- Gösterim: 37761
Felsefe disiplininde güzelliği onun ve tabiatını anlamanın anahtar temalarından biri estetiktir. Yunanca duygu, duyum ve algı gelen “aesthesia” kelimesinden gelmektedir. Yunanca süs anlamına gelen “kosmos” kelimesinden kaynağını alan “kozmetik” kelimesinden farklıdır ancak sıklıkla aynı anlamda kullanılmaktadır. Felsefede doğruluğu temel alan mantığın ve iyiliği temel alan ahlakın yanında üçüncü inceleme alanı güzelliği temel alan estetiktir.
Duyusal değerleri ile sanatı konu edinir ve duyuların felsefesi biçimin de tanımlanır. Estetiği güzelliğin felsefesi olarakta tanımlayanlar çoğunluktadır. Bu nedenle günümüzde estetiğin en önemli konusu güzelliktir.
Estetik terimi 1750 yılında Alman düşünür Alexander Gottlieb Baumgarten tanımlamıştır. Tanımına göre estetik, duyusal bilginin bilimidir; konusu da duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği, güzel üstünde düşünme sanatıdır. Estetik kavramı güzel olanı aramak,duyumsamak şeklinde açıklanır.
İnsan kendi belirlediği ve kabul gören değerlerle bir şeyi iyi ve güzel yapar. Sahip olduğu bilgileri düzenleyen doğruluk değerleri, ahlakını düzenleyen iyilik değerleri, pratik hayatını düzenleyen yararlılık değerleri, estetik değerlerini düzenleyen güzellik değerleri gibi. Güzellik, bir varlık ya da bir nesnenin kendisini gören kişide hoş deneyimler yaşatmasıdır. Bu bir sanat eseri olarak bir heykel, bir resim, beğenilen bir şarkı olabileceği gibi, insan da olabilir. Bunlara estetik nesne, bu hazzı yaşayana, güzel olanı beğenene ya da karşısındaki nesneyi güzel olarak değerlendiren kişi ise estetik öznedir. Bireyin yani estetik öznenin estetik nesneden hoşlanmasını, ona hayranlık duymasını, beğenme duygusunu oluşturan ise nesnedeki uyum, düzen, birlik, yücelik, basitlik ve ölçülülüktür. İşte tüm bunlara güzellik denir. Öyleyse güzellik bazen soyut bazen de somut olabilen öznel ya da nesnel bir beğeni gücüyle ilişkilidir.
Güzellik, ozanlar tarafından övülür, sanatçılar tarafından vücuda getirilmeye çalışılır; cazibelidir ve güzel olana sahip olma arzusu evrenseldir. Buna karşın güzelliğin ne olduğu konusunda bir birlik yoktur. Güzellik güzel olan nesnede midir yoksa gören gözde midir? Yani nesnel bir güzellikten, herkesin üzerinde uyuştuğu bir güzellikten bahsedebilir miyiz yoksa güzellik kişiye mi aittir?
Bakan kişide beğeni ve hoşlanma etkileri bırakan, haz duyumlarını uyaran nesnelerin özelliği olarak tanımlanması genel olarak fenomenolojik estetik (estetik gerçekcilik) olarak adlandırılır. Öte yandan güzellik duyumunun, nesnenin özelliği olmaktansa, bakan kişinin yani öznenin duyumsayış şeklinin yapılanmışlığıyla ilintili olduğu varsayımı vardır. Buna göre güzellik, bakılan ile ilgili değil asıl olarak bakış ile ilgilidir. Bu eğilimse psikolojik estetik (estetik öznelcilik) olarak adlandırılır. Güzellik kavramının nesnel mi yoksa öznel temelli mi olduğu süregiden bir tartışma konusudur. Estetik gerçekçiliğin güzelliği belirleridiğini ve nesnel olduğunu savunanlar objedeki simetrinin, altın oran’a uygunluğun ve Fibonacci serisine göre dizilişin tabiatta varlığını savunurlar. Estetik öznelciliğin ağır bastığını vurgulayanlar ise tarih boyunca güzel diye tantılan insanların vasıflarının zaman içinde ne kadar farklılaştığını ortaya koyarlar. Güzel denilenin dış etkenlere göre nasıl değişiklik gösterdiğini irdelerler. Buna göre 1800′lü yıllarda yapılmış bir Goya tablosundaki tombul görünüşlü güzel kadın tasviri ile günümüz süpermodel’leri arasında çok büyük farklar vardır. Toplumların beğenileri estetik öznelciliğe göre zaman içinde farklılaşmıştır.
Bu sorular ilkçağlardan beri filozofları meşgul etmiştir.
Felsefede güzellik Platon (M.Ö.427–M.Ö.347) ile başlamıştır. Ona göre güzellik her zaman ve her yerde geçerli olan mutlak güzelliktir ve zaman ve mekan dışıdır. Bu değişmeyen güzellikler bu dünyada maddelere şekil verirler; ama madde zayıf ve kararsız olduğu için maddi güzellik bozulunca da o güzellik kalmaz. Yani asıl güzellik varlıklarda ve olaylarda değil, onlara yansıyan idealar âlemindedir.
Aristoteles’e (MÖ 384 – MÖ 322) göre güzellik âhenktir, uyumdur. Bir bütünü meydana getiren unsurlar birbiri ile uyumlu ise, o şey güzeldir. Tabi burada simetri, orantı, tam uyum, sınırlılık gibi faktörler geçerlidir ve Aristoteles güzelliği âdeta matematik olarak değerlendirir.
Güzelliğin uyumla ilgisi özellikle Pythagoras’ın (M.Ö. 570–M.Ö. 495) çalışmalarında önemli bir yer tutar. Pytagoras ve Pythagorascı okul, matematik ve güzellik arasında güçlü bir bağ olduğunu, özellikle, nesnelerin altın orana göre oranlandığında daha çekici göründüğünü belirlemişlerdir. Modern araştırmacılar da altın orana göre ölçülendirilmiş ve simetrik olan insan yüzlerinin, simetrik olmayanlara oranla daha çekici olduğunu belirtirler. Zira simetri kalıtsal veya edinilmiş bir kusurun olmamasına işaret eder.
Buna karşın modern felsefenin temsilcileri olan Descartes (1596-1650), Locke (1632-1704) ve Hume (1711-1776) ile başlayan süreçte güzellik öznel bir zemine oturtulmuştur.
Ancak yine modern filozoflardan Kant (1724-1804), güzeli bir estetik değer olarak hoş, iyi, doğru ve yararlıdan ayırarak sanat güzelliği ile tabiat güzelliği farkını ortaya koymaktadır. Tabiat güzelliği, tabiatın bir maddede amacına ulaşmasıdır; bunun belli kuralları vardır. Sanat güzelliğinde ise çoğu kez amaç ve kural yoktur; hoşa gitme ve ruhtaki estetik duygu esastır. Kant aynı zamanda estetiğin çıkarsamada bulunmadığını sürmüş ve bu yönüyle onu ahlak felsefesinden ayrı bir kefeye koymuştur. Kant estetiğin uğraşını bireylerde güzellik duygusunu oluşturan özün ne olduğunu anlamaya çalışma durumu olarak belirlemiştir.
Kant estetiğin ana öğelerini de ortaya atmış ve tanımlamaya çalışmıştır. Kant'a göre
-
Estetik Özne: Estetiği algılayan varlıktır. Olgularda güzel olanı deneyimleyerek estetik haz elde edendir. Öznenin güzel olana karşı etkisi, kendisini var eden bilgi, gelenek, tecrübe ve algılarla alakalıdır. Kant’a göre, estetik yaşantının temel öğesi beğeni yargılarıdır ve yargı yetisi ancak ussal, düşünen varlıklarda bulunabilir. O halde estetiğin temel öğesi aslında onu alımlayan öznedir. Alımlama sürecinde estetik gizini açığa çıkararak var olur.
-
Estetik Nesne: Bu başlık estetik kuramcıları arasında tartışma yaratmıştır. Zira nesne, hem maddi olarak var olan hem de manevi ve düşsel olarak nesne karşısındaki algılardır. Güzel olanın nesnel boyutu hakkında getirilen yorum, estetik nesneyi oluşturmaktadır. Kuramcıların yönelimi her ne kadar estetik nesneyi maddesel bir nesne olarak ele almak olduysa da, onun insan zihninden bağımsız olmayışı bu maddiyatın düşünsel bağ ile anlam kazandığını göstermektedir.
-
Estetik Yaşantı: Kant’ın bu konuda öne sürdüğü en önemli nokta ‘estetik’ olgusunun çıkarsız olarak var oluşudur. Bu durum estetiği ahlak gibi diğer alanlardan ayrı tutan en önemli noktadır. Estetik, bir merak gidermek veya bir araç olarak kullanılmak için var olmaz. İyi – kötü, doğru – yanlış durumları estetik için geçerli değildir. Estetik, bir nevi insanın iradesinden bağımsızdır. Estetik yaşantı, birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir: Estetik nesne duyusaldır; görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir; estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil, bir anlam içerdiği, bir değer taşıdığı için de insanı ilgilendirir.
Hegel, Kant’ın aksine estetik kavramını genel olarak sanat felsefesi ile ilişkilendirmiştir. Hegel’in felsefesine göre sanat, evrensel estetik olarak bir ifade şeklidir. O halde estetik, sanatı var eden olgudur. Bu sebepten dolayı Hegel estetiği sanat felsefesinden net çizgilerle ayırmamış, onu sanatın içinde ele almıştır. Hegel sanatı; klasik, romantik ve simgesel olarak üç aşamaya ayırır. Hegel'e göre simgesel sanat maddesel biçimin, düşsel içeriği yansıtamadığını ileri sürmüştür. Burada sanat fazlasıyla simgeseldir. Sanat, bir içeriğin maddi gerçek olarak algılanmasını sağlamalıdır. Bunu semboller yoluyla gerçekleşir; o halde sanat icra edebilmenin ilk aşamasıdır. O halde Hegel’in deyimiyle ‘sanatsal hiyerarşi’nin ilk aşamasını sembolik sanat oluşturur. Estetiğin ilk aşaması da sembolik sanatta gerçekleşir. Estetik burada bir sinyal konumundadır. Bireylere bir sinyal olarak kendini ulaştırır. Estetiği algılamak ise bu noktada bireyin algılama kapasitesine bırakılmıştır. Estetik algı, sembolik olan sanatta öncelikli değildir.
Klasik sanat ise ,İçerik ve manevi algılarla özümsenen bir süreçtir klasik sanat ve bu süreç içerik ile algı arasında bir uyum sağlamaktadır. Sağlanan bu uyum, bu sanat türü için ideal olandır. Estetik ise tam olarak bu uyumu sağlamak için gereklidir. Bu sanat türünde ideal olanı elde etmek için estetik bir araç, bir anlamlandırma süreci olarak görev üstlenir. Romantik sanatta ise tam anlamıyla burada içerik, yani düşünsel ve soyut olan, somut olanı bir bütün halinde içine almaktadır. Bu sebepten dolayı sanatı anlayabilmek için biçim burada oldukça yetersizdir. Estetik burada kilit noktayı oluşturmaktadır çünkü estetik sayesinde soyutsal olan içerik dışa vurularak biçimsel olanı aşar ve ondan bağımsız bir anlam oluşturmaya başlar.
Nietzsche'nin öne sürdüğü “Üst insan” kavramı estetiğin bir nevi metafizik sembolüdür. İnsan, Nietzsche’ye göre erdemli bir ahlak ile dönemin geçerli olan kurallarını ve normlarını aşarak “Üst insan” haline dönüşür. O halde estetik de yine dönemin anlayışının üstünde bir noktada olmalıdır. Estetik, kişilerin algıladığı kavramdan daha üst konumdadır. O, kendine has bir şekilde dünyada var olanı taklit eder. Böylece o dönemin, o dönemde var olan algılarını sonraki dönemlere aktarmış olur. Estetik tam anlamıyla bir taklit olmasa da icra edildiği süreci bir sonraki döneme aktarabilmenin bir aracıdır. Bunu yapacak olanlar ise (yani estetiği var edecek olanlar) bireylerdir. Bireysel öznellik estetik yaratıcılığı ortaya çıkaracaktır. Zira Nietzsche’nin kendi eserlerini okuduğumuzda kullandığı yazı dilinin şiirsel olması, aslında kendisinin öznel düşüncelerini yaratıcı bir şekilde ve bu yaratıcılığı estetik ile elde ederek aktarmasıdır. Aynı zamanda Nietzsche, insan bilgisinin dahi özünde estetik bir yapıya sahip olduğunu söyler.
Fr. Shiller’e göre güzelliğin bir duyusal bir de akli yanı vardır. Güzellik, aklın duyuların şekillenmesidir.
Alman idealistlerinden Schelling’e göre subjektif ve objektif zıtlıklarının kalktığı bir eserde yansıyan şey güzelliktir.
Th. Vischer, estetiği “güzelin bilimi” olarak almakta ve güzeli de “varlıkların içsel mükemmelliklerinin görünüşe çıkması”, duyular tarafından algılanır hale gelmesi olarak tanımlamaktadır. Bir varlığın içsel kusursuzluğu ile görünüşü arasındaki uyum güzeli, uyumsuzluk ise çirkinliği ortaya çıkarır. Vischer, tabiat güzelliğini de bir güzellik olarak kabul eder ve hatta sanatı; tabiatın objektif güzelliği ile insan hayal gücünün subjektif güzelliğinin birleşmesi olarak tanımlar.
Varoluşçu filozoflardan Martin Heidegger’e göre ise, güzellik “varlığın aydınlanmasıdır, doğruluktur.” Ancak bu doğruluk, mantıksal doğruluk değil, gerçek doğruluktur; varlıkların içindeki doğruluktur. Varlıkların gizli olan yapısını herkesin görebileceği şekilde açığa çıkarmak, güzeli ortaya koymaktır.
Fizikî güzelliğin kuvvetli bir göstergesi, yaygınlık ve eş arama davranışıdır. Bir karma görüntü oluşturmak maksadıyla insan yüzleri görüntülerinin bir ortalaması alındığında “ideal” görüntüye tedricen daha yakın olur ve daha çekici olarak algılanır. Bu durum ilk olarak Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton tarafından vejeteryanların yüzleri ve et tüketenlerin yüzleri fotoğrafik olarak üst üste bindirilip birleştirildiğinde her birinde tipik bir yüz görüntüsü olup olmadığının araştırılması sırasında fark edildi. Bunu yaptığı zaman fark etti ki, birleştirilmiş yüz görüntüleri herhangi bir tek fotoğraftaki yüzden çok daha çekiciydi. Araştırmacılar sonuçları daha kontrollü deney koşullarında tekrarladıklarında ve bilgisayar ortamında elde edilmiş, matematik olarak ortalaması alınmış bir dizi yüz resminin tek bir resimden daha güzel olduğunu buldular. Evrimsel olarak eşeyli canlıların kendilerini baskın olan yaygın ve ortalama şekle sokarak çekmeleri gerektiği bir anlam ifade eder. Doğal seçilim sonuçları, nesillerin değişiminde faydalı niteliklerin mahzurlu yanları ile yer değiştirir. Bu durum evrimi açıklayan temel kuvvettir ve Darwin’i biyolojide unutulmaz kılan ana kavramdır. Böylece tabii seçilim, faydalı özelliklerin gittikçe bir sonraki nesilde yaygınlaşmasını, öte yandan mahzurlu özelliklerin gittikçe azalmasını sağlar. Eşeyli bir canlı bu yüzden uygun bir partneri ile eşleşmek isterken tuhaf, sıradışı görünüşlü özellikleri olan bireylerden kaçınması gerekirken ortalamaya yakın ve baskın yaygınlıkta olan bireyleri bilhassa tercih etmesi gerekir. Bu durum eş seçimi olarak tanımlanır.
Güzelliği psikolojik olarak alıp değerlendirenler de vardır. Th. Lipps, güzeli bir insanın haz duyduğu, kendisini özgür hissettiği biçim olarak algılıyor. Oysa fenomenciler bunu kabul etmiyorlar. Onlara göre güzellik, seyredene bağlı olmayan, güzel olan varlığın yapısında temellenen bir özelliktir. Güzel bir şey, onu güzel gören olmasa da güzeldir. Güzellik varlığın içinde değildir, gerçeklik de; güzellik gerçeğe dayanır ama onu aşar. N. Hartman, güzelliğin genel ve tümel bir metafizik varsayımdan çıkartılması yerine güzel varlıklardan, ontolojiden çıkartılması gerektiğini söyler.
Genel olarak beğenilen bir kadının araştırmalar sonucunda belirlenmiş bir diğer dış özelliği bel/kalça ölçüsü oranının 0.7 civarında olmasıdır. Bel/kalça oranı kavramı, Austin, Texas Üniversitesi fizyolojistlerinden Devendra Singh tarafından geliştirilmiştir. Fizyolog, bu orantının tam olarak kadının doğurganlığına işaret ettiğini göstermiştir. Geleneksel olarak modern çağ öncesinde yiyecek daha kıt olduğu zamanlarda kilolu insanlar zayıflara göre daha çekici bulunuyordu.
Güzellik değişken bir değerdir. Tanımlandığı zamana, topluma, insandan insana, hatta insanın yaşına, mesleğine, içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik duruma göre değişen bir değerdir. Bununla birlikte değişik kültürlerde sanat ve modanın çok geniş ölçüde farklılıklar gösterdiği araştırmalar, insanların güzelliği algılamalarında çeşitli ortak noktalar bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin, büyük gözler ve açık ten rengi bütün kültürlerde güzel kabul edilmektedir. Yine bir bebek bütün kültürlerde tabiatından gelen bir çekiciliğe sahiptir ve gençlik, güzellik ile ilişkilidir. Birçok araştırma, güzel yüz tercihinin insanların bebeklik dönemlerinden edinildiğini ve değişik cinsiyet ve kültürlerde benzer çekicilik taşıdığını ortaya koymuştur.
Genellikle bir kişinin güzel olduğu yargısı, onun kişilik, zeka, zarafet, cazibe gibi iç güzelliği ve sağlık, gençlik, ortalamaya yakınlık ve yaygınlık, cilt gibi dış güzelliğin birleşimine bağlıdır. Bu bağlamda güzellik yarışması gibi yarışmalar, dış güzelliği ölçmenin ortak bir yolu olarak çeşitli toplumlarda önemli bir yer tutar.
Öte yandan güzellik ideali ırkî birliği güçlendirir. Karışık ırktan çocuklar genellikle ebeveynlerinden daha çekici görünürler çünkü kalıtsal çeşitlilik, kendi ebeveynlerinde bulunan genetik miraslarındaki hatalardan korur.
Güzellik karşılaştırma kuramının standardını temsil eder ve üstesinden gelinemediği zaman gücenme ve tatminsizliğe sebep olabilir. İdeal güzelliğe yakın olmayan insanlar cemiyetlerinden dışlanabilir. Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu romanında çirkin görünümlü Quasimodo ortalamadan farklıdır ve bu nedenle toplumdan dışlanmıştır.
Güzellik ideallerinin ırkî baskıların görülmesindeki olumsuz etkileri ortaya konur. Mesela, Amerikan kültürüne hakim fikre göre siyah çehreli insanlar beyazlardan daha az çekici veya daha az arzu edilen olarak görülmektedir. Kendisini davranışsal ırkçılık olarak gösteren, siyahiliğin çirkinlik olduğu fikri Afrikalı Amerikalıların hissiyatına zarar verir.
Bertolt Brecht gibi isimler estetiği pratik sanat icralarında uygulamışlardır. Brecht’in metin yazarı, şair ve tiyatro yönetmeni olması kendi estetik kuramını pratikte de uygulamasına olanak sağlamıştır. Brecht’in yaşadığı dönem, bilimin prestijinin arttığı, aynı zamanda savaşların yaşandığı ve kültürler arası iletişimin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemdir. Bu durumlar şüphesiz Brecht’in estetik anlayışını etkilemiştir. Brecht’in estetik uygulamasını “diyalektik estetik” (kendisinin Marx okumaları bu konuda etkili olmuştur) veya “epik estetik” olarak adlandırabiliriz. Brecht, "gözlemleyici bir eseri nesnel bir bakış açısından uzaklaşmış bir biçimde gözlemleyerek eser hakkında verimli yargıya varmaya çalışır. İşte bu kişinin estetik anlayışıdır" der.