- Gösterim: 8647
Son yıllarda beslenme düzenimizden kullanılan cilt bakım ürünlerine kadar hızla artan içeriklerde sık duymaya başladığımız yeni tanımlar; probiyotikler, prebiyotikler, simbiyotikler
Probiyotik; “Pro” ve “biota” olmak üzere iki kısımdan oluşan bu terim “for life; yaşam için" anlamına gelmekte ve antibiyotik teriminin anlamca karşıtıdır. Probiyotikler insan sağlığı için olumlu etkileri olan bakteriler için kullanılmakta ve ilk defa 1908 yılında, Nobel ödüllü Rus araştırmacı Elie Metchnikoff tarafından ortaya atılmıştır. Metchnikoff Bulgar köylülerinin uzun yaşam süreleri ile bol miktarda yoğurt tüketmleri ile ilişkilendirmiş ve yoğut içeriisndeki canlı bakterileri incelemiş ve bunlara "Lactobacillus bulgaricus" adını vermiştir.
İnsan vücudunun yaklaşık 2 m² dış yüzeyi deri ve 300 m²’ iç yüzeyi(ağız içinden bağısaklara, akciğer hava yollarına kadar...) mukozal yüzey ile kaplıdır. Bu yüzeylerde yaklaşık olarak 1014 mikroorganizma bulunmakta bunlar mikrobiyota olarak tanımlanmakta. Her organın kendi mikrobiyotasının özellikleri birbirinden farklıklar göstermektedir. Bu mikrobiyota zararlı ajanlara (patojen mikroorganizma, kimyasal ajanlar) ve antijenlere karşı doğal vücut savunma sisteminin bir parçasıdır. Probiyotik mikroorganizmalar, patojen ve toksijenik olmama, insan kaynaklı olma, mide asidi ve safraya dirençli olma, deri hücrelerine ve bağırsak hücre epiteline tutunabilme, deri ve sisndirim sisteminde geçici olarak kolonize olabilmeli, doğal floraya adapte olabilmeli, antimikrobiyal özellikte salgı yapabilme ve konakçının sağlığına olumlu katkı yapabilme gibi özelliklere sahip olmalıdır. Bu özellikleri probiyotiklerin, deri ve sindirim sisteminde patojen mikroorganizmaları inhibe edilmesi veya ortadan kaldırması ile gerçekleştirmektedir. Bunu laktik asit üreterek lümenin pH’sını düşürmek, antimikrobiyal mikrosin, hidrojen peroksid ve serbest radikaller üretmek, reseptörlere tutunarak ve besin kaynakları için rekabet etmek, koruyucu musin oluşumunu uyarmak, sekretuar IgA yapımını uyarmak gibi mekanizmalar ile yapmaktadır.
Probiyotik mikroorganizmalar patojen olmayan mikroorganizmalar olup; Laktobasiller, Bifidobakteriler ve Enterokoklar gibi alr grupları bulunmaktadır(bunlar deri ve insan sindirim sisteminde doğal olarak bulunmaktadır). Ancak son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda probiyotik bazı mikroorganizmaların (Lactobacillus rhamnosus, Lactobacillus paracasei gibi) potansiyel patojeniteleri tespit edilmiştir bu nedenle ve ürün uygulamalarında kullanılacak probiyotik mikroorganizmalar titizlikle değerlendirilmeli ve seçilmelidir. Kullanılan preparatın içindeki mikroorganizmaların güvenirliği kanıtlanmış, bilinen suşlar olup olmadığı dikkatlice gözden geçirilmelidir. Probiyotiklerin raf ömrü 3-6 Sayfa haftadır. Kurutulmuş fromlarında 12 ay içinde probiyotik miktarı azalmakta, buda kullanılan bakteri düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Etkinliklerini metabolize ve kolonize olarak gösterdiklerinden günlük tüketimleri önerilmektedir. Önerilen günlük doz erişkinlerde bir milyar ile on milyar “colony forming unit” (cfu) dir.
Prebiyotikler ise kalın bağırsaklarda bir veya daha fazla bakterinin üremesini ve/veya aktivitesini teşvik ederek faydalı olan, sindirilemeyen gıda içerikleri olarak tanımlanır. Şu ana kadar belirlenmiş prebiyotikler olarak sindirilemeyen karbonhidratlardır ve laktuloz, inülin ve bir dizi oligosakkaridler bulunmakta. Bazı nişastaların sindirimden kaçarak kalın bağısakta prebiyotik kaynakları olarak kullanıldıkları gösterilmiştir. Bir besin bileşeninin prebiyotik özellik taşıyabilmesi için sindirime dirençli olması, kalın bağırsaktaki probiyotikler tarafından hidrolize edilmesi, bir veya kısıtlı sayıda olmak üzere daha çok bakterinin çoğalmasını uyarması, insan sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin olması gerekmektedir.
İnülin, oligofruktoz, gluko-oligosakkarit ve galaktooligosakkaritlerin prebiyotik olarak kulanımını görmekteyiz(henüz insanlarda kullanımı ile ilgili genellemeler yok). Doğal besin kaynaklaı ile bunlar alınabilir(Bir porsiyon pırasa yemeği, bir küçük boy muz, bir küçük boy soğan ve sarımsak günlük prebiyotik gereksinimini karşılamaktadır). (İnanç ve ark., 2005). İnülin ve oligofruktoz yüzyıllar boyu hiç bir yanetki göstermeksizin bir besin bileşeni olarak kullanılmakta.
Simbiyotik kavramı ise probiyotikler ve prebiyotiklerin birlikte kullanılmasıdır.
2001 yılında Dünya Sağlık Örgütü,World Health Organization-WHO, probiyotikleri tanımlamış. Buna göre probiyotiklerin sindirim sisteminde var olanları dış patojen mikroroganizmalara karşı bizi korudukları gibi immun sistem üzerinden genel vücut savunma sistemini düzenledikleri ifade edilmekte. Bağırsak mikrobiyotasının değişimi inflamatura hastalıklar ve otoimmun hastalıklara neden olabilmekte. Bu değişimin bir çok cilt hastalığıile birliktelikleri açıklanmış. Bunların arasında atopik dermatitis, akne, sedef hastalığı-psoriasis ve melasma ilk akla gelenler. Bu ilişki embriyonal gelişim sırasında ektoderm kökenli olan ve peptidler salgılayan 3 sistemin; deri, beyin ve bağırsak sistemi, ilişkili oldukları düşünülmüş. Bu 3 sistem ve birbirleri üzerindeki etkileri “bağırsak-beyin-deri aksı, gut-brain-skin axis olarak tanımlanmakta. hatta son yıllartda bu aks cilt yenileme yaklaşımlartında dahi kullanılmakta.
Atopik dermatitiste-AD deri yüzeyinde patojen bakterilerin(özellikle Staphylococcus aureus gibi) kolonizasyonu ile derinin bariyer fonksiyonunun bozulduğu ve dermatitis kinik belirtilerinin alevlendiği bilinmekte. Bu nedenle deri yüzeyinde mikroorganizmaların yeniden kolonizasyonu yönünde tedaviler AD te pratik olarak kullanılmakta. Son yıllarda bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesi ile AD kliniğinin düzenlenmesi arasında arasında ilişki alternatif tedavi seçeneklerini geliştirdi. Bu amaçla özellikle çocuk AD hastalarında probiyotiklerin kullanımı gündeme geldi( probiyotiklerin etkin dozları, uygulama zamanları, kullanım süreleri kesin olmamakla birlikte). 12 ay üstündeki AD çocuklarda "Lactobacillus plantarum" ve "Lactobacillus fermentum" probiyotik olarak kullanılmakta.
Akne gelişiminde artmış sebum yapımı, pilosebase kanal hücrelerinin hiperkeratinizasyonu, deride propiyonebakteriyum akne-P.acnes bakterilerinin kolonizasyonu ve inflamasyon sitokinleri sorumlu olduğu için tedavilerde bu neenler hedef alınmakta. Cildin uygun ürünler ile temizlenerek P. acnesin kolonizasyonun azaltılması, yüksek kalorili beslenmenin kesilmesi ve süt ürünlerinden uzak kalınmasına dönük diyetler zaten kullanılmakta. Ancak tedvilere destek amaçlı probiyotiklerin kullanımı yeni öneriler. Erişkinlerde aknede Lactobacillus rhamnosus içeren probiyotiklerin kullanımı ile destek tedavilerinde etkin sonuçlar gözlenmiş ancak sonuçlar çok net değil. Probiyotiklerin sistemik kullanımı dışında topikal kullanımı çalışmalarıda bulunmakta. Bunlar laktobasil, "Streptococcus salivarius" ve "Streptococcus thermophiles" içeren topikaller ile yapılmış.
Sedef hastalığında bağırsak mikrobiyotası üzerinde çalışmalar yapılmış. bağırsak deri aksı üzerinde en geçerli bulgular sedef hastalığında gösterilmiş. Simbiyotik bakteriler olan Lactobacillus spp., Bifidobacterium spp.,Faecalibacterium prausnitzii bu ilişkide olumlu mikroroganizmalar ile değerlendirilrken Escherichia coli,Salmonella sp., Helicobacter sp., Campylobacter sp., Mycobacterium sp.ve Alcaligenes sp. sedef gelişiminde suçlanmakta. Bu düşünceler ile sedef hastalığında probitotikler sistem olarak kullanımış. Bu amaçla Lactobacillus pentosus, bifidobacterium infantis, Lactobacillus sporogens sistemik olarak olumlu sonuçları ile sedef hastalığında kullanılmış.
Rosacea, Roza, Gül hastalığı; inflamatuar bağırsak hastalıkları ile roza birlikteliği, bağırsak mikroorganizmaları ve bunların ürünlerinin roza kliniğini alevlendirmesi gibi bulgular dikkatleri bağırsak mikrobiyotasına odaklandrımakta. Roza hastalarında ince bağırsaklarda mikroroganizma kolonizasyonu normalden yüksek bulunmuştur( small intestinal bacterial overgrowth;SIBO). Bu hastalarda SIBO nun düzenlenmesi ile roza kliniğide düzelmekte. Sistemik olarak probiyotiklerin kullanımı Bifidobacterium breve ve Lactobacillus salivarius kullanımı deri hatta roza kaynaklı göz belirtilerini önemli düzeyde azaltmakta. Rozada fiber ağırlıklı prebiyotikler eklenerek diyetlerde önerilmekte.
Foto yaşlanma ve melasma; fotoyaşlanmada sorumlu olan güneş ve yapay ışık kaynalı UVR karşı korunmada probiyotiklerden laktobasiller kullanılmış. Lactobacillus johnsonii özelikle karotenler ile birlikte sistemik kullanımında UVR karşı koruma sağladığı gösterilmiştir. Bifidobacterium breve, Lactobacillus acidophilus foto yaşlanmada UVR hasraına karşı kullanılmış. Benzer bir çalışma sistemik olarak melasmalı hastalarda karoten, likopen ve Lactobacillus johnsonii probiyotikleri ile yapılmış. Çalışmalar devam etmekte.
Antiaging; derinin normal pH değeri 4.2 ile 5.6 civarında hafif asidiktir. Bu deride patojen mikroroganizmaların çoğalmasına karşı doğal bir bariyer oluşturuken ,enzimlerin aktivitesinin düzenlenmesi ve doğal neminin devamının sağlanmasınada yardımcı olmakta. Ancak yaşlanma sürecinde özellikle 70 yaşından sonra deri pH anlamlı düzeyde artmakta buda proteaz enzimilerinin aktvitesine neden olmakta. Probiyotiklerin bu yaş döneminde sistemik kullanımı asidik molekülleri arttırmakta, deri pH'ını düşürmekte ve proteaz aktivitesini normalleştirmekte. Bu amaçla Lactobacillus plantarum probiyotikler sistemik olarak kullanımış deride nem oranında anlamalı yüksel hatta derin kırışıklıklarda düzelme derinin canlılığında artışlar gözlenmiştir.
Probiyotikler, prebiyotikler ve simbiyotikler ile dermatolojik problemlerde kullanım sonuçları; bunların tamamlayıcı tedaviler olarak kabul edilmesi yönünde. Yani konvasiyonel tedaviler ile birlikte kullanılmalı.