- Gösterim: 7373
Ön görüşme yaptığımız hastalarımızın büyük bir kısmı, yıllar önce kendilerini en güzel ve çekici hissettikleri hallerine dönmek istemektedir. Hasta istekleri arasında belki de en olumsuzu, popüler kültürün yarattığı bir medyatik ikona dönüşme arzusudur. Biz de estetik uygulamalarımızda hastanın klinik değerlendirmesini yaparak estetik ihtiyaçlarını belirler, estetik özelliklerin geliştirilmesi ve güzel bir sonuç için algoritmik bir tedavi yaklaşımı tasarlarız. Estetik hedef kriterleri olarak objektif "standart güzellik ölçümlerine ve ortalama estetik değerlerine" güveniriz ve her seferinde güzel bir sonuç elde edileceğine inanırız. Ancak tüm süreçte kullandığımız standart güzellik ölçütlerini kullanırken, hastalarımızın bireysel özelliklerini ya da sosyal kimliklerini ne kadar koruyoruz? Yoksa birbirine çok benzeyen yüzler ve vücutlar mı yaratıyoruz?
Her birimiz, ırksal, etnik köken, yaş ve cinsiyetimizden kaynaklanan temel ortak özellikler taşırız.
Ancak bir de bizi biz yapan benzersiz ve ayırt edici özelliklerimiz var. Estetik uygulama protokollerinde bireysel özelliklerimizin korunması ve geliştirilmesi son derece önemlidir. Bundan yola çıkarak son yıllarda yapılan estetik uygulamalara "Bireysel Marka Estetiği" denilmektedir. Bu kavram, yüzümüzde ya da vücudumuzda estetik özelliklerimizin başkaları ve kendimiz tarafından nasıl algılandığını etkileyen faktörlerin biyolojik, sosyal kimlik ve psikolojik unsurları ile değerlendirilmesine dayanı
Güzel algımız sadece gözlerimizle gördüğümüz kadar basit değil. Bu algının beyinde nörofizyolojik olarak işlenmesi ve yargıya dönüşmesi gerekmektedir. Bir objede gördüklerimiz; renkler, dokular, oranlar, kontur hatları ve simetri. Bunların sonsuz kombinasyonları güzel algımızı oluşturmakta. 17.500 kelebek türündeki sonsuz çeşitlilik arasında bir veya birkaç tanesini güzel olarak tanımlarken bir estetik kombinasyon kullanırız. İnsan çeşitliliğinde bireyin görsel benzersizliğine karşın insanda güzellik tanımını buna göre yapmaktayız. Güzellik yargımızın kültürel ve çevresel etkilerle şekillendirildiği bir gerçek. Hatta güzellik algısında yüksek düzeyde kültürler arası anlaşma olduğunu da görmekteyiz. Ancak herkesin paylaştığı, fakat sadece birimizde görsel algısı çekici, zevkli duyguları harekete geçiren ve hatta sarhoş edici bir deneyim olarak tanımlanan güzel algısı nasıl ortaya çıkmaktadır? Charles Darwin tarafından eşeysel seçilimde güzellik ve çekicilik bir kriter olarak tanımlanmaktadır.
Güzellik algımızda yüz özellikleri önemlidir çünkü sözsüz iletişimin birincil kaynağıdır. Yüz, bu niteliğiyle duyusal ve bilişsel ifadeleri çekici hale getirerek dikkat çekme gücüne sahiptir. Bu nedenle bazı yüzlere baktığımızda kendimizi mutlu hissederek tekrar tekrar bakmak isteriz. Bunu şu şekilde açıklıyorlar: Görsel algı ile ilişkili nörolojik yollar, görsel uyaranları ödül hissi ile ilişkilendirir. Ödül hissi bilinçaltı düzeyden kaynaklanır (örneğin, hedonik zevk, uyarılma, ilgi, sevgi, nefret, cazibe vb.). Beynimizdeki orbitofrontal korteks (OFC) ve subkortikal merkezler, temelde duyguları işleyen ve görsel uyaranlara yanıt olarak davranışlarımızı yönlendiren amigdala, endorfin ve nörotransmitterlerle uyumlu olarak hareket eder. Şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, bu yüzden bizi mutlu hissettirdiği için çekici ve güzel olan birine tekrar tekrar bakarız.
Sık sık duyulan bir ifade olan "güzellik, bakanın gözündedir" yanlıştır. Bu cümle, sosyal veya kültürel etkiden arındırılmış olarak yenidoğanların ve bebeklerin yüzlerinin hepimize niçin çekici geldiğini ve daha fazla görsel dikkat gösterdiğimizi açıklayamaz. Estetik bir deneyim ile ilişkili keyifli duygular, gözleyenin kültürü, bilgisi veya sosyal statüsü ile sınırlı değildir. Bu nedenle, görsel estetiği nasıl işlediğimize ve deneyimlediğimize dair doğuştan gelen ortak bir özelliğimiz olduğu kesindir. Günlük olarak, kişiler arası davranışlarımız, görsel estetiği ödüllendirmenin hızlı ve sürekli yargıları tarafından yönlendirilir. Bu bilinçsiz yargılar, bilişsel süreçlerimizde önyargıya neden olur ve insanlara nasıl davrandığımızı etkiler.
Güzelliğin insanlar ve canlılarda biyolojik işlevi nedir? Bu sorunun cevabı, güzellik algımızın bilinçli düşüncemiz tarafından işlenmeden önce bilinçaltımızla iletişim kurma yeteneğinde yatmaktadır. Bu yetenek, biz insanlar da dahil olmak üzere tüm canlılar için milyonlarca yıl içinde adapte olmuştur. Hayvan türlerinde erkek ve dişinin ayırt edilebilir fiziksel özelliklerinin nitelikleri, temelde sağlıklı, genetik olarak uyumlu ve sürdürülebilir genlerin reklamını yapmaktadır. Bazen bu özellikler, genetik uygunluğun reklamını yaparken günlük aktivitelerine katkı sağlamayabilir. Örneğin, bir erkek tavuskuşunun kuyruğu, dişiyi etkilemek için estetik olarak çok güzel olsa da, bir yırtıcıdan kaçmak söz konusu olduğunda büyük bir engeldir.
İnsanlarda ise günlük olarak kişilerarası davranışlarımız, görsel estetiği ödüllendirmenin hızlı ve sürekli yargıları tarafından yönlendirilir. Bu bilinçsiz yargılar, bilişsel süreçlerimizde önyargıya neden olur ve insanlara nasıl davrandığımızı etkiler. Sözsüz iletişimin birincil kanalı olan yüz mimiklerimiz, bir kelime bile söylemeden üç boyutlu hacmiyle adeta konuşur. Bu nedenle yüzlerimiz, en etkileşimli vücut bölümümüzdür. Yaşlanma sırasında yüzün istenmeyen değişimi, yanlış yüz ifadesi algısına neden olarak başkalarına depresyon, öfke, huysuzluk, sevinç ve mutluluk gibi olmayan duygusal durumlarımızı işaret eder.
Dış görünüşümüzden memnun olduğumuzda, pozitif benlik algımız ve öz saygımız doğrudan yükselir. Bu, kendine güvenen ve olumlu sosyal etkileşimler kuran bir birey anlamına gelmektedir. Belki de güzellik ya da güzel olma isteğinin temelinde yatan asıl nedenin bu olduğunu göstermektedir. Kişinin çevresinden dış görünümü ile ilgili yüksek pozitif geri dönüşler alması, bireysel, sosyal ve mesleki hayatında pozitif bir süreç anlamına gelmektedir. Çekici göründüğünü hissetmek, kişiler arası sosyal ilişkilerinizi etkiler. Çekici hissediyorsanız ve bu, çevrenize olumlu bir etki yaratıyorsa, başkaları tarafından çekici olarak algılanmanız daha olasıdır. Ayrıca birçok kültürde, çekici olarak görülen kişilere toplum, sahip olduklarından daha fazlasını yükler (örneğin, daha yetenekli, daha şanslı, daha mutlu vb.).
Yüzyıllar boyunca estetik görsel dengede heykeltıraşlar, ressamlar ve mimarlar tarafından altın oran (phi oranı) gibi sayısal kriterler kullanılmıştır. Phi oranı gibi sayısal objektif veriler, yüz güzelliğinin değerlendirilmesinde tartışılmıştır. Bunlar, belirli bir dereceye kadar çekici ve güzel algılanan yüzler için örtüşmektedir. Ancak modern bilgilerimiz, güzelliğin sayısal değerlerden fazlası olduğunu göstermektedir. Özellikle harmoni, simetri ve ortalama değerlerin, güzel ve çekici algılanmada daha önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Simetrik ve ortalama yüz özelliklerinin neden daha çekici olduğu düşünüldüğünde, bunların insanlar tarafından işlenmesinin daha kolay olmasıdır.
Yapılan çalışmalarda, yaşamsal tecrübemizle insan yüzü için bir prototip belirlediğimiz saptanmıştır. Bu prototip, yaşadığımız toplumun fiziksel özelliklerinin bir karmasıdır. Ayrıca, bu prototip güzelliğin genel niteliklerini içermektedir. Kişiye özel güzelliğin öznel nitelikleri de vardır; bu aslında bizim diğerlerinden ayırt edici özelliklerimizdir. Ayırt edici özelliklerimiz, prototipten fazla uzaklaşmayan ancak ona kontrast sağlayan küçük "şeyleri" (örneğin, badem şeklindeki gözler, dolgun ve öne çıkmış dudaklar, düğme gibi bir burun) temsil eder ve kişisel markamızı oluşturur. Bu tür özellikler, yüzün harmonisi, simetrisi ve genel prototipten çok uzak değilse genellikle son derece güzel kabul edilir. Bu, o kişinin elindeki çekicilik ve güzellik için kullanacağı premium kartıdır. Bu özellikler, kişinin hemen fark edilmesini sağlayan, unutulmaz kılan ve seçici özelliklerdir. Yüz özellikleri ortalamadan olumsuz yönde saptığında hemen fark ederiz ve rahatsız edici olsa da bunlar da unutulmaz. Elvis Presley'nin unutulmaz gülümsemesini düşünün. Aslında asimetrik ve estetik olarak olumsuz bir gülme estetiği. Ancak onun markasını temsil eden belki de unutulmaz kılan ancak başkasında gördüğümüzde olumsuz algıladığımız bir gülümseme. Bu nedenle makyaj yapmanın gerçek püf noktasını yüzümüzde hoş görünen yerleri ön plana çıkarmak olumsuz olan yerleri kapatmak olarak tanımlarız.
Güzellik için belirlediğimiz genel prototip, estetik yargımız ve deneyimlerimize, içinde bulunduğumuz kültürel yapıya ve ırksal özelliklerimize göre değişmektedir. Bu nedenle, her toplumun kendi genel prototipi vardır diyebiliriz. Bu prototip, zamana, toplumun kültürel evrimine ve popüler kültüre göre değişmektedir. Gerçi her toplum için güzellik konusunda bir dereceye kadar uzlaşılan bir anlaşma var gibi görünmekle birlikte, her kültürde güzellik genel prototipinde ayırt edici ırksal ve etnik farklılıklar rol oynamaktadır.
İnkar edilemez bir şekilde, bir bireye özgü yüz özellikleri, onları anında tanınabilir kılan ve görsel imzalarını (imza özelliği) tanımlayan unsurlara katkıda bulunur. Son yıllarda ön plana çıkan kişiye özgü ve kişisel markasal özelliklere özgü estetik yaklaşımlar tam olarak bunu vurgulamaktadır. Kişisel markamıza, imzamıza dönük estetik yaklaşımlar, yaratılışımızdan gelen ödüllendirildiğimiz özelliklerimizi korumak ve bunları güçlendirecek estetik yaklaşımlardır. Yani kısaca estetik yaklaşımları genelden bireye indirgemek.
Kişisel marka estetiği 4 ana prensip üzerinde çalışır. Hastanın en belirgin olumlu özelliğini belirleme, kişiliği ve farkındalığının bu olumlu özellikle ne kadar eşleştiğini saptama, bu özelliğin zenginleştirilmeye olan ihtiyaçlarını belirlenmesi, uygulanacak estetik girişimlerin kişinin kültürel, sosyal kimliği ve etnik estetiği ile uyumlu olması gibi.
Bir hasta farkında olmasa bile olumlu belirgin özelliği - kişisel imza özelliği, ilk görsel izlenimimizde hemen fark edilebilmektedir. Bu imza özelliği, estetik çekiciliğin ödülü, benzersiz bir yüz özelliği (gözler, burun, elmacık kemikleri veya çene çizgisi gibi) olabilir. Bu nedenle bu özelliği ön plana çıkararak korumak ya da daha belirgin hale getirmek estetik yaklaşımların hedefi olmalıdır. Bu imza özelliklerini ünlü örneklerle kolayca vurgulayabiliriz. Bulundukları sektörün çalışmalarının doğası gereği birçok ünlünün kişisel özelliklerine - markalarına güvendiklerini ve değiştirmediklerini görmekteyiz. Kendine özgü doğal görünüşleriyle Barbara Streisand ve Mick Jagger buna örnek verilebilir. Barbara Streisand'ın imza burnu, hiç değiştirmeye çalışmadığı ancak çok farklı bir şekle ve boyuta sahiptir. Mick Jagger da abartılı dudaklarıyla sıska bir genç adamı rock’n’roll seks sembolünün zirvelerine yükseltti.
Magazinsel medya ve sosyal medyaya baktığımızda, görsel imzaların korunmasının kişisel marka için neden bu kadar önemli olduğunu gösteren en iyi örneklerden bazılarını görmekteyiz. 2014 yılında aktris Rene Zellweger (Bridget Jones'un Günlüğü baş karakteri) yüz gençleştirme uygulamaları kapsamında bir blefaroplasti ve jawline prosedürleri yaptırdı. Tedavi prosedürü başarılı olmuş ve hala güzel bir kadın olmakla birlikte, yüzünün imzası olan hooded eyes (kapüşonlu gözleri) maalesef gitti. Gözleri ve ince çene hattı rollerinde kusurlu ama sevimli karakterler olarak onu çok sevdiren bir parça olmuştu.
Ünlü olmama durumunda ise kişisel güzellik ve marka özellikleri daha da önemli hale gelmektedir. Sosyal çevrelerimizde tanınmamız ve çevrenin bize olan aşinalığı, benzersiz özelliklerimize çok bağlıdır. İdeal olarak, markasal estetik yaklaşımları hastanın evrensel bir standarda uyum sağlamaya çalışmaktan ziyade bireyselliğine odaklanmasına yardımcı olmalıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda, belirli standartlara veya güzellik trendlerine kişiyi yaklaştırma girişimleri gerçekleştirilemediğinde hasta için hayal kırıklığını önlemeye yardımcı olur. Oscar Wilde'ın bireysellik ile ilgili sözünü estetik için kullanabiliriz: "Be yourself; everyone else is already taken."
Bu nedenle, yüz estetiğinde kişisel özelliklerin korunması ve bunların zenginleştirilmesi için yardımcı özelliklerin geliştirilmesi (cilt kalitesi gibi) gerekebilmektedir. Çizgiler, kırışıklıklar, güneş hasarı ve kırmızı damarlar, dermatolojik arka plan gürültüsünün tüm unsurlarıdır ve bunlar en aza indirilmelidir. Bunun yapılması, kişisel markasal özelliklerinizi daha da zenginleştirecektir.
Hastanın kültürel ve etnik köken değerlerinin belirlediği estetik prototipi ile uyumun korunması son derece önemlidir. Bu ilkeyle çelişmek, komik, trajik, tepki çeken hatta saldırganlığı davet eden bir görünüme neden olabilir.
Sonuç olarak, estetik bir iyileştirme, mümkün olan yerlerde harmoni, orantı ve simetri üzerine çalışarak güzellikten uzaklaşan faktörleri en aza indirmek, ancak aynı zamanda kişisel özelliklerin korunması, hatta bu özelliklerin zenginleştirilmesi ve rafine edilmesi gerekmektedir. Kişisel marka estetiği, bireyselliği onurlandırır ve bir kişiyi standart bir metriğe dönüştürmeye çalışmak yerine, hastayı benzersiz ve tanınabilir kılan bilinçaltı unsurlarını korumaya çalışır. Hastayı kendi kişisel özelliklerinin değerini tanımaya yönlendirmek, estetik ile birlikte özgüven ve benlik saygısını artırma potansiyeline sahiptir.