- Gösterim: 8793
Cerrahi olmayan kozmetik uygulamalarda dermal dolgu enjeksiyonları, kırışıklıkları azaltmak, çizgileri yumuşatmak ve yüze hacim kazandırmak için yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Yüz hatlarını güzelleştirmek veya daha genç bir görünüm elde etmek amacıyla dermal dolgular, günümüzde en popüler yöntemlerden biri haline gelmiştir. Bu enjeksiyonlar, isteğe bağlı olarak yarım saatten kısa bir sürede uygulanabilir ve iyileşme süreleri ile hastaların sosyal aktivitelere dönüş süreleri oldukça kısadır. Kozmetik sonuçlar hemen görünür ve kullanılan dolgu maddesine bağlı olarak etkinlikleri aylar hatta yıllar boyunca sürebilir. Dolgu maddeleri, elde ediliş kaynakları, fiziksel ve kimyasal yapıları açısından büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Özellikle hyaluronik asit içeren dolgu maddeleri, ideal özellikleri sayesinde uygulandıkları alandaki çevresel koşullara rağmen şekilsel özelliklerini koruyabilmekte, deride içsel ve dışsal kuvvetlere karşı stabil kalabilmekte ve doğal estetik sonuçlar sunabilmektedir. Ancak, bu çeşitlilik içinde hangi dolgunun hangi anatomik alanlarda kullanılacağı ve dolgunun özellikleri konusunda kafa karışıklığı yaşanabilmektedir. Bu karmaşayı çözmenin yolu, temel dolgu bilgileri ve dolgu maddelerinin "matematiği"dir.
Medikal estetik uygulamalarında kullanılan tüm dolgu maddelerinin fiziksel özellikleri, reoloji bilimi ile açıklanmaktadır. Reoloji, sıvıların akış ve katıların deformasyon özelliklerini inceleyen bir bilim dalıdır; "rheos" (akış) ve "logos" (bilim) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Dolgu maddelerinin üretim aşamalarında, içeriklerindeki maddelerin akış özelliklerinin incelenmesi, karıştırılması ve dolgunun dokuda kalma süresinin belirlenmesi gibi süreçlerde reoloji biliminin değerlendirmeleri kullanılmaktadır. Dolgu maddelerinin reolojik özellikleri, ürünün fiziksel stabilitesini, uygulandıkları dokudaki davranışlarını ve biyolojik uyumlarını (uygulama sonrası doku ile entegrasyon ve tamamen metabolize olma) etkiler. Hatta dolgu maddesinin dokulara uygulanırken enjektörden geçişi ve kullanılacak iğnelerin çapı bile reolojik özelliklere bağlıdır.
Dolgu maddesi üretim aşamasında, enjektörlere yerleştirilmesi, uygulama sırasında enjektör ve iğneden geçişi ve enjekte edildiği anatomik bölgeye bağlı olarak dokulara uygulandıktan sonra (gerilme etkisi, kas aktivitesi, yağ ve kemik dokusu gibi faktörlerin etkisi altında) kuvvetlere maruz kalmaktadır. Bu durum, dolgu maddesinde kayma etkisi, dikey sıkıştırma ve germe etkileri oluşturarak dolgunun fiziksel deformasyonuna ve yapısının zorlanmasına neden olmaktadır. Dolgu maddesinin yapısal ve içerik özellikleri, enjekte edildikten sonra dokuda neler yapabileceğini, etki süresini ve yapısal zorlamalara karşı direncini belirlemektedir; yani dolgunun reolojisini. Bu nedenle dolgu seçimi yapılırken, hangi dolgunun hangi anatomik alanda kullanılacağı, hangi amaçla (hacim verme veya kaldırma etkisi gibi) seçildiği ve dokuda hangi derinlikte uygulanacağı dikkate alınmalıdır. Kısacası, dolgunun reolojisi iyi anlaşılmalıdır. Reolojik çalışmalar, hyaluronik asit ve kalsiyum hidroksiapatit (CaHA) içeren dolgular için geçerlidir. Ancak PLLA ve PMMA gibi dolgular için reolojik çalışmalar yapılamamaktadır. PLLA gibi dolguların klinik etkileri yalnızca dolgunun fiziksel yani reolojik özelliklerine bağlı değildir; bu etkiler, yeni kollajen yapımının uygulamadan haftalar hatta aylar sonra ortaya çıkmasıyla kendini gösterir. Dolayısıyla, uygulama öncesi bu ürünlerin reolojik değerleri klinik sonuçları ile ilişkili değildir.
Reolojide dolgu maddeleriyle ilgili çeşitli tanımlamalar bulunmaktadır. Bu tanımlamaların dolgu uygulamaları açısından anlamları iyi anlaşılmalıdır.
Dolgu maddelerinin viskozitesi, elastikiyeti, viskoelastikiyeti
Viskozite, bir sıvının akmaya karşı gösterdiği dirençtir. Sıvının viskozitesi arttıkça, akmaya karşı direnci de artar. Dolgu maddeleri için viskoziteyi şöyle açıklayabiliriz: Yüzeyi 1 cm² ve yüksekliği 1 cm olan bir blok şeklindeki dolgu maddesini düşünelim. Bu blok, dolgu moleküllerinin birbirine paralel tabakalardan oluşmaktadır. Bloktaki en alt yüzeyin sabit olduğunu varsayalım. Üstteki tabaka, belirli bir yönde F kuvveti ile sabit bir hızda (1 cm/sn) hareket ettirildiğinde, alttaki moleküler tabakalar da aynı yönde hareket edecektir. Ancak, bu hareketin hızı, en alttaki sabit tabakaya olan uzaklıkla orantılı olarak azalacaktır. Bu azalma, dolgu molekülleri arasındaki sürtünme kuvvetinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, alttaki sabit tabakaya yaklaştıkça her tabakanın hızı ve buna bağlı olarak ivmesi farklı olacaktır. Üst tabakalar kuvvete yakın oldukları için daha hızlı ve kuvvetle paralel hareket ederken, alttaki tabakalar moleküler sürtünme nedeniyle daha yavaş hareket edecektir.
F kuvveti, dolgu maddesinde bir gerilim oluşturur. Kuvvetin uygulandığı dolgu yüzeyinin alanı A ve hareketi başlatmak için gereken kuvvet F olduğunda, birim alana düşen kuvvet F/A şeklinde ifade edilir. Bu duruma kayma gerilimi (shearing stress) denir. Bu gerilim, dolgu bloğundaki düzlemlerin yer değiştirmesine de neden olur. Dolgu bloğunun sabit alt tabakasının yerinde kalabilmesi için, uygulanan F kuvvetine ters yönde ve eşit büyüklükte bir kuvvet gereklidir. Dolguyu bir bütün olarak değil, moleküler tabakalar olarak düşündüğümüzde, bu tabakaların birbirine göre hareketini engelleyen ters kuvvete dolgunun “iç sürtünmesi” veya “dinamik viskozitesi (mutlak viskozite)” denir. Viskozitenin birimi uluslararası birim sisteminde Newton/metrekare (Pascalsaniye=Pas) olarak tanımlanır; ancak genellikle mili pascalsaniye (mPas) tercih edilmektedir.
Dolgu maddeleri, cilt altına enjekte edildiğinde dokular iç ve dış kuvvetlere maruz kalır. Mimik kaslarının hareketi, dolguya uygulanan kuvvetler arasında yer alır; bu kuvvetler, derinin altındaki kemik ve yağ dokuları ile dolgu arasında etkileşim yaratır. Dolgu yüzeyine etki eden kuvvetler, dolgu içinde kayma gerilimi oluşturur. Bu durum, dolgunun hacminin aynı kalmasına rağmen şeklinde deformasyona yol açar. Deformasyonlar, etki kuvvetinin şiddetine bağlı olarak torsiyon-burulma veya yamulma şeklinde ortaya çıkar. Yamulma deformasyonu, dolgu dokusunun iki farklı doku (örneğin, kemik ve kas) arasında yerleştirildiğinde gözlemlenir. Torsiyon deformasyonu ise dolgu uygulamalarında sıkça görülmez, ancak reolojik değerlendirmelerde önemli bir rol oynar.
Dolgu, uygulandığı bölgede sıkışma ve gerilme kuvvetlerine maruz kalabilir. Bu kuvvetler, dolgu malzemesinde sıkışma ve gerilme deformasyonlarına yol açar. Bu deformasyonlar sırasında dolgunun şekli neredeyse sabit kalırken, boyutu değişiklik gösterebilir.
Yüzün belirli bölgelerine uygulanan dolgu maddeleri, farklı deformasyonlara, bazen de yalnızca bir tür deformasyona daha fazla maruz kalabilir. En yaygın kullanılan dolgu maddesi olan hyaluronik asit, kayma deformasyonuna karşı viskoelastik özellikler taşır; yani hem viskoz hem de elastik özellikler gösterir. Tam viskoz maddelerde, kayma kuvveti uzun süre devam ettiğinde, bu kuvvet ortadan kalksa bile madde eski şeklini geri kazanamaz (örneğin, bal gibi). Hyaluronik asit dolgu maddeleri, dokuya enjekte edilirken ve sonrasında kayma gerilim kuvvetlerine maruz kalır. Örneğin, enjektör kanülünden geçerken yüksek kayma kuvvetine maruz kalır ve bu süreçte tam viskoz davranış sergiler. Ancak dokuya geçtiğinde, dokunun kayma kuvveti düşük olduğu için elastik bir şekilde davranarak eski şeklini alır.
Hyaluronik asit başta olmak üzere dolgu maddeleri viskoelastik özellikler taşır. Viskoelastik maddeler için reolojik olarak tanımlanan dört ana parametre bulunmaktadır.
G*; dolgunun genel viskoelastik özelliklerini veya sertlik ölçüsünü ifade eder; aslında dolgunun elastik ve viskoz özelliklerinin toplamıdır. G*, kayma stresi ile dolgu maddesinde deformasyon oluşması için gerekli olan toplam enerjiyi temsil eder ve "kompleks modül" olarak tanımlanır. Bu, "dolgunun sertliği veya direnci" olarak da adlandırılır. G*, pratikte çapraz bağları olan dolgunun şekil değişikliğine karşı ne kadar direnç gösterdiğini tanımlar. Ancak bu tanım, hyaluronik asit içeren dolgunun dokuda kalma süresini yansıtmaz.
G’ ; dolgunun elastik özelliklerini ölçen bir parametredir ve “elastik modül” olarak adlandırılır. Dolguya uygulanan kuvvet, dolgunun deformasyonuna ve ardından eski şekline dönmesine neden olur; bu süreçte dolgu içinde biriken enerjeyi, yani G*’nin bir kısmını tanımlar. Tam elastik maddeler, kayma deformasyon kuvveti altında şekil değiştirir, ancak kuvvet kaldırıldığında eski hallerine geri dönerler (örneğin, lastik bant gibi). Bu tür maddelerde G* değeri, neredeyse G’ değerine eşittir.
G’ pratikte dolgunun sertliğini ifade eder. Bu, klinik uygulamalarda dokunun derin ve orta kırışıklıklara karşı ne kadar etkili olabileceğini gösterir. Ayrıca, dokunun içsel ve dışsal kuvvetlere karşı ne kadar stabil kalabildiğini de belirtir.
G’’; dolgunun viskoz özelliklerini ölçen bir parametre olarak "visköz modül" olarak tanımlanır. Bu, dolguya uygulanan bir kuvvetin, dolgu içinde kalıcı deformasyona neden olması için gereken kuvvettir. Ancak, yalnızca G’’ değeri dolgunun viskozitesini tam olarak yansıtmaz, çünkü dolgu maddeleri saf viskoz maddeler değildir. G’’ değeri, dolguya uygulanan kuvvetin kaldırılması durumunda dolgunun eski haline dönme yeteneğini gösterir. Dolguların pratik anlamı, aşağıdaki resimle daha iyi anlaşılabilir. Tereyağı ile margarin karşılaştırıldığında, margarin daha yüksek bir G’’ değerine sahip olup, bu da onun viskoz bir yapıda olduğunu gösterir. Yüksek G’’ değerine sahip bir dolgu maddesi, enjektörden geçerken zorluk yaşar, dokuya uygulandığında ise yayılması zorlaşır ve bu durum, dolgunun dokuya daha kalın tabakalar halinde uygulanması gerektiği anlamına gelir.
Tan δ, bir malzemenin viskoz ve elastik özelliklerinin oranını ifade eder. Formülü tan δ = G’’ / G’ şeklindedir. Bu değer, dolgu materyalinin elastikiyetini gösterir. Eğer tan δ değeri 1'den küçükse, bu dolgu materyalinin elastik olduğunu ve jel benzeri bir davranış sergilediğini gösterir. Tan δ değeri 1'den büyükse, dolgu materyali viskoz özellikler taşır ve bal gibi akışkan bir sıvı gibi davranır. Çapraz bağlı hyaluronik asit (HA) dolgularda tan δ değeri genellikle 1'den küçüktür ve 0.05 ile 0.80 arasında değişir. Bu, düşük kuvvetler altında jel benzeri elastik bir davranış sergilediği, yüksek kuvvetler altında ise viskoz davranışlar gösterdiği anlamına gelir.
Hyaluronik asit veya CaHA içeren dolguların çeşitli reometrik çalışmaları ile G’ ve G’’ değerleri ölçülebilir.
- Küçük genlik osilasyonlu kayma (SAOS) reolojik ölçüm sistemleri, dolgu maddelerinin viskoelastik özelliklerini değerlendirmek için kullanılmaktadır. Bu sistemler, hidrojel formundaki dolgular üzerinde yapısal bozulma oluşturmadan küçük kuvvet değişimleri uygulayarak çalışır ve dolguların viskoelastik özelliklerinin korunduğu aralıklarda etkilidir.
- SAOS testleri, 25°C’de HAAKE RheoStress 1 reometresi (Thermo Fischer Scientific, Process Instruments, Karlsruhe, Almanya) ile gerçekleştirilir. Test sırasında, 35 mm çapındaki iki plaka arasında 1 mm’lik bir mesafe bırakılır ve 100 – 0.10 rad/sn aralığında kuvvet uygulanır. Bu testte, dolgu materyaline iki plaka arasında sinüzoidal deformasyon γ (sinüs dalgaları şeklinde) ve radial frekans ω uygulanır. Kuvvetin uygulanmadığı ve dolgunun bir tepki vermediği aşamaya “geçiş fazı; δ” denir. İdeal elastik yapılarda δ = 0°, sıvılarda δ = 90°, viskoelastik yapılarda ise δ 0° ile 90° arasında değişir.
G’ ve G’’ değerleri bu ölçümlerden yola çıkılarak aşağıdaki formüller ile hesaplanmakta.
Bu iki değerden aşağıdaki formülle G* bulunmaktadır.
Dolgu maddelerinin G’, G” ve kohezitesi için çeşitli ölçüm yöntemleri kullanılmaktadır. Dinamik osilasyon testi için "Thermo Haake RS3000 reometresi" gibi test sistemleri tercih edilmektedir. Bu test, 25°C'de gerçekleştirilir ve dolgu maddesine 1 – 1400 Pa kuvvet uygulanarak 1 Hz frekansta G’ değeri ölçülmektedir. G’ ölçüm ve değerlendirmelerinde genellikle dolgu maddelerine düşük deformasyon güçleri (5 Pa) uygulanır. Bu seviyede dolgu maddesinin viskoelastik özellikleri etkilenmez. Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi, 5 Pa kuvvet uygulandığında dolgu maddelerinin G’ değerlerinde belirgin bir değişim gözlemlenmez. Ancak, 5 Pa'dan daha fazla bir kuvvet uygulandığında dolgunun yapısı bozulur ve G’ değerleri düşer. Bu duruma dolgunun "Kritik değeri" denir. Kritik değerinin yüksek olması, dolgunun yüksek güçlerde daha stabil olmasını beklenir.
Dolgu malzemelerinin reolojik sıkıştırma testi için Thermo Haake RS3000 reometre sistemi kullanılmaktadır. Test sırasında, 2.5 g dolgu jeli, 35 mm aralığa sahip iki plaka arasına yerleştirilmektedir. Dolgu, %70 oranına kadar sıkıştırılmakta ve bu süreçte reolojik ölçümler gerçekleştirilmektedir. %0-70 oranında sıkıştırma etkisine karşı dolgunun davranışına göre dolgu türleri şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
- Düşük koheziviteye sahip dolgular: Bu dolgular, sıkıştırma ile kolayca deforme olabilen zayıf dolgulardır ve çevreye yayılma özellikleri düşüktür.
- Yüksek koheziviteye sahip dolgular: Bu dolgular, sıkıştırma ile zor deforme olabilen güçlü dolgulardır ve çevreye kolayca yayılabilirler.
Aşağıdaki şekilde, bazı dolgu türlerinin bu özellikleri gösterilmektedir.
Herhangi bir dolgunun etkili olabilmesi için mutlaka viskoelastik özellikte olması gerekmektedir. Dolgunun enjektörden iğne veya kanül aracılığıyla yüksek bir kuvvetle geçebilmesi ve dokuya uygulandığında eski yapısına dönebilmesi için bu özellik şarttır. Örneğin, saf elastik bir dolgu maddesinin enjektörle dokuya uygulanması oldukça zordur; bu işlem için çok yüksek bir kuvvet gereklidir. Benzer şekilde, saf viskoz bir dolgu maddesi stres altında kaldığında, stres ortadan kalksa bile geri dönüşümsüz bir şekilde şekil değiştirir ve bu şekilde kalır. Örneğin, serum fizyolojik düşünelim. Bu madde, düşük viskoziteye sahip olup elastikiyeti yoktur; dolayısıyla dokuya enjekte edildiğinde etkisi hemen kaybolur.
Hyaluronik asit (HA) dolgularının sertlik ve elastikiyet özellikleri, çapraz bağların varlığıyla da ilişkilidir. Günümüzde kullanılan HA dolgularının G’ değerleri, kullanım amaçlarına göre üretim aşamasında belirlenmekte ve 10 ile 1,000 Pa arasında değişiklik göstermektedir. Aşağıda, bazı yaygın dolgu maddelerine ait reolojik değerler yer almaktadır.
Dolgu maddelerinde "yumuşak" tanımının geçerli olabilmesi için G’ değerinin 1000'in altında olması gerekmektedir. Yukarıdaki tabloda G’ değerlerinin 1000’in altında olduğu görülmektedir. Aynı tabloda, bir dolgu maddesindeki hyaluronik asit (HA) konsantrasyonunun lidokain ve diğer maddelerle seyreltildiğinde G*, G’ ve G’’ değerlerinin düştüğü gözlemlenmektedir. Bu durum, dolgunun daha yumuşak hale gelmesine, elastik ve viskoz özelliklerinin azalmasına ve hatta dokuda kalma süresinin kısalmasına neden olmaktadır.
Dolgu maddelerinin sıkışma ve gerilme kuvvetlerine karşı uyum sağlama yeteneği ile birbirine yapışma yetenekleri (kohezyon ve sıkıştırma/gerilme) önemlidir. Kohezyon, dolgunun deri altına yerleştirildiğinde nasıl bir davranış sergileyeceğini belirler. Bu özellik, dolgu içindeki çapraz bağlı HA molekülleri arasındaki ilişkiye bağlıdır. Kohezyon, HA dolguya uygulanan kuvvetle, çapraz bağlı moleküllerin birbirine ne kadar tutunduğu ile ilişkilidir. Bu durum, dolgunun HA konsantrasyonuna, çapraz bağlanma teknolojisine ve dolgunun makro yapısına (örneğin, granül veya yumuşak formda olması gibi) bağlıdır.
Dolgu maddesi, yüz derisinin altına uygulandığında sürekli olarak sıkıştırma ve germe kuvvetlerine maruz kalır. Bu durumda, dolgunun bu kuvvetlere karşı gösterdiği performans oldukça önemlidir. Örneğin, dolgu uygulanan alan uyku sırasında yastık yüzeyi tarafından sıkıştırma ve germe kuvvetlerine maruz kalır. Eğer HA dolgusunun düşük kohezivitesi varsa, yüksek basınç ve benzeri kuvvetler altında özelliklerini kaybeder. Yukarıdaki resimde görüldüğü gibi, yüksek koheziviteye sahip HA dolgu, dokuya uygulandığında yüksek sıkıştırma kuvvetlerine rağmen aynı kalabilmektedir.
Aşağıdaki resimde solda, çapraz bağlı bir HA dolgu örneği bulunmaktadır. Bu dolgu, yüksek elastikiyet gösteren (yüksek G’) süspansiyon formundaki bir HA dolgusudur. Mikroskobik büyütmede, dolgu içindeki çapraz bağlarla moleküller gözlemlenebilir. Ancak bu dolgunun kohezivitesi ve basınca karşı direnci düşüktür. Bu durum, dolgunun uygulandığı alanda sıkıştırma veya germe kuvvetlerine maruz kaldığında özelliklerini, kalınlığını ve şeklini kaybetmesi anlamına gelir. Hatta dolgu, kuvvetlerin yönünde hareket edebilir; bu da dolgunun yer değiştirmesi demektir. Deride, dermisin sıkı dokusal yapısı içinde hareket etmek zordur. Ancak dermis altında, dolgu daha kolay bir şekilde çevreye yayılabilir. Bu yayılmada dolgunun partikül boyutları da önemli bir rol oynamaktadır. Aşağıdaki resimde sağda, çapraz bağlı farklı bir HA dolgu örneği yer almaktadır. Mikroskopik büyütmede, bu dolgu içindeki çapraz bağlarla moleküller görünmemektedir. Bu dolgunun kohezivitesi daha yüksektir ve basınca karşı direnci de yüksektir. Bu, dolgunun uygulandığı alanda sıkıştırma veya germe kuvvetlerine maruz kaldığında özelliklerini, kalınlığını ve şeklini kaybetmediği anlamına gelir. Dolgu, çevre dokulara veya dışarıdan gelen kuvvetlere karşı hareket etmez; yani dolgu yer değiştirmez.
Dolguların enjektör iğnesinden geçme gücü (Extrusion Force)
Viskozite, dolguya uygulanan kuvvetin akışkanlığa karşı gösterdiği direnci tanımlar. Yüksek kuvvetler uygulandığında dolgu maddelerinin viskoziteleri azalır. Ekstrüzyon kuvveti, dolgunun iğne veya kanül aracılığıyla uygulanması sırasında gereken kuvvetin dolgunun viskozitesine bağlı olduğunu gösterir. Ayrıca, iğne veya kanülün uzunluğu ve iç çapı da bu süreçte önemli bir rol oynar.Yüksek viskoziteli dolgular, daha fazla ekstrüzyon kuvveti gerektirir; bu da onların dokulara enjekte edilmesini zorlaştırır. Bu zorluk, uygulama sırasında daha fazla doku hasarına yol açabilir. Dolgulardaki "ekstrüzyon kuvveti", dolgunun enjektörden iğne aracılığıyla dokuya geçmesi için gereken gücü ifade eder ve bu ölçüm Zwick/Roell Z005, Fmax 200N test sistemi (Zwick Roell AG, Ulm, Almanya) ile yapılmaktadır. Bu testte 27G iğneler kullanılmaktadır.
Dolgu seçiminde dolgunun reolojisi
Bu reolojik veriler, hangi dolgunun seçileceği, hangi derinlikte ve yüzün hangi anatomik alanına uygulanacağına karar vermek için kullanılır. Yüz bölgesi karmaşık ve dinamik bir yapıya sahip olduğundan, dolgu uygulandığında dokular tarafından veya dışarıdan gelen sıkıştırma/germe ve dolgu yüzeyine paralel germe kuvvetleri etkili olur. Dolgu, doku içerisinde iken deri, yağ, kas ve kemik dokuları tarafından gerilme ve hareket kuvvetlerine maruz kalır. Bu etki, dolgunun uygulandığı anatomik alana göre farklı yoğunluk ve sıklıkta gerçekleşir.
Özetle, hyaluronik asit gibi dolguların üretimi, seçimi, klinik kullanımı ve başarılarında dolgunun viskoelastik özellikleri ve kohezivitesi önemli bir rol oynamaktadır. Dolgular, gün boyunca mimik ifadeleri, çiğneme, öpüşme gibi aktiviteler ve gece yatarken uygulanan sıkıştırma veya germe gibi dış kuvvetlere maruz kalmaktadır.
- Yüksek elastikiyete sahip dolgularda, dolgu sertliği neredeyse G* değerine eşittir. Yüksek çapraz bağlanma nedeniyle G’’ değeri düşüktür. Bu sert dolgular, derin dokulara, neredeyse kemik üzerine yerleştirilmelidir; bu sayede elle dokunulduğunda hissedilmezler.
- Daha düşük elastikiyete sahip yumuşak dolgular ise yüzeysel kırışıklıklar veya ince çizgiler için uygundur. Eğer dolgu maddesi yüzün orta kısmında hacim artırmak amacıyla kullanılacaksa, bu alandaki kasların ve dış kuvvetlerin etkilerine karşı dirençli olmalı ve bu kuvvetler karşısında şekil ve özelliklerini koruyabilmelidir. Reolojik açıdan bakıldığında, dolgunun elastik modülü (G’) güçlü olmalı ve kuvvetlere karşı kohezivite orta-yüksek seviyede olmalıdır.
- Eğer dolgu ince çizgiler veya derin kırışıklıklar için kullanılacaksa, kohezivitesi yüzün orta kısmında kullanılan dolgulardan daha düşük olmalı, böylece dokulara daha kolay yayılabilmelidir. Ayrıca, dolgunun G* ve G’ değerleri düşük-orta seviyelerde olmalıdır.
- Yüzün alt kısımlarında kullanılacak dolgunun, bu alanın aşırı hareketli olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durumda dolgu, daha derin bir şekilde subdermal olarak yerleştirilmelidir. G’ değeri orta seviyede olmalı, kohezivite ise düşük-orta seviyede olmalıdır. Burun ve çene bölgesinde kullanılacak dolgu için ise yüksek kohezivite ve yüksek G’ değeri tercih edilmelidir.
- Orta-yüksek elastik güce (G’) sahip bir dolgu, G’ değeri düşük olan bir dolguya göre stres altında daha stabildir. Ancak G’ değeri yüksekse, bu dolgunun sert olduğu anlamına gelir ve bu da dolgunun daha derin yerleştirilmesi gerektiğini gösterir.
- Yüksek koheziviteye sahip bir dolgu, yüzde daha fazla hacim anlamına gelirken, düşük G* değerine sahip dolgular genellikle yüzeysel dolgu için tercih edilmektedir. Yüksek G* değerine sahip dolgular ise dokuya hacim kazandırmak için kullanılır. İdeal hacim için orta-yüksek kohezivite de gereklidir.
-
Yapılan araştırmalarda, hyaluronik asit (HA) dolgularında HA partikül boyutunun vücutta kalma süresini etkilemediği bulunmuştur. G’ değerleri ve kohezivite indeksleri, dolgunun lifting etkisini göstermektedir; yüksek G’ ve kohezivite indeksleri, lifting kapasitelerinin yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
Aşağıda bazı dolguların reolojik değerleri ve lift etkileri görülmektedir.