Fototerapi, Fototedavi, Işık Tedavileri

Sistemik skleroz, cildi ve iç organları çeşitli derecelerde etkileyebilen, kollajen-damar bozuklukları grubuna ait kronik bir inflamatuar hastalıktır. 100.000 kişide 10 görülme sıklığı ile oldukça nadir görülen bir hastalık olarak kabul edilebilir. Vücutta damar sistemi, bağ dokusu ve bağışıklık sistemini henüz tanımlanmamış bir sıra ve dağılım ile etkilemektedir. Hastaların bireysel cilt tutulumuna bağlı olarak klinik özellikler oldukça değişkenlik göstermektedir. Cilt dışında kalp, böbrekler ve akciğerler, sık görülen gastrointestinal ve kas-iskelet sistemi semptomlarına ek olarak esas olarak etkilenir. Ancak hastalığın bu heterojen klinik seyrinin nedeni henüz ayrıntılı olarak açıklanamamıştır. Sistemik sklerozda belirgin kadın hakimiyeti, 3:1'lik kadın:erkek oranları ile görülmekte.

Skleroz terimi genel olarak nedenleri ile klinik sonuçlarını önemsemeden dokuların kalınlaşmasını ve sertleşmesini tanımlar. Cildin sklerozu için skleroderma terimi kullanılmaktadır. Skleroderma bir hastalıktan çok cildin klinik bir bulgusudur. Ancak skleroderma sıklıkla sistemik bir hastalıkla, sistemik sklerozla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Dermatolojide ise çok sayıda farklı neden ve tetikleyici ciltte sklerotik süreçlere neden olabilmektedir. Kolajen-vasküler bozuklukları veya inflamatuar bağ dokusu hastalıkları olarak tanımlanan hastalıklarda iç organların sklerotik lezyonları ile birlikte skleroderma lezyonları görülmektedir. Bağ dokusu hastalıklarından olan sistemik lupus eritematozus ve dermatomiyozitte, cilt tutulumu önemli ölçüde klinik belirleyicidir. Sistemik sklerozda skleroderma kliniğin ayrılmaz bir parçasıdır.

Sistemik skleroz, kolajen bağ dokusunu belirgin şekilde etkileyen bir inflamatuar bağ dokusu hastalığıdır. Sistemik sklerozda cilt tutulurken, klinik şiddeti daha fazla belirleyen iç organ tutulumları; özellikle kalbi, akciğerleri ve böbrekleri etkilemektedir. Organ tutulumunda inflamatuar ve immünolojik mekanizmaları görmekteyiz; ancak organ tutulum çeşitliliğini hangi mekanizmaların belirlediği bugüne kadar hala belirsizdir. Sklerozis kliniklerinin ilerleyici olması nedeniyle sistemik skleroz terimi kullanılmaktadır. Sistemik sklerozun cilt tutulumu olmayan nadir formları da bulunmaktadır.

Sistemik sklerozda üç temel patojenik bileşen görmekteyiz: damar sisteminin endotel ve çevre bağ dokusu, bağ dokulardaki kolajen ve fibroblastlar, inflamasyondan sorumlu olan otoimmün fenomenlerle bağışıklık sistemi. Ancak günümüzde hâlâ bu üç bileşenin önem sırası ve karşılıklı etkisi belirsizliğini korumaktadır. Doğuştan gelen bağışıklık sisteminin etkisi ve fibrozisteki rolü son yıllarda giderek daha fazla çalışılmakta. 

Sistemik skleroz gelişiminde günümüzde tartışılan faktörler;

Sistemik sklerodermanın genetik faktörleri

Sistemik sklerozda pozitif aile öyküsünün normalden 12 kat daha fazla olması önemli bir risk faktörü olarak kabul edilir. Öte yandan, hem monozigotik hem de dizigotik ikizlerde sistemik skleroderma gelişimi riskleri oldukça yüksektir. Özellikle HLA bölgesinin genleriyle, özellikle DRB1*1104-, DQA1*0501- ve DQB1*0301 haplotipleriyle veya belirli HLA antijenleriyle spesifik antinükleer antikorlarla ilişkisi önemlidir.

Çevresel faktörler

CMV, parvovirüs B19, HPV ve toksoplazmoz gibi çeşitli enfeksiyonların sistemik sklerodermanın etiyolojisi ve patogenezinde önemli olduğundan şüphelenilmektedir. Hastalığın temel mekanizmasındaki otoimmün yanıtlar, bakterilere ve virüslere karşı yüksek antikor titreleri ile ilişkilendirilmiştir. Antibiyotiklerin sistemik sklerodermanın seyri üzerindeki olumlu etkileri gözlemlenmektedir; ancak bu etkinliklerin ilaçların muhtemelen antiinflamatuar veya antifibrotik aktivitelerine bağlı olduğu düşünülmektedir.

Sistemik sklerozda organik çözücüler ve kuvars tuzları gibi çeşitli çevresel maddelerden şüphelenilmektedir. Bunların immünogenetik veya inflamatuar geçmişi olan yatkın bireylerde muhtemelen önemi vardır. Sigara içmenin dolaşım bozuklukları için önemli bir tetikleyici olması nedeniyle sistemik sklerozda diğer bir çevresel faktördür.

Vasküler sistem kaynaklı faktörler

Sklerodermada Raynaud fenomeni gibi damar hastalıklarının sık görülmesi, vasküler sistemin belirgin bir rolü olduğunu göstermektedir. Sklerodermada damarların endotel hücrelerinin apoptoz oranının arttığı, endotel antikorlarının ve endotel hücre progenitörlerinin sayısının azaldığı ve bunun sonucunda neovaskülarizasyonun azaldığı bir ortamla karakterizedir. Bu arada damar endotel hücrelerinde ICAM-1, VCAM-1 ve E-selektin gibi yüzey moleküllerinin artması, kandaki inflamatuar hücrelerin damar duvarlarından dokuya göçünü kolaylaştırırken, doku büyüme faktörü β (TGF-β), bağ dokusu büyüme faktörü (CTGF) ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF) gibi profibrojenik büyüme faktörlerinin üretimini de artırmakta, aynı zamanda endotel büyüme faktörlerinin sentezinin inhibisyonunu sağlamaktadır.

Bağ dokusu kaynaklı faktörler

Deri, damar duvarları ve iç organların sklerozisi kollajen içeriğinin artması ve hücreler arası bileşenlerinin birikmesinden kaynaklanmaktadır. Son çalışmalar bu değişmde fibroblastların sayısal olarak artmadığını, ancak alt popülasyonların kollajen üretmede daha aktif olduğunu göstermiştir. Fibroblastlar kollajen, fibronektin ve glikozaminoglikanların sentezini uyaran doku büyüme faktörü β (TGFβ) gibi inflamatuar sitokinler tarafından uyarılır. Fibroblastlar ve destek doku matris arasındaki etkileşim bozulur. Trombin ve triptaz gibi çeşitli proteazların artan salınımı matris sentezini uyarır. Matrisin yıkımdan sorumlu matris metaloproteinazlar (MMP), metaloproteinazların doku inhibitörleri (TIMP) artmakta ve anti-MMP otoantikorları ortaya çıkmaktadır. 

Bağışıklık sistemi kaynaklı faktörler

Sklerodermada inflamasyonlu dokuda lenfositler ve hücresel/humoral bağışıklık fenomenleri tespit edilebilir. Aktif lenfositler, endotel hücreleri ve fibroblastları etkileyen bir dizi sitokin üretir. Hastalarda IL-1, IL-2, IL-4, IL-6, IL-8, IL-10 ve IL-13'ün serum seviyeleri ile TNFα yüksektir. Tip I kollajen, fibronektin, laminin ve tenaskin gibi bir dizi matris proteini T hücrelerini uyarabilir ve çözünür sitokinler ile TGFβ gibi büyüme faktörleri aracılığıyla kollajen sentezini indükleyebilir. B lenfositlerinin bir yüzey molekülü olan CD19'un polimorfizmleri muhtemelen tolerans kaybına ve otoantikor üretimine neden olur. Endotel hücrelerine, matriks metalloproteinazlara ve fibrilline karşı kısmen spesifik antikorlar, antinükleer antikorlar (ANA) sistemik skleroderma hastalarının %90'ından fazlasında bulunur. Bazı otoantikorlar hastalıkların alt gruplarını veya seyrini ve prognozunu tanımlarken, diğerleri erken tanıyı kolaylaştırır.

Sistemik sklerodermanın klinik bulguları

Sistemik sklerozda organ tutulumlarının klinik bulguları oldukça değişkendir. Yaygın sklerodermaya ait cilt bulguları, organ tutulumları kaynaklı klinik bulgular, Raynaud fenomeni ve CREST (deride kalsinozis, Raynaud fenomeni, yemek borusu disfonksiyonu, yüz ve parmaklar ile sınırlı skleroderma ve telenjektazi) sendromu gibi daha karmaşık klinik bulgular görülebilir. Klinik bulgulardan tanının konulması için Amerikan Romatoloji Koleji, sistemik skleroz tanısı için kriterler tanımlamıştır. Majör kriter olarak vücudun gövdesine yakın alanlarda proksimal sklerodermalar, minör kriter olarak akciğerlerin her ikisinde bazal bölgelerinde fibrozis, sklerodaktili (parmak uçlarında iğne deliği şeklinde atrofik skarlar ya da parmak uçlarındaki yumuşak doku padlerinde azalma) ve parmak uçlarının nekrozu listelenmiştir. Bir majör kriter veya iki minör kriter sistemik skleroderma tanısına izin verir. Minör kriterler arasında Raynaud fenomeni, doku değerlendirmesinde patolojik kılcal mikroskopi ve antinükleer antikorlar (ANA) gibi daha ileri tanı kriterlerinin yer almasını da öneren görüşler bulunmaktadır.

Sistemik sklerozda cilt bulguları, skleroderma için tanı kriterlerine göre farklı sınıflandırmalar önerilmiştir. 1986'dan bu yana Dermatolojik Araştırma Çalışma Grubu'nun sınıflandırması kullanılmaktadır. Buna göre sınırlı sistemik skleroderma ile yaygın sistemik skleroderma ayrımı yapılmaktadır. İmmünoserolojik parametreler, organ tutulumunun türü ve kapsamı bu iki klinik arasında farklılıklar göstermektedir. 

Sınırlı sistemik skleroderma

  • Sınırlı formda el ve yak gibi vücudun akral bölgelerinde skleroderma daha yoğun görülmektediri.  Skleroderma el ve ayak bileği eklemine kadar bir tutulum gösteriyor ise tip 1 olarak, kola ve bacaklara doğru bir dağılım ve yüzün tutulumu ise tip 2 olarak tanımlanır. Akral skleroderma yaşamın 40-50 yaşlarda ortaya çıkar ve bu sıklıkla klinik tanıyı geciktirir.
  • İç organ tutulumu gecikmiş bir şekilde gerçekleşir ve klinik olarak ancak yıllar veya on yıllar sonra ortaya çıkar.
  • Tipik olarak Raynaud fenomeni genç erişkinlikte görülmektedir.
  • CREST sendromuda bu alt tipe aittir.
  • Anti-sentromer antikorlar görülmektedir. 

Yaygın sistemik skleroderma

Klinik daha hızlı ilerlemekte ve organ tutulumları daha fazladır. Daha sıklıkla erkek hastalarda görülmektedir.

  • Skleroderma, öncelikle gövdede oluşan ve tüm cildin sklerozuna dönüşen ödemle birliktedir.
  • Akciğerlerin bazal fibrozisi gibi organların tutulumu hızlı ve yaygın bir klinik seyir izlemektedir. İkincil pulmoner arteriyel hipertansiyon gelişimiyle pulmoner fibroz tipiktir.
  • Bir veya iki yıllık önceden var olan Raynaud semptomları mevcut olabilir.
  • Anti-Scl-70 (topo-1) antikorları görülmektedir.

Belirli HLA tipleri veya antikorları, böbrek tutulumu veya akciğer hastalığı gibi sklerodermanın ciddi organ komplikasyonlarını önceden gösterebilir. Hastalarda bunların düzenli takibi erken tedaviye başlanması için esastır. Klinik alt tiplerin teşhisi ve karakterizasyonu, prognozun değerlendirilmesi ve tedavi yanıtı için bazı biyobelirteçler kullanılmalı ve değerlendirilmelidir. 

Sklerodermada Cilt Bulguları 

Raynaud fenomeni

Her iki skleroderma formunda da, soğuk ve stres faktörlerinin tetiklediği el-ayak parmaklarının arterlerinin hızlı daralması ataklarıyla karakterize Raynaud fenomeni ortaktır. Başlangıçta parmaklarda ve ayak parmaklarında ağrılı beyaz renk değişikliği, ardından mavi renk değişikliği ve üçüncü aşamada yoğun kızarıklıkla reaktif hiperemi olur. Beyaz-mavi-kırmızı renk dizisine üç renkli fenomen de denir. Raynaud fenomeninin tanısı için kesinlikle beyaz faz dahil en az iki renk fazının ortaya çıkması gerekir. Zamanla damar hasarlarının bir başka işareti olarak özellikle yüz ve avuç içlerinde kılcal damarlar telanjiektaziler ortaya çıkmaktadır. Raynaud fenomeni sıklıkla kollajen-vasküler bozukluklarda ortaya çıkan akrosiyanoz ile karıştırılır. Ancak akrosiyanozda el ve ayaklarda daha uzun süren, genellikle ağrılı yanıcı mavi renk değişikliği gözlenmektedir.

Zamanla vücudun akral bölgelerinde cilt lezyonları gelişmektedir. Başlangıçta değişken yoğunlukta parmaklarda ve ellerde hamur gibi ödem gelişmekte, bu durum sosis parmakları olarak tanımlanmaktadır. Daha sonraki aşamada skleroderma gelişmekte, deri neredeyse alttaki kemiğe yapışık, hareketsiz bir şekilde sklerozis göstermektedir. Parmaklar, deri altı yağ dokusu olmayan sivri parmaklara dönüşmekte, bu durum Madonna parmakları olarak tanımlanmaktadır. Onikoliz ve onikodistrofi gibi çeşitli tırnak lezyonları gelişebilir. Parmak uçlarında çok ağrılı ve geç iyileşme eğilimli küçük ülserler gelişmekte, bunlar sıçan ısırığı ülserleri olarak adlandırılmaktadır. Sklerodermaya ait parmak klinik bulguları sclerodactyle olarak tanımlanır. Hastalarda bu ülserler yaşam kalitesini büyük ölçüde bozar ve sıklıkla hastanede yatarak tedavi gerektirir. Zamanla ellerde yapısal ve fonksiyonel ciddi bozukluklar neden olmaktadır.

Ellerde sklerodermanın diğer bir sorunu ise akral bölgelerde oluşan, ancak aynı zamanda büyük eklemlerde de görülen ve ağrılı ülserasyonlara yol açabilen deri altı kalsifikasyonlarıdır.

Sklerodermada diğer bir tipik klinik belirti, yaştan bağımsız olarak yüzde derinin pürüzsüz, gergin ve sıkı görünmesidir; bu, maske yüzü olarak da adlandırılır. Bu hastaların ağız çevresinde skleroderma kaynaklı küçük ağız hattı, mikrostomi, büzülmüş dudaklar ile ağzı açmada sınırlama, dil alt bağı olan frenulumun kısalması ile dilin sınırlı hareketliliği de gözlemlenir. Zamanla yüzün bireysel fizyonomisi kaybolur ve skleroderma, tüm hastalar için tipik bir yüz ifadesi ortaya çıkarmaktadır. Yüzde yaygın telenjektaziler görülmektedir.

Sklerodermada Organ Tutulumu Bulguları 

İç organların tutulumu sistemik skleroderma için tipiktir, ancak tutulum zamanı ve tutulan organ açısından oldukça değişkenlik göstermektedir. Bazı antinükleer antikorlar, örneğin böbrek tutulumu için anti-RNP antikorlarının ve anti-Sm antikorlarının tespiti gibi, belirli organ belirtilerinin göstergesi olarak kullanılabilir. Hastalığın organ tutulumları bazen düşük klinik bulgularla seyredebileceği için organ tutulumları tam olarak saptanamayabilir. Örneğin, otopsilerde sklerozda %80-90 oranında sindirim sistemi tutulumları gözlenmiştir. Patolojik lezyonların bulunduğu gastrointestinal sistem için bu durum geçerlidir.

Hastaların %10-25'inde kalp tutulum görülür. Muhtemelen tekrarlayan lokal dolaşım bozuklukları, kalbin her iki odasını eşit şekilde etkileyebilen miyokardiyal fibroza yol açar. Klinik olarak bu tutulum, kalp yetersizliği, kısmi veya tam kalp bloğu ve tekrarlayan perikardit ile perikardiyal efüzyonlar olarak ortaya çıkabilir.

Akciğer tutulumu en sık görülenidir ve hastaların %40-80'i etkilenmektedir. Fibrozan alveolit, pulmoner fibroz ve pulmoner arteriyel hipertansiyon gelişmektedir. Akciğer tutulumu, hastalık kaynaklı ölüm oranı için önemli bir parametredir. Akciğerlerde fibrotik lezyonlar özellikle diffüz sistemik sklerozda görülür. Sınırlı sistemik sklerozda akciğer tutulumu daha hafif ve prognoz açısından daha olumlu olarak kabul edilmekle birlikte, pulmoner arteriyel hipertansiyonun yaygın olduğu görülmektedir. Klinik olarak akciğer tutulumu, solunum ve efor toleransı ile kendini göstermektedir.

Böbrek tutulumu sistemik skleroderma hastalarının yaklaşık %30'unda klinik olarak ortaya çıkar. Son yıllarda sistemik sklerodermada böbrek krizlerinin önemi vurgulanmaktadır. Bu krizler özellikle diffüz skleroderma ve başlangıçta sistemik kortikosteroidlerle uzun süreli tedavi gören hastalarda sıklıkla görülmektedir. Krizlerde baş ağrısı, görme bozuklukları, nöbetler ve glomerüler filtrasyon hızında azalma gibi ilgili semptomlarla birlikte arteriyel hipertansiyon gözlenir. Daha sonraki seyirde hastaların yaklaşık yarısında başlangıçta yalnızca laboratuvar kimyasıyla tespit edilebilen orta düzeyde böbrek fonksiyonu bozukluğu gelişir. Bu süreçlerin yanı sıra böbreğin nefrosklerozun son aşamasına kadar artan fibrotik yeniden yapılanma görülmektedir. 

Kas-iskelet sistemi genellikle yalnızca klinik olarak spesifik olmayan semptomlarla etkilenir. Miyopatiler ve miyozitler, özellikle PM/Scl'ye karşı antikorlarla ilişkili olarak hastaların yaklaşık %10'unda bulunur. Kas tutulumu, dermatomiyozitin ortaya çıktığı örtüşme sendromlarında özellikle sık görülür. Romatoid artrite benzeyen artritik lezyonlar erken evrelerde görülür.

Ağız ve genital bölgedeki salgı bezlerinin ilerleyici yıkımı nedeniyle oluşan kuruluk-sikka semptomları önemlidir ve hastalar için büyük bir problem teşkil eder. Özellikle kuruluk, mukoza zarlarının tahrişi ve cinsel ilişki sırasında sorunlarla seyreden genital rahatsızlıklar hastalar tarafından bildirilir. Erkeklere, sistemik sklerodermanın önemli bir yönü olarak erektil disfonksiyon gelişebilir.

Cilt ve organ tutulumları yanı sıra, hastaların duygusal yönler de dikkate alınmalı ve psikoterapötik olarak ele alınmalıdır. Hastaların yaşam tarzı ve dolayısıyla yaşam kalitesi, cilt sklerozu, azalmış akciğer fonksiyonu veya dijital ülserler nedeniyle büyük ölçüde sınırlanmaktadır.

Sklerodermada tanı

Sistemik skleroziste skleroderma tek başına tanısal bir değer taşımaktadır. Ancak burada cilt sklerozunun yeri ve yaygınlığına bağlı olarak sklerodermayı gösteren bir skor sistemi kullanılır. Ayrıca sklerodermanın spesifik yerleşim yerleri için, eller ve ağız gibi fonksiyonel parametreler kullanılmaktadır; örneğin, yumruk yapma ve ağzın açılması gibi.

Tırnak kıvrımlarında kılcal mikroskopide spesifik kılcal damar veya kan damarları görülmesi skleroderma tanısında önemlidir. Bu tür lezyonların sklerodermada ne ölçüde ilişkili olduğu, evre ve aktiviteye bağlı olarak ne ölçüde değiştiği ve tedaviler ile ne kadar gerileyebileceği konusu halen tartışmalıdır.

Skleroderma alanlarında ultrason kullanılarak cilt kalınlığının ölçülebilmesi hastalığın ilerlemesini veya tedaviye bağlı iyileşmeyi takip etmek için kullanılmaktadır. 

Tanısal ve takip açıdan bazı antikorların test ve titre çalışmaları yapılmakta; hastaların %90'ından fazlasında yüksek titrelerde pozitif olan antinükleer antikorlar (ANA) gibi.tespitidir. Tipik anti-Scl-70 (topoizomeraz-I) antikorları pozitifliği diffüz sistemik sklerodermayı karakterize ederken anti-sentromer antikorları sınırlı sistemik sklerodermayı tanımlar. RNA polimeraza karşı antikorlar olası böbrek tutulumunu, PM/Scl antikorları kas tutulumunu, anti-fibrillarin antikorları ise akciğer fibrozunu gösterir. Bununla birlikte, ANA testinin negatifliği sistemik sklerodermayı dışlamaz.

Diğer kan serolojik parametreler arasında eritrosit sedimantasyon hızı ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinde orta düzeyde yükselme ve vakaların en fazla üçte birinde IgM romatoid faktörlerinin pozitif saptanması yer alır.

Cilt biyopsisi genellikle pek karakteristik olmayan sonuçlar verir ve dermisin sklerozunu ortaya koyar. 

Organ tutulumları ile ilgili tanısal ve takip değerlendirmeleri hala tartışmalı bir şekilde ele alınmakta(gereksiz radyasyon maruziyeti ile ekonomik hususlar göz önünde bulundurularak).

  • Akciğer tutulumu durumunda, başlangıçta ve stabil hastalık durumunda pulmoner fibrozisi tespit etmek için yılda bir kez göğüs röntgeni veya daha iyisi yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi yapılmalıdır. Ayrıca, vital kapasite ve difüzyon kapasitesi gibi fonksiyonel parametreler ölçülmelidir. Bireysel vakalarda alveoliti tespit etmek ve inflamatuar hücreleri ayırt etmek için bronkoalveolar lavaj ve bronkoskopi yapılmalıdır.
  • Kalp tutulumu açısından, iletim bozukluklarını veya enfarktüs belirtilerini tespit etmek için EKG ve Doppler ekokardiyografi yapılmalıdır. Burada, pulmoner arter basıncı invaziv olmayan bir şekilde ölçülebilir ve sağ ventrikül fonksiyonu ile perikardiyal tutulum tanınabilir.
  • Böbrek tutulumu değerlendirilmesi kan basıncı, serum kreatinin ve üre ile 24 saatlik idrarda kreatinin klirensinin ölçülmesini içerir. Sistatin C'nin serolojik bir fonksiyon parametresi olarak belirlenmesi ve idrarda protein testi düzenli olarak yapılmalıdır.
  • Kas tutulumu belirtileri olduğunda, kreatin kinaz (CK) ölçülmeli ve endike ise omuz veya pelvik kuşağın elektromiyografi veya MRT görüntülemesi ile kas biyopsisi yapılmalıdır. 
  • Yutmada zorluk en iyi şekilde özofageal manometri testleri ile değerlendirilebilir. 

Ayırıcı tanılar

Diğer kollajen-vasküler bozukluklar dışlanmalıdır; eozinofili-miyalji sendromu, eozinofilik fasiit (Shulman sendromu), kronik greft-versus-host hastalığı, Buschke skleroderması, skleromiksödem (Arndt-Gottron sendromu) ve nefrojenik gadolinyumla ilişkili fibrozan dermopati gibi 

Tedavi

Sistemik sklerodermanın tedavisi, hastalığın kliniğine, ilerlemesine ve organ tutulumuna bağlıdır. Tüm tedavi, hastalığın gelişiminde rol alan en önemli üç bileşeni hedeflemektedir: vasküler sistem, bağ dokusu ve bağışıklık sistemi. Belirli organ tutulumunu hedef alan tedaviler, organların ne ölçüde etkilendiği ve genel klinik bulgular ile değerlendirilir.

Sistemik sklerodermada genel önlemler arasında soğuktan koruma, cilt nemlendiricilerinin kullanımı, gerektiğinde üre içeren topikal preparatlar kullanımı ve sigaradan kesinlikle uzak durulması yer alır. Yutma bozuklukları ve reflü semptomları göz önüne alındığında, yeme sırasında bol sıvı ile küçük, iyi çiğnenmiş lokmalar şeklinde beslenme önerilmektedir. Reflü semptomları nedeniyle proton pompası inhibitörleri ve mide asidi tamponlayıcıların kullanımı önerilmektedir; ayrıca uyku sırasında vücut üst kısmının yastıklar ile yükseltilmesi de tavsiye edilir. Fizik tedavi uzmanı eşliğinde yapılan egzersizler, bağ dokusu masajları ve manuel lenf drenajı gibi fizyoterapi önlemleri, el ve ayaklara sıcak parafin banyoları uygulanması önemli destekleyicilerdir.

Vasküler lezyonlar ve Raynaud atakları açısından kalsiyum kanal blokerleri ve ACE inhibitörlerinin kullanımı önerilir. Bunlar, Raynaud ataklarının şiddetini ve sıklığını azaltmada ve miyokardiyal perfüzyonu iyileştirmede yararlı olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, ACE inhibitörleri nefroprotektif etkileri nedeniyle de kullanılmaktadır.

Topikal ve sistemik tedaviyi içeren parmaklardaki ülserlerin bakımı son derece önemlidir.

  • Prostasiklin türevleri ve sildenafil gibi fosfodiesteraz inhibitörleri bu amaçla sistemik kullanılmakta. Prostasiklin türevlerinden stabil türev olan iloprost sistemik kullanımı Raynaud ataklarının sayısında ve şiddetinde belirgin bir azalmaya neden olmaktadır. Deneysel veriler sklerodermanın azaldığını göstermektedir.Fosfodiesteraz inhibitörünün (sildenafil, Viagra®) Raynaud sendromu ve dijital ülserlerdeki etkinliği klinik çalışmalarda gösterilmiştir; ancak bu endikasyon için henüz lisanslanmamıştır.
  • Vasküler endotelin reseptör antagonisti olan bosentan pulmoner arteriyel hipertansiyon ve tekrarlayan akral deri ülserasyonlarının önlenmesi için önerilmektedir. 

Doku fibrozisinin baskılanması için kullanılan ilaçlar ise; en uzun süredir kullanılan madde olan D-penisilamin (düşük etkinliği ve geniş yan etki yelpazesi nedeniyle Avrupa'da neredeyse hiç kullanılmıyor), interferon gama ve beta'dır.

Sistemik sklerodermada biyolojik ajanların kullanımı ümit vericidir, ancak her klinik çalışma hayal kırıklığı yaratmıştır.

Sklerodermada dermal fibroblast proliferasyonunu baskılayan tirozin kinaz inhibitörü imatinib, tedavi potansiyeli olarak düşünülmüş, ancak çalışmalara hâlâ devam edilmektedir.

Sistemik sklerozisde PUVA, UVA-1 fototedaviler, ekstrakorporeal fotoforez gibi çeşitli UV tedavi yöntemlerinin değişken sonuçları bulunmaktadır. Ancak cilt sklerozu üzerinde belirgin bir olumlu etkiye sahip olabilirler.

Kronik inflamatuvar bir hastalık olması nedeniyle immünsüpresif tedavi özellikle yaygın inflamatuvar aktivitenin bulunduğu ve akciğer, eklem veya kas tutulumunun olduğu olgularda olumlu etkiler gösterebileceği düşünülmektedir.

  • Sistemik kortikosteroidlerin uygulanması,sklerozun ortaya çıkmasından önceki ödem aşamasında veya artrit semptomları sırasında kısa süreli uygulama mantıklıdır. Bununla birlikte, sistemik kortikosteroidlerin önemli olumlu uzun vadeli etkileri olmadığı görülmektedir ve böbrek krizi riski nedeniyle hızla kesilmelidir. Bu nedenle, metotreksat ve mikofenolat mofetil gibi ilaçlara kısa destekler amacı ile kullanılabilir.
  • Rapamisin iyi tolere edilen bir alternatif gibi görünmektedir.
  • Tüm immünsüpresif ajanlar arasında siklofosfamid en uzun süredir kullanılan ve çeşitli çalışmalarda değerlendirilen ilaçtır. Akciğer tutulumu olan (alveolit ve akciğer fibrozisi) hızla ilerleyen hastalıkta önemli bir tedavi yaklaşımı temsil eder.
  • Orali IM uada SC olarak uygulanan metotreksat, özellikle akciğer fibrozisi üzerinde iyi etkiler gösterirken, cilt sklerozu üzerinde daha az etkilidir. 
  • Mikofenolat mofetil (MMF), sistemik skleroziste böbrek tutulumu açısından ilginç bir immünosüpresif alternatif gibi görünmektedir. Bununla birlikte, cilt üzerindeki etkilerinin olumsuz olabileceği unutulmamalıdır. 

  • Siklosporin yüksek antiinflamatuar aktivitelere sahip olsa da, iyi bilinen nefrotoksik etkisi özellikle sistemik sklerodermada tedaviyi sınırlayıcıdır.

  • Hematolojik kök hücre naklindeki gelişmeler ve son yıllarda azalan risk, ablatif immünosüpresyona ve ardından otolog kök hücrelerin ikamesine olanak tanır. Önceden şartlandırma yoluyla alıcının bağışıklık sistemi kapatılır ve böylece otoimmün hastalığın patolojik bağışıklık mekanizmaları da devre dışı bırakılır. Bu arada, şiddetli sklerozis vakalarında otolog kök hücre naklinin yanıt oranının kutanöz fibrozisin iyileştirilmesi ve organ fonksiyonunun yedi yıla kadar stabilizasyonu dahil olmak üzere diğer tedavi yaklaşımlarından açıkça üstün olduğunu gösteren birkaç çalışma bildirilmiştir. Bununla birlikte, daha büyük, randomize klinik çalışmalar takip etmelidir. Muhtemelen erken hastalık evrelerindeki hastalar daha fazla fayda görebilir, ancak şu anda bu yöntemler yalnızca şiddetli ve hızla ilerleyen vakalarda uzmanlaşmış merkezlerde uygulanmaktadır.


yol tarifi

dermatoloji randevu
dermatoloji doktor cevapliyor

Adres: Esentepe Mah. Cevizli D 100 Güney Yanyol Lapishan 25/2 Soğanlık, Kartal / İSTANBUL
GSM: 0532 624 21 27
Bu sitedeki bilgiler doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçmez. Sitedeki bilgi, yorum ve görüntüler kişileri bilgilendirme amaçlı olup, tanı ve tedaviye yönlendirme amaçlı değildir.



© 2020 Hakan Buzoğlu. All Rights Reserved.
ByFlash Web Agency