- Gösterim: 398
Atopik dermatit tedavilerindeki gelişmelere rağmen, hastalığın önlenmesine yönelik çalışmalar maalesef yetersiz kalmaktadır. Atopik dermatitte sadece anne sütü ile uzun süreli beslenme stratejileri veya annenin hamilelik sırasında ve sonrasında alerjenlere maruz kalmasının kısıtlanması, hidrolize formül süt kullanımı, çocuklarda katı gıdalara başlama zamanlamasına müdahaleler ikna edici bir fayda göstermemiştir. Ev tozu akarlarını azaltarak atopiyi önlemek, şimdiye kadar denenen çoğu şey gibi işe yaramıyor gibi görünmektedir. Anne ve bebeğe D vitamini ve omega-3 yağ asitleri gibi desteklerin kullanılması, istisnalar dışında herhangi bir fayda göstermemiştir. Hamilelik sırasında soya formül sütleri ile birlikte prebiyotikler ve probiyotiklerin(dost bağırsak bakterileri) kullanımının hastalığın sıklığını %20 oranında azaltabileceği öne sürülse de, bu kombinasyonun en iyi olduğundan hala emin değiliz. Hastalığı karakterize eden majör immünolojik değişiklikleri rahimdeki fetal programlamayla kontrol edemiyoruz. Hastalığın çocuktaki mevcut varlığına yapılacak sonraki müdahalelerin, sadece klinik alevlenmelerin kontrolünü sağladığı ancak hastalığın görülme sıklığını değiştirmediği düşünülmektedir. Atopik dermatitleri önlemek için cilt bariyerinin güçlendirilmesi son zamanlarda daha fazla ilgi görmektedir.
"Hastalıkların önlenmesi" günümüzde tıbbi yaklaşımların asıl amacı olmalıdır. Difteri, çiçek hastalığı, çocuk felci ve kızamık gibi bulaşıcı hastalıkların günümüzde sıklıklarının çok azalmış olması, önlemenin potansiyel gücünü göstermektedir. Önleme stratejileri nüfus kitleleri düzeyinde etki ettiğinden güçleri genellikle bir hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlarla karşılaştırıldığında maalesef yeterince takdir edilmez. Örneğin, kan şeker seviyelerini, glikohemoglobin seviyelerini %0,5 oranında düşüren yeni diyabet ilaçları sıklıkla manşetlerde ve sosyal medyada yer bulurken, diyabetin görülme sıklığını %50 oranında düşürebilen egzersiz nadiren dikkatimizi çekmektedir. "Aşı karşıtlığı" olarak adlandırılan aşı güvenliği hakkındaki yanlış inançlar nedeniyle kızamığın yakın zamanda yeniden ortaya çıkması, Covid-19 pandemisindeki aşı tartışmaları bilim dışı müdahalelerin görünmez ve güçlü etkilerinin hatırlatıcılarıdır. Hastalığın önlenmesi, bir hastalığın ekonomik ve sosyal yükünü yönetmenin çok daha mantıklı ve maliyet açısından etkili bir yoludur.
Atopik dermatitte manipüle edilebilen risk faktörlerini belirlemek, hastalar için spesifikleştirmek ve hastalığın önlenmesine yönelik yaklaşımın önemli bir parçasıdır. Atopik dermatitte birincil önleme genellikle klinik bulgular ortaya çıkmadan önce müdahale etmeyi ifade eder. İkincil önleme, klinik bulguları olanlarda semptomların kötüleşmesini önlemek için hastalığı erken bir aşamada tespit etmeyi ve tedavileri ifade ederken, üçüncül önleme, klinik bulguların ve şikayetlerin azaltılması ile hasta yaşam kalitesinin iyileştirilmesini ifade etmektedir.
Atopik dermatitin önlenmesinde önemli bir adım, manipüle edilebilecek risk faktörlerinin kapsamlı bir şekilde bilinmesidir. Örneğin, atopik dermatitte cilt bariyerinde önemli görev alan filaggrin gen mutasyonlarını biliyoruz; ancak bunlara doğum öncesi ve sonrası günümüzde müdahale etme şansımız yok (ancak zamanla mümkün olabilir). Ancak filaggrin eksikliğini cilt nemlendiricilerinin kullanımı ile kontrol edebiliriz. Bir diğer önemli husus, önleme müdahalelerinin ya da hayatlarında ayrıntılı değişikliklerin kabul edilebilirliğidir. Örneğin, atopik dermatitli çocuklara ilk 2 yıl boyunca tüm vücutlarına günde iki kez nemlendirici kullanmaları, sadece ılık duru su ile yıkanmaları, kese ve sabun kullanmamaları istenir. Bunun yerine, yaşamın ilk yılında günde bir kez nemlendirici kullanımı tavsiye edilmesi kabul edilebilirliği artırabilir. Ya da yumuşatıcı uygulamasından sonra ciltte geçici batma gibi küçük olumsuz etkilerin ya da banyo zeminine dökülen nemlendiricilerin kayma-düşme risklerinin, kullanılması gerekecek sistemik ilaçların yan etkileri yanında hafif kalabileceği çok iyi anlatılmalıdır.
Atopik dermatit ile ilgili birincil önlemler üzerine birçok çalışma görmekteyiz. Son 10 yılda özellikle probiyotikler ve cilt bariyerini güçlendirmeye yönelik çalışmaların daha yoğun olduğunu görmekteyiz. İnsan mikrobiyomu ve genetiğine ilişkin temel bilimsel keşifler, bu son eğilime katkıda bulunmuş olabilir. Bu çalışmaların sonuçları şunlardır:
- Geçmişten beri "içten dışa" yaklaşımı olarak da bilinen bebeklerin yalnızca anne sütüyle beslenmesi, süt dışındaki yiyeceklerin geciktirilmesi veya erken verilmesi, diyet kısıtlamaları ve diyet takviyeleri;
- Emzirmenin bebekler için açık faydaları olmasına rağmen bunun atopik dermatit için birincil önlemeyi sağlamadığı görülmektedir.
- Annelerin alerjenik yiyeceklerden kaçınmasının atopik dermatiti önlemede herhangi bir faydasını gösterememiştir.
- Tamamlayıcı beslenmenin (katı ve diğer gıdalar) başlandığı yaş ile atopik dermatit, gıda alerjisi veya astım riski arasında net bir kanıt bulunamamıştır.
- Gıda alerji toleransını artırmaya çalışmak için yaşamın birinci yılında alerjenik yiyeceklerin çocuklara başlanmasının atopik dermatit ve gıda alerji riskini artırmadığı, ancak yumurta ve fıstık alerjisini önleyebileceği konusunda sınırlı veya güçlü kanıt bulunmaktadır. Alerjenik yiyeceklerin erken başlanmasının atopik dermatiti önlemede hiçbir faydası olmadığı düşünülmektedir.
- D vitamini seviyelerinde düşüklük ile atopik dermatit görülme sıklığı ve şiddeti arasındaki ilişki kurularak D vitamini takviyelerinin bir önleyici önlem olduğu düşünülmüştür. D vitamini ayrıca cilt bariyeri fonksiyonu ve bağışıklık sistemi üzerinde düzenleyici bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Ancak günümüze kadar yapılan çalışmalarda net bir fayda sağlamadığı bulunmuştur.
- Hamilelik sırasında omega-3 uzun zincirli çoklu doymamış yağ asitleri (balık gibi) alımının sistematik bir incelemesi yapılmış, erken yaş dönemi başlangıçlı atopik dermatit için olası bir koruyucu etki bulunmamıştır.
- Yutulan probiyotiklerin (bağırsak mikrobiyomunu geri kazandırabilen patojenik olmayan canlı bakteriler veya mayalar) ve/veya prebiyotiklerin (yararlı bakterilerin gelişmesini teşvik eden sindirilemeyen gıda bileşenleri) atopik dermatiti önleyebileceği düşünülmüş ve çalışmalar yapılmıştır. Çalışmaların değerlendirilmesi maalesef karmaşıktır. Çünkü probiyotikler ve prebiyotikler çok çeşitli bileşenler içermektedir. İdealde hangisinin kullanılacağı tartışmalıdır. Diğer yandan, çalışmalar hamilelik sırasında, emzirme döneminde, doğumdan sonra bebeğe ve bunların çeşitli kombinasyonları şeklinde farklı tedavi süreleri ile kullanılmıştır. Hangi dönem ve ideal dozun ne olduğu da tartışmalıdır. Bebekler ve yürümeye başlayan çocuklar arasında yoğurt tüketiminin (en doğal pre ve probiyotik kaynağı) atopik dermatiti önlemesi için olası bir faydası olduğu öne sürülmektedir. 2019'daki sistematik bir inceleme, hamilelik ve/veya bebeklik döneminde probiyotik takviyesi alanlarda hastalığın görülme sıklığında bir azalma olduğunu göstermiştir. Lactobacillus ve Bifidobacterium kullananlarda, hamilelik ve bebeklik döneminde probiyotik takviyesi yapılanlarda atopik dermatitin yaşamın ilk iki yılında gelişmesini ve daha sonraki yıllarda devamını önlemede güçlü bir etkinlik gösterdiği öne sürülmektedir. Dünya Alerji Örgütü kılavuz paneli, atopik dermatitin önlenmesinde probiyotiklerin net bir faydası olduğunu ifade etmektedir. Ancak günümüzde yapılacak daha detaylı çalışmalar, probiyotiklerin ne zaman, hangi içeriklerle ve ne kadar kullanılacağını belirleyecektir. Dünya Alerji Örgütü şu durumlarda kullanılmasını önermektedir: alerjik bir çocuğa sahip olma riski yüksek olan hamile kadınlar, alerji geliştirme riski yüksek olan bebek emziren kadınlar ve alerji geliştirme riski yüksek bebekler.
- Son yıllarda "dışarıdan içeriye" yaklaşımı olarak bilinen cilt yüzeyine yönelik müdahaleler; ev tozu akarı gibi havadaki alerjenleri azaltma ve cilt bariyerini güçlendirme gibi yöntemleri içermektedir.
- Ev tozu akarlarından kaçınma stratejilerinin (tek başına veya alerjenlerden kaçınma ile birlikte) sistematik bir incelemesi, bu tür yöntemlerin hastalığın gelişim riskini azaltmadığı sonucuna varmıştır.
- Çiftlik hayvanları gibi antroposofik ortamlara erken maruz kalmanın atopik dermatiti önlemeye dönük çalışmaları sadece gözlemsel sonuçlarla sınırlı kalmıştır.
- Atopik dermatit ile sağlıklı deri bariyeri fonksiyonu için gerekli bir protein olan filaggrini kodlayan gen arasındaki ilişki keşfedildiğinden beri hastalığı önlemede deri bariyerini geliştirmeye odaklanılmıştır. Bozulmuş cilt bariyerinin egzama gelişimindeki önemi iyi bilinmektedir. Bu amaçla, seramid, simbiyotik ve probiyotik içeren nemlendiricilerin atopik dermatiti önlemeye dönük çalışmaları yapılmıştır.
Atopik dermatite ikincil önlemler, hastalığın tanısı sonrası tedavileri ve önerileri kapsamaktadır. Hastalığın daha sonraki seyrini veya şiddetini azaltmaya dönük bir çalışmanın yapıldığını görmekteyiz.
- Atopik dermatit, klinik bulguların ortaya çıkışı ve klinik tanı sonrası erken agresif tedaviler önerilmektedir. Yukarıda tanımlanan birincil önlemlere ek olarak, topikal antiinflamatuar tedaviler ve kaşıntı için sistemik ilaçların kullanımı önerilmektedir. Özellikle hastalık ile birlikte gelişen kontrolsüz kaşınmanın cilt hasarıyla sonuçlanması, bu hasarlanmanın otoimmünite üzerinden hastalığın kronikleşmesinde anahtar rol oynayabileceği düşünülmektedir. Kaşıntının kontrolünde farmakolojik destek dışında, kaşımaktan kaynaklanan cilt hasarını sınırlamak için davranışsal yöntemler de önerilmelidir (tırnakların kısa kesilmesi, pamuk içerikli olabildiği kadar kapalı giysilerin tercih edilmesi gibi). Bu tedaviler sırasında farmakolojik yan etkilerin güvenlikleri dikkatle takip edilmelidir.
- Atopik dermatit tanısı sonrası, hastalığın egzamatöz cilt problemleri dışında astım ya da rinitin önlenmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bunun için tanı sonrası setirizin ve levosetirizin gibi sistemik antihistaminikler başlanarak 18 ay kullanımı istenmektedir. Ancak yapılan çalışmalarda antihistaminiklerin kaşıntı ve egzamatöz cilt lezyonlarında kontrol sağladıkları, ancak astım ve rinit gelişimini engelleyemedikleri sonuçları gözlenmiştir.
Atopik dermatite üçüncül önlemler, hastalık tedavisini, klinik belirtilerde alevlenmelerin, kötüye gidişin önlenmesini ve hastalığa bağlı gelişebilecek komplikasyonların ve sekellerinin önlenmesini kapsamaktadır. Bu amaçla birçok çalışma yapılmıştır.
- Son 30 yılda hastalık tedavisindeki en önemli gelişmelerden biri, hastalığın klinik belirtilerinin stabil olduğu dönemde "proaktif tedavi" olarak tanımlanan tedavilerin uygulanmasıdır. Bu tedavi, klinik olarak belirtilerin olmadığı hastalık yerleşim yerlerine haftada iki ardışık gün topikal kortikosteroid ya da haftada bir gün kalsinörin inhibitörlerinin kullanılmaya devam edilmesidir. Proaktif tedavi, sonraki alevlenmelerin sayısını önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir. Bu tedavide öncelikle aktif klinik olan atopik dermatitli hastada topikal ve sistemik ilaçlar ile klinik baskılanmakta, remisyon sağlandıktan sonra proaktif tedaviye bir sonraki alevlenme dönemine kadar devam edilmektedir (hastalığın kontrolünü ele al, sonra koru konsepti).
- Başka bir inceleme, hastalığın erken klinik evresinde D vitamini takviyelerinin başlanmasının, hastalığın sonraki şiddetini azaltmada küçük bir faydalı etkiye sahip olabileceğini öne sürmüştür.
Yukarıda anlatılan çalışmalar atopik dermatitin erken çocukluk dönemi ile ilgilidir. Bu hastalığın büyük bir bölümünün çocukluk döneminde başlamasıyla ilgilidir. Ancak atopik dermatitlerin %4'ünde çocuklukta klinik olmadan yetişkinlikte hastalık ortaya çıkmaktadır. Yetişkinlerde atopik dermatit önleme çalışmaları oldukça azdır.
- ABD'li kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada, niasinin transepidermal su kaybını azalttığı bulunmuş, niasin alımının yetişkin atopik dermatite karşı koruma sağlayabileceği düşünülmüştür. Bunun tam tersi, yani niasin alımıyla paradoksal olarak kliniklerin artabileceği yönünde çalışmalar da bulunmaktadır.