezlerindeki ertkilerini biliyoruz. İnsülin, glukokortikoidler, östrojen, tiroid hormonları gibi pek çok hormonun pilosebase ünitenin gelişmesi, farklılaşması ve hastalıklarında rol aldığı bilinmesine karşın, aknede asıl rol androjenlerdedir. Yüksek glisemik indeksli batı tipi beslenmede yüksek glisemik yük hiperinsülinemiye neden olmakta. Hiperinsülinemi testosteron seviyesinde artış ve seks hormonu bağlayıcı globülinde azalmaya neden olur. Serbest dolaşımda artan seks hormonları dokularda insülin direncine neden olmakta. Böylece oluşan karşılıklı etkileşmenin bir kısır döngüye neden oldmakta. 

Burada önemli bir tanımlama ”Glisemik indeks”. Glisemik indeks besin maddelerinin alımından sonra kan şeker düzeylerinin yükselmesi olarak tanımlanır ve besin maddeleri içerisindeki karbonhidrat oranı ile ilişkilidir.  Örneğin havuçta glisemik indeks 16, portakalda 42, sade spagettide 42 ve beyaz ekmekte 70 dir. Glisemik indks yüksek ise bu besin alındığında kan şekeri yükselmekte ve buna karşı kanda insülinde yükselmektedir.

İnsülin androjenlerin etkisini artırmanın yanı sıra, karaciğerde insülin benzeri büyüme faktörü-1’in (IGF-1) yapımını artırır ve IGF bağlayıcı proteini azaltır. IGF-1 overler, adrenal ve testislerde androjen sentezinin artmasına neden olur. IGF-1’in arttığı prematüre menarş, polikistik over sendromu ve akromegali gibi endokrin hastalıklarda akne prevalansının arttığı görülmektedir. İnsülin ve IGF-1 kıl folikülünün ve sebositlerin gelişmesine ve androjenlerin etkisinin artmasına katkı sağlamaktadır. Güney sahil diyeti olarak bilinen düşük karbonhidrat içeren, bol meyve, sebze, yağsız et, balık ağırlıklı beslenmeler ile aknenin kontrol edilebileceği düşünülmektedir.



Bu nedenle akneli hastlarda dengeli hatta düşük glisemik indeksli bir beslenme önerilmektedir. Hatta mümkünse karbonhidratlardan uzak kalınmalıdır.

Kan insülin seviyesini yükselten; insülinotropik gıdalar özellikle rafine şekerler ve tahıllar, patatesler, süt ve süt ürünleridir. Bunlar batı diyetinde en sık tüketilen gıdalardır günlük enerji alımının neredeyse% 50′sini oluşturmaktadır. Süt ve hiperglisemik karbonhidrat kombinasyonu(şekerli süt gibi) tek başına kullanımına kıyasla kan insülin üzerindeki etkileri daha güçlüdür. Süt hatta protein bazlı peynir altı suyu olarak tanımlanan besin katkıları yenildiklerinde insülin ve bazal IGF-1 plazma seviyelerini yükseltmektedir. Artan insülin / IGF-1 sinyali sivilce gelişiminde en önemli rolü oynamaktadır.

Akne ile süt ilişkisi

Son çalışmalar akne ile süt, özellikle kaymağı alınmış süt arasındaki ilişki üzerine.

Önceleri aknede yağı alınmış sütün etkisi üzerinde durulurken zaman içinde fazla miktarda tam yağlı süt ürünlerinin (süt, kefir ve yoğurt) tüketimi ile orta ve şiddetli akne oluşumu arasında ilişki olduğu bildirilmiştir. Tam ve yarım yağlı sütün alımından hemen sonra hiperinsülinemiye; pastörize günlük sütün IGF-1 artışına; yoğurt, dondurma, sporcuların kullandığı peynir altı suyu ve kazein gibi protein tozlarının rapamisin protein kompleksinin memeli hedefi-1 (mTORC1) aktivasyonuna neden olduğu savunulmaktadır.

Süt içeriğinde yapılan çalışmalar 5 alfa androstenedion, 5 alfa pregnanedione ve DHEA gibi androjenler-erkeksi hormonlar ile bunları aktif testosterona çeviren 5 alfa redüktaz içeriğinin yüksek olduğunu göstermekte. Bunların deri sebum yapımı ve komedon oluşumu üzerinden aknede önemli olduğunu da biliyoruz.

Sütün aknede bu olumsuz etkisini hormonsal içeriği dışında insüline benzer büyüme faktörü;IGF-I den çok zengin olması ile de göstermektedir. IGF-I kadında overden, erkekte testisten androjen yapımını arttırmaktadır. IGF-I ayrıca karaciğerde androjenleri kanda taşıyan proteinleri-SHBG yapımını azaltmaktadır. Bu etkisi kanda serbest androjen miktarı artışı yani aktif androjenin deride daha etkin olması anlamına gelmektedir.

Sütün akne üzerinde olumsuz etkisini artık biliyoruz. Ancak tartışma ve çalışmalar şu soruyu da getirmekte. Hangi süt ? Tam yağlı süt, düşük yağlı diyet süt, pastörize süt ve kaymağı alınmış süt peki hangisi.

Son çalışmalar kaymağı alınmış süt ana suçlu olarak görülmekte. Tek istisna inek sütünde. Çünkü inek sütünde hormonlar yağda daha fazla bulunmakta. Sütle akne ilişkisi özetle şu; Süt ve akne arasındaki bu ilişkinin olmadığı yönünde klinik çalışmalarda olmakla birlikte akneli hastalarda günlük süt tüketimi sınırlandırılmaya başlanmış ve tam yağlı sütler önerilmektedir.

Hatta mümkünse inek sütü kesilmelidir. Peki süt ürünleri yani peynir, yoğurtta durum nasıl. Süt ürünlerinde sütte olan özellik yani yağsız olması akneyi arttırabilecek bir faktör olarak değerlendirilmekte.

Son çalışmalar süt ve karbonhidratlar dışında beslenmede aşağıda tanımlanan sorunları da içermektedir.

Akne ile omega 3 ve 6 tüketimi arasındaki ilişki

Omega 3 ve 6 gibi doymamış yağ asitlerinin diyetle alımının inflamasyonu azalttığını biliyoruz. Doymamış bu yağ asitleri lökotrien B 4 ve IGF I i azaltmakta buda inflamasyonu azaltarak aknede etkili olmaktadır.  Omega 3 ve 6 daha doğal yaşam diyebileceğimiz balık, av etleri ve doğal bitkilerde bulunmaktadır.

Akne ve antioksidanlar arasındaki ilişki

Aknede oksidanların inflamasyonda rol oynadığını biliyoruz. O zaman antioksidanlar aknede klinik olarak tedavi/destek amaçlı kullanılabilir mi ? Bu amaçla A ve E vitamin, selenyum, yeşil çay( catechin içeriği antioksidan), flavonoidler(bitkilerde bulunan nobiletin, kaempferol gibi antioksidanlar), meyvalarda bulunan resveratrol kullanılmıştır. Aknede gerçek etkinlikleri günümüzde tam olarak  kanıtlanmamakla birlikte deride sebum yapımını azalttığı ve aknede etkinlikleri üzerine başarılı sonuçları bulunmaktadır.

Akne ile çinko arasındaki ilişki

Çinkonun tetrasiklin gibi akne tedavisinde kullanılan antibiyotikler kadar etkili olduğu ifade edilmektedir. Çinko sülfat başlangıçta kullanılmış sonraları biyolojik yararı daha yüksek olan çinko glukonat kullanılmıştır. Günlük 200 mg çinko glukonat verilmiştir. Ancak bu dozlarda kusma, bulantı ve ishal gelişebilmektedir. Bu nedenle tok karnına hatta yemelerle birlikte alınmalıdır. Çinko kullanımında bakır emiliminin azalacağı bu nedenle 1-2 mg günlük bakırın verilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Çinkonun aknede klinik etkinliği tam olarak kanıtlanamamıştır.

Akne ile beslenmede yüksek fiberlerin ilişki

Klinik çalışmalar yeterli olmamakla birlikte günlük 30 gr yüksek fiber içerikli beslenmenin akne kliniği üzerinde etkili olduğunu ifade edilmektedir. Ancak aknede beslenmede önerilebilmesi için daha geniş çalışmalara ve olumlu sonuçlara ihtiyaç duyulmaktadır. 

Genel bilgilerimiz iyodun fazla alımı akne ve benzeri döküntülere neden olmakta hatta bu klinik tablo “iyot akne” olarak tanımlanmaktadır. Zengin deniz ürünleri ile beslenmenin yani yüksek iyot tüketiminin akneyi azalttığını biliyoruz. Bir çelişki gibi görünmekle birlikte burada etkili olan yukarıda anlatılan omega 3 lerdir. İyot halen aknede kliniği arttıran bir faktör olarak suçlanmaya devam etmektedir. Hatta süt suçlanırken içeriğindeki iyotta suçlanmaktadır(Süt hayvanları iyot içerikli beslendikleri için).

Sonuç olarak; Eskiden beri tartışılan omega 3 yağ asitleri, antioksidanlar, çinko, vitamin A ve diyet fiberlerinin kullanımının akneye olan olumlu yada olumsuz etkileri halen tartışmalıdır.


 

Polikistik over sendromu (PCOS) doğurganlık yaş dönemindeki kadınların % 4-10 nunda görülen en sık hormonsal hastalıktır.

PCOS tanısı

Bu hastalığın tanısında;

1. Klinik şikayetlerin ve/veya laboratuvar testlerinin androjenlerin-erkeksi hormonların yüksek olmasını desteklemesi

2. Overlerin normal çalışmaması; ovülasyonun olmaması ve/veya ultrasound-US ile overlerde çok sayda kistlerin gözlenmesi

Bunlarda 2 sinin mutlaka bir arada olması gerekmektedir.

Bununla birlikte şunlarda unutulmamalıdır.

a) İlk adet görme döneminden sonraki ilk 2 yılda adet olmakla birlikte ovülasyon(overlerden ovumun atılması) olmayabilir. Buna “Fizyolojik anovülasyon” denilmektedir.

b) Overler üzerinde çok sayıda folliküler kistler fizyolojik olarak görülebilir.

c) Overlerin US ile değerlendirilmesi özellikle obez kadınlarda zordur.

d) Laboratuvar testlerinde androjenler ergenlikte, obezitede ve hafif hirsutismde değişkenlikler gösterebilmektedir. Ayrıca normal over fonksiyonu olan kadınlarda androjenler yüksek olabilir.

Hastanı klinik değerlendirmesi sonrası laboratuvar ve US gibi radyolojik testler yapılmaktadır.

PCO da hipofiz kaynaklı GnRH ve over kaynaklı LH artmıştır. Bu anovülasyona ve over kaynaklı androjenlerin salınımının artmasına neden olmaktadır. Bu androjen artışı karaciğerde SHBG azalmasına neden olmakta Bunun kanada azalması androjenlerin kanda serbest formlarının artışına neden olmaktadır.

PCO kadınlarda insülin direnci nedeni ile an insülin seviyeleri yüksektir. Bu hipfizden daha fazla LH salınımna neden olmakta buda kısır döngü gelişiminde etkilidir.

Pelvik US overlerde polkistleri göstermektedir. Burada kriter olarak 2-9 mm çaplı 12 yada daha fazla kistin varığı ve overlerin total volümünün 10 cm3 den fazla olması anlamlıdır.

LH/FSH oranı 2 den fazladır.

SHBG sıklıkla düşüktür ve insülin direncini göstermektedir.

Androstenedione genellikle yüksektir.

Total testesteron-TT ve free testosteron yüksektir. Özellikle total testosteron rutin bakılmakta bunun > 3 nmol/L olması anlamlıdır. Free androjen indeks- FAI = (TT [nmol/L] /SHBG [nmol/L]) X  10 son zamanlarda daha fazla kullanılmaktadır.

17 Hydroxy progesterone(17OHP) yüksek. 17OHP > 7 nmol/L daha çok geç başlayan CAH için anlamlıdır.

Prolactin ve tiroid fonksiyonlarına bakılmalıdır.

Oral glukoz tolerans testi yapılmaktadır.

PCOS da diğer androjen fazlalığı yapan hastalıklardan ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Bunlar; Geç başlayan adrenal hiperplasi (CAH), androjen salgılayan tümörler, Cushing’s sendromu, anabolizan steroidlerin ilaç olarak kullanımı, insülin direnci ile birlikte obezitede, hipotirodizim ve hiperprolaktinemi.

PCOS unda risk faktörleri PCOS unda risk faktörleri

1. Gebelikte anne kaynaklı androjen fazlalığına maruz kalınması

a. Yetersiz tedavi uygulanmış konjenital adrenal hiperplazisi olan anneler

b. PCOS olan anneler

c. Androjen fazlalığına neden olna tümörleri olan anneler

2. Düşük doğum ağırlığı ve prematür doğumlar

3. 8 yaşından önce özellikle kasıkta kıllanma gelişiminin olması yanı erken adrenarj

4. Epilepsi-sara hastalığı ve bunun için kullanılan ilaçlar

5. Erken yaşta özellikle ilk adet öncesi başlayan tip 1 diyabet hastalığı

6. İnsülin direnci ile birlikte obezite

7. Ailede PCOS olması

PCOS kliniği

PCOS de adet düzensizlikleri, akne, hirsutism ve obezite  gözlenmektedir.

Adet düzensizlikleri PCOS hastalarının 3 de 2 sinde gözlenmektedir. Bunlar; Hiç adet görememe(16 yaşından sonrası için); PCOS li hastaların sadece % 40 ında gözlenmektedir. Sonradan adet görememe(90 günden fazla süredir adet görememe) Az adet görme(adet dönemlerinin 35 günden uzun sürmesi); PCOS li hastların % 70-80 inde gözlenmektedir. PCOS li hastalarda bunlardan dolayı infetilite yani kısırlık gözlenmektedir. Ancak PCOS hastların % 60 ında kısırlık gözlenmez.

PCOS da androjenlerin fazlalığı nedeni ile akne, androjenik alopesi-erkeksi tipte saç dökülmesi ve erkeksi vücut alanlarında kıllanma artışı-hirsutism sık gözlenmektedir. Bu kıllanma düzeyi Ferriman-Gallwey tarafından skorlanmıştır. Aşağıdaki resmlerdeki siyah tüylenme lanlarına göre skorlar verilmekte. Bunların toplamı önemlidir.

PCOS hastaların yarısında obezite gözlenmektedir. (Erken ergenlik döneminde başlayabilen) Burada şişmanlık vücudun ortasında yoğundur ve buna android şişmanlık denilmektedir. Normal kilolu PCOS kadınlarda vücut yağ indeksi artmıştır. Kalça – bel oranı önemlidir.

PCOS li hastalarda akantozis nigrikans ve metabolik sendromlarda gözlenmektedir.

PCOS kadınlarda zamanla kliteromegali, ses kalınlaşması, kas yapısının değişimi gibi virilizasyon gelişebilmektedir.

PCOS de metabolik problemlerde gözlenmektedir. En sık olarak dislipidemiler gözlenmektedir. Bu hastalarda trigliserid yükselmekte ve HDL düşmektedir. İnsülin direnci ve zamanla Tip 2 diabet gözlenmektedir.

PCO tedavisi

PCO radikal bir tedavisi yoktur ancak uygulanan tedaviler ile istenmeyen klinik belirtiler kontrol edilebilmekte hastanın yaşam kalitesi arttırılabilmektedir. Hirsutism, obezite ve adetlerin düzeni özellikle genç kadınlar için son derece önemlidir.

PCO hastalarda obezite ile mücadele son derece önemlidir. %5-10 luk bir kilo değişimi bile hastalarda klinik düzelmeler yapmaktadır.

Metabolik sendromun düzenlenmesi; İnsülin direnci için Metformin ve Thiazolidinedionler kullanılabilir.

Adet düzensizlikleri ve ovülasyonun olmaması uterusta endometriumda hiperplazi ve kansere yol açabilmektedir. Bir yılda 4 menstrüral periyot bu riski önemli oranlarda azaltmaktadır. Östrojen ve progestron içeren doğum kontrol hapları tedavide ilk seçeneklerdir. Bu tedaviler GnRH ve LH yapımını baskılamakta bunun üzerinde overlerde aşırı androjen yapımı baskılanmakta ve kanda SHBG arttırmaktadır. 20 mg  ethinyl oestradiol verilmekte. Ethinyl oestradiol ve Cyproterone acetate kombinasyonu kullanılabilmektedir. Spironolactone, Flutamide kullanılabilir.


Beslenme düzeni ve diyet; Aknenin tedavisinde süt ve yüksek kalorili beslenme dışında diet önerilmemektedir. Daha detaylı bilgi için ...

Yüzün Temizliği ve Bakımı

Yüzün temizliği ve bakımıda son derece önemlidir. Deri bakımı ılık su ve deri pH.sına uygun temizleyici ajanlar kullanılarak gunde iki kez yapılmalıdır. Cildi kurutacak temizleme ürünleri ve yıkama alışkanlıklarından uzak durulmalıdır. Amac; derinin nazikce temizlenmesi ve kullanılacak topikal tedavilere hazır hale getirilmesi, akne tedavilerine bağlı ortaya cıkan iritasyonun azaltılması ve bazı urunlerde bulunan aktif akne azaltıcı urunlerle mevcut medikal tedaviye yardımcı olunmasıdır. Uygun kozmetolojik yaklaşım hastanın tedaviye uyum ve guvenini artıracaktır. Antibakteryel sabunlar etkisizdir ve deride tahriş yapabilir.

Akneli ciltler normal ciltlerden daha hassastır. Bu nedenle, her şeyden önce aşırı soyucu ve tahriş edici uygulamalardan kaçınmak gerekir.

Akneli cildi fırçalamak, kaşımak, sivilceleri sıkmak veya jiletle traş olmak, yüzde kalıcı izler bırakabilir.

Akneli ciltlerin de neme ihtiyacı vardır. Yağsız nemlendiriciler, böyle ciltleri sakinleştirir ve rahatlatır. Ancak yüz yıkandıktan sonra hemen sürülmez, bir süre beklenir. Yeni yıkanan deri gerildiği için, ihtiyacından fazla nemlendirici emebilir.

Erkek hastalarda bakım kremleri, traş losyonları ve nemlendiricilerin hafif, yağsız ve hatta “oil-control” yani yağ dengesini koruyan cinsten olmasına dikkat edilmelidir.

Komedon Ekstraksiyonu

Özellikle makrokomedonları ve kapalı komedonları olan hastalarda tedavi oncesinde uygulanması klinik yanıtı artırmakta ve hasta uyumunu yukseltmektedir.


Kimyasal Soyma

Sebore ve hafif-orta şiddetteki akne hastalarında medikal tedaviye yardımcı olur ve tedavi suresini kısaltarak hastanın tedaviye olan guvenini ve uyumunu artırır. İdame tedavisinde de kullanılabilmektedir. En cok kullanılanlar glikolik asit, salisilik asit ve trikloroasetik asittir. İnflamatuvar lezyonlarda ilk seanslarda alevlenme gorulebilir ancak tedavi seanslarına devam edildikce bu yan etki azalır.


Işık / Lazer Tedavisi ve Fotodinamik Tedavi

Akne yaz döneminde güneş ile birlikte azalmaktadır. Akne gelişiminde rol oynayan P. acnes etkenleri normal metabolizmaları sırasında uroporphyrin, coproporphyrin III ve protoporphyrin IX (PpIX) açığa çıkmaktadır. Bunlar porfirin gurubndadır ve ışığa karşı duyarlılık artışı yapmaktadır. Bunlarda PpIX özellikle görünür ışık tarafından absornbe edilmektedir. 400-700 nm dalaga boyunda absorbsiyon yapmaktadır. Pp IX ışık tarafından absorbe olduğunda serbest oksijen radikalleri ortaya çıkmakta ve bunlarda bakterierin ve yağ bezlerinin hasarına neden olmaktadır. Bu tedavilerde P acnes sayılarının azaltılması ve sebase bezlerin fonkisyonlarının engellenmesi hedeflenir. Bir çok çalışmada PpIX de ideal dalga boyu 415 nm olarak bulunmuştur. Birçok ışık kaynağı (mavi, kırmızı ışık kaynakları), lazer veya fotodinamik tedavi medikal tedaviye yardımcı olarak veya bu tedavileri tolere edemeyen ya da kullanmayan hastalarda alternatif olarak kullanılmaktadır.

Kırmızı ışık(635 nm) PpIX tarafından daha az absorbe olmakta ancak daha derine inebilmektedir.
Etkinlikleri ve uzun sureli etkileriyle ilgili kesin veriler henuz yoktur. Özellikle mavi ışık ve fotodinamik tedavi gelecek vadetmektedir.
Son yıllarda daha çok fotodinamik tedaviler tercih edilmeye başlanmıştır. Bu amaçla ilk olarak akne lezyon alanına 5-ALA yada MAL gibi ışık duyarlandırıcı arttırcı sürülmektedir.

5 ALA ve MAL gibi ışık duyralandırıcı sitemler liposomal sistemler ile deriye uygulanmaktadır.


Aknenin tedavisinde kullanılacak ilaçlar

  • Sebum yapımını dengelemelidir.
  • Pilosebase yapılarda mikrokomedon gelişimini azaltmalıdır.
  • P. akne bakterilerini kontrol altına almalıdır.


Akne tedavisi topikal yani haricen deriye sürülen ilaçlar ve sistemik ilaçlar larak sınıflanabilir.

Topikal Tedaviler

  • Azeleik asit;
  • Benzoyl peroksid
  • Antibiyotikler; Topikal antibiyotiklerin etkileri yavaştır ve mikrobiyal direnc riskinden dolayı monoterapi şeklinde uc aydan uzun sureli kullanılmaları onerilmemektedir.
  • Eritromisin
  • Klindomisin
  • Sodyum sülfasetamid
  • Salisilk asit
  • Retinodiler; hafif veya orta şiddetteki aknede tek başına veya diğer akne tedavileriyle beraber kullanılırlar. Komedonal aknede ozellikle mikrokomedonlar, sıradan ve kapalı komedonların tedavisinde ilk secenektirler. İlk 3-4 haftada akne lezyonlarında alevlenme olabilir. Hastalar tedaviye cevabın birkac ayda cıkacağı konusunda bilgilendirilmelidir.


Sistemik İlaçlar

  • Antibiyotikler
  • Terasiklin
  • Eritromisin
  • Klindomisin
  • Minosiklin
  • Doksisiklin
  • Dapson
  • Hormonal tedaviler;
  • Antiandrojenler;
  • OCS
  • Glukokortisterodiler
  • GnRH agonistkleri;
  • Spironolakton
  • Cyproterone acetate
  • Flutamide


Isotretinoin

  • Çinko; inflmasyonu baskılar. Komedonlara etkisi yoktur ama hafif papüler lezyonlara etkili olabilir. Fototoksik olmadığı icin yaz aylarında kullanılabilir. 200 mg/gun dozunda ac karnına tetrasikline alternatif olabilir. Gastralji ve bulantı yapabilir.
  • İL steroid uygulamsı özellikle nodüler lezyonlarada etkilidir.

Aknede klinik gelişiminde androjenlerin etkisi kanıtlandıktan sonra 20 yıldır östrojen içeren doğum kontrol ilaçlarının-OCS  aknede kullanımı hızla artmıştır.

Ancak OCS kullanımının yaygınlaşması ile birlikte bu ilaçların bir kullanım standartı olması gerektiği son yıllarda tartışılmaktadır. Bunlar;

OCS kullanımı öncesi pelvik muayene ve Papanicolaou (Pap) smer yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Özellikle pelvik kanserlerin artan riski ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların varlığı bu muayenelerin gerekli olduğunu ve periyodik olarak yapılması gerektiğini göstermektedir.  Çocuk doğurma potansiyeli olan kadınlarda OCS kullanımı öncesi bu muayenelerin mutlaka yapılması ve periyodik olarak tekrarı önerilmektedir. Dünya sağlık örgütü ve Amerika Jinekoloji ve Kadın doğum birliği genç kadınlarda OCS öncesi pelvik muayenenin gerekli olmadığını ifade etmektedir. Aynı sağlık örgütleri tarafından 30 yaşından genç kadınlarda ilk cinsel ilişkiden sonraki 3 yıl içerisinde pelvik muayenenin bir defada olsa yapılması gerektiğini, 30 yaşından sonra ise bu muayenelerin rutin yapılması gerektiği ifade edilmektedir. Pap smer ise 2-3 yılda bir tekrarlanmalıdır. Son yıllarda Pap smerden daha çok pelvik kanserlere neden olan HPV etkeninin  DNA taramaları tercih edilmekte hatta HPV karşı aşılanmanın zorunluluğu ifade edilmektedir.

OCS ilaçları ilk olarak 1960 larda kullanılmaya başlandı. En son geliştirilenler ilk kullanılan OCS lere göre 5 kat östrojen ve 10 kat progestin içermektedir. Bu yüksek dozların iskemik strokları, kalp enfaktüslerini ve vönöz tromboemboli riskini arttırmaktadır. Bu nedenle son düzenlemeler ile OCS içerikleri daha güvenli hale getirilmeye çalışılmıştır. Örneğin östrojen olan östrodiolün 35 g dan az hatta 20 gr olması gibi. 2 ve 3 jenerasyon OCS geliştirilmesine rağmen halen OCS kullanılamayacağı durumlar belirlenmiştir.

OCS kesinlikle Kullanılmaması Gereken Durumlar

Gebelik, venöz tromboembolik hastalık öyküsü, 35 yıldan fazla sigara içilmesi öyküsü, kontrolsüz hipertansiyon( sistolik 160 mm Hg ve diastolik 100 mm Hg),  stroke hikayesi, meme emzirme, gebelikten sonraki ilk 6 ay, iskemik kalp hastalıkları, migren, meme kanseri yada ailesel öykü, hiperkolestrolemi(LDL  160 mg/dL üzerinde), diabet, viral hepatitler, karaciğerde siroz ve uzun süreli immobilizasyon gerektiren durumlarda.

Diğer taraftan OCS lerin 5 yıldan daha uzun süre kullanımı over kanserini % 50 azaltmakta, premenstüral disforik bozukluklar ve menstüral kansızlıkları azaltmakta.

Ancak OCS cervical kanser riskini arttırmaktadır. Bu bilgiler ışığında aknede kadınlarda OCS kullanımı öncesi bu ilaç hakkında hasta bilgilendirilmelidir. İlk olarak hastaya bu ilacın bir doğum kontrol ilacı olduğu mutlaka ifade edilmelidir.

Hastadan OCS kullanılamayacağı durumlar ile ilgili mutlaka bilgi alınmalı ve hastaya bilgi verilmelidir.

En azından son adet kanamasına göre idrar gebelik testi yapılmalıdır.


Akne lezyonlarının şiddetinden bağımsız olarak gelişen skarlar fiziksel gorunumu bozar ve psikososyal durumu olumsuz yonde etkiler. Ne yazık ki hangi hastada skar gelişeceğini ön gormek mumkun değildir. Akne başlangıcıyla tedavi arasındaki sure uzadıkca skar riski artar, skarların tamamen yok edilmesi mumkun değildir, bu yuzden erken donemde tedavi skarları engellemek açısından da üzerinde durulması gereken bir noktadır. 

Skar tedavisinde kullanılacak yontemler arasında kimyasal soyma, kriyoterapi, intralezyonel kortizon enjeksiyonu, dolgu ve otolog yağ enjeksiyonları, mikroiğnelerle “roller” uygulamaları, dermabrazyon/mikrodermabrazyon , lazerler ve cerrahi girişimler sayılabilir.

Lazer tedavileri; ablatif olmayan (“pulsed dye”, Nd-YAG, diod) ve ablatif (konvansiyonel ve fraksiyonel CO2 ve erbium-YAG) lazerler olarak iki ana grupta sınıflanır.

Cerrahi girişimler arasında subsizyon, “punch” eksizyon, “punch” elevasyon vb.

Daha detaylı bilgi için...


yol tarifi

dermatoloji randevu
dermatoloji doktor cevapliyor

Adres: Esentepe Mah. Cevizli D 100 Güney Yanyol Lapishan 25/2 Soğanlık, Kartal / İSTANBUL
GSM: 0532 624 21 27
Bu sitedeki bilgiler doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçmez. Sitedeki bilgi, yorum ve görüntüler kişileri bilgilendirme amaçlı olup, tanı ve tedaviye yönlendirme amaçlı değildir.



© 2020 Hakan Buzoğlu. All Rights Reserved.
ByFlash Web Agency