- Gösterim: 824
Anjiyoödem, ürtiker olmadan da ortaya çıkabilir ve genel olarak üç ana kategoriye ayrılabilir: mast hücrelerinin aracılık ettiği anjiyoödem, mast hücrelerinin aracılık etmediği anjiyoödem ve mekanizmanın henüz tam olarak bilinmediği idiyopatik anjiyoödem. Anjiyoödem klinik olarak sınırlı olabilse de, günlük aktiviteyi önemli ölçüde kısıtlayabilir ve ödemin laringeal tutulumları ölümcül olabilir. Anjiyoödem tedavilerinin temel unsurları arasında klinik tetikleyicilerden kaçınmak, ilaç tedavisi, atakların yönetimi veya atakları önlemek için profilaksi amacıyla kullanılabilen özel tedaviler yer almaktadır.
Anjiyoödem teriminde anjiyo; cilt dermisi, mukoza veya cilt altı dokulardaki damarsal yapılardaki reaksiyonları tanımlarken, ödem; reaksiyonlara bağlı kan damarlarının geçirgenliğinde geçici bir artıştan kaynaklanan damar içi plasmanın dokulara çıkması ile lokal ve kendiliğinden sınırlı ödemi ifade etmektedir. Ürtiker kliniğinde ürtikeryal plaklar ve anjiyoödem görülmekte. Bunlar sıklıkla tek başına yada birlikte olabilirler. Ancak ürtiker plakları olmaksızın sadece anjiyoödemin varlığı tanısal ve daha önemlisi tedavide zorluklar anlamına gelmektedir. Tanısal ve tedavide zorluklar anjiyoödem birinci basamak tedavilerine (antihistaminikler, kortikosteroidler, epinefrin) yetersiz cevap, direnç ve hayatı tehdit eden durumlara neden olabilir.
Anjiyoödem atakları, ciltte ve mukozada damar duvarının geçirgenliğini artıran vazoaktif medyatörlerin salınması sonucu tetiklenir ve kan plazmasının damar duvarından dokulara sızması ile ödem gelişmektedir. Anjiyoödemler, tetikleyen medyatörün türüne göre (histaminerjik, bradikinerjik), altta yatan nedenlere (aşırı bradikinin yapımı, mast hücre/bazofil hücrelerin degranülasyonu, nedenini halen bilmediklerimiz), genetik geçiş gösterenler (C1 inhibitör eksikliğinin varlığı) ve ilaç kaynaklı olanlar (ACE inhibitörleri) şeklinde sınıflandırılmaya çalışılmıştır. Temelde sınıflandırma, anjiyoödemin klinik özelliklerine, genetik çalışmalara ve/veya tedaviye verilen cevaba dayanmaktadır. Bu sınıflamalar, hastalığın yönetimi ve kontrolü için son derece önemlidir.
Son yıllarda anjiyoödemin sınıflandırmasında üçlü kategori kullanılmaktadır.
- histamin mediyatörlerinin aracılık yaptığı(mast hücre/bazofil hücre kaynaklı) anjiyoödemler
- alerjik anjiyoödem
- alerjik olmayan anjiyoödem
- spontan anjiyoödem
- fiziksel bir uyaranla(vibrasyon, ısı ve basınç gibi) gelişen anjiyoödem
- NSAI ilaçların kullanımı ile gelişen anjiyoödem
- histamin mediyatörlerinin aracılık yapmadığı, bradikinin aracılı anjiyoödemler
- C1 esteraz enzim inhibitör(C1-INH) eksikliği veya fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödemler
- Genetik geçişli C1-INH eksikliği veya fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödem
- Tip I; SERPING 1 gen mutasyonuna bağlı C1-INH seviyesinde ve fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödem
- Tip II; SERPING 1 gen mutasyonuna bağlı sadece C1-INH fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödem
- Genetik geçişli olmayan, sonradan gelişen, kazanılmış C1-INH eksikliği kaynaklı anjiyoödem; lenfoproliferatif yada otoimmun hastalıklar kaynaklı C1-INH enzimin aşırıtüketimi düşünülmektedir.
- Genetik geçişli C1-INH eksikliği veya fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödem
- C1-INH eksikliğinin olmadığı anjiyoödemler
- Genetik geçişli ancak C1-INH eksikliğinin olmadığı anjiyoödem; Bu tip, Faktör XII'yi kodlayan gen de dahil olmak üzere, çalışmaların devam ettiği bir dizi farklı genetik mutasyondan kaynaklanıyor gibi görünmektedir.
- Genetik geçişli olmayan, C1-INH eksikliğinin olmadığı ve ilaç kullanımından kaynaklanan anjiyoödem
- anjiyotensin dönüştürücü enzim(ACE) inhibitörü içeren ilaçlardan kaynaklanan anjiyoödem
- Gliptinler, neprilisin inhibitörleri veya doku plazminojen aktivatörleri gibi diğer ilaçların bradikinin aracılığı ile gelişen anjiyoödem
- C1 esteraz enzim inhibitör(C1-INH) eksikliği veya fonksiyonunda azalmaya bağlı anjiyoödemler
- mekanizması henüz bilinmeyen, idyopatik anjioödemler
Bradikinin aracılı anjiyoödem ile histamin aracılı anjiyoödem arasındaki ayrımın klinik olarak yapılması semptomların örtüşmesi nedeniyle zordur. Bununla birlikte, klinik özelliklerde belirli farklılıklar anjiyoödemin altında yatan patofizyolojiye yönlendirebilir.
- Pruritusun varlığı önemli bir ayırt edici faktördür: histamin aracılı anjiyoödemde kaşıntı daha ön planda iken bradikinin aracılı anjiyoödemde tipik olarak kaşıntı olmayabilr.
- Bradikinin aracılı anjiyoödemli hastalarda kusma ve ishal gibi sindirim sistemi mukoza anjiyoödem kaynaklı belirtiler gösterebilirken, bu tür belirtiler histamin aracılı anjiyoödemde nadirdir.
- Bradikinin aracılı anjiyoödem atakları 24-36 saat gibi sürede gerçekleşip 3-5 gün sürerken histamin aracılı anjiyoödem atakları dakikalar saatler içerisinde ortaya çıkarak sıklıkla birkaç saat sürmektedir.
- Histamin aracılı anjiyoödemin yaygın yerleşim yerleri arasında yüz (göz kapakları, dudaklar), kol ve bacaklar bulunurken bradikinin aracılı anjiyoödem kol ve bacaklar, yüz, üst solunum yolları, genitoüriner sistem, sindirim sistemine yerleşmektedir.
- Histamin aracılı anjiyoödemde tetikleyiciler olarak alerjenler(örneğin böcek sokmaları, gıda), stres, ilaçlar (örneğin NSAID'ler/ASA) yada kendiliğinden ortaya çıkması görülürken bradikinin aracılı anjiyoödemde tetikleyici olarak travma, enfeksiyonlar, stres, hormonal değişiklikler (örneğin östrojen, gebelik) ve ilaçlar (örneğin ACE inhibitörleri) görmekteyiz.
-
Histamin aracılı anjiyoödemli hastalar antihistaminikler, kortikosteroidler veya epinefrin tedavisine yanıt verirken, bradikinin aracılı anjiyoödemli hastalar bu tür tedavilere yanıt vermez.
Bradikinin aracılı anjiyoödem ile histamin aracılı anjiyoödem arasındaki ayrımın kesin yapılabilmesi için plazmadaki yüksek seviyelerdeki parçalanmış yüksek moleküler ağırlıklı kininojen (HK), eşik uyarılı kallikrein aktivite testleri yapılabilir.
Mast hücresi, histamin aracılı anjiyoödem
Mast hücresi, histamin aracılı anjiyoödemde tanı genellikle diğer etiyolojilerin dışlanması ve hastanın mast hücresi aracılı tedavilere yanıtının değerlendirilmesiyle yapılır. Ürtikeri olan hastaların yaklaşık %40'ında anjiyoödem eşlik edebilir. Önemli sayıda hastada, ürtiker olmaksızın tekrarlayan anjiyoödem atakları tanımlanmıştır ve bir neden bulunamamaktadır.
Histamin aracılı anjiyoödemin en iyi karakterize edilmiş mekanizması tip I aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Tip I aşırı duyarlılık reaksiyonunun duyarlılık fazında, alerjenlere (gıda alerjenleri gibi) maruz kalma, dokuda B lenfositlerden farklılaşan plazma hücreleri tarafından antijen-spesifik immünoglobulin E (IgE) moleküllerinin salgılanmasında bir artışa neden olur. Bu asemptomatik reaksiyon sırasında, IgE molekülleri mast hücreleri ve bazofiller üzerinde yüksek afiniteli FcεRI reseptörlerine bağlanır. Aynı alerjene tekrar maruz kalma, IgE'lerin alerjenle çapraz bağlanmasına yol açar ve böylece mast hücrelerinin ve bazofillerin hücre içindeki bazı mediyatörlerin hücre dışna salınımana neden olmaktadır. Bu, tip I aşırı duyarlılık reaksiyonunun "erken fazını" işaret eder. Mast hücreleri ve bazofillerden salgılanan biyojenik aminler (örn. histamin) ve serin proteazlar (örn. triptaz ve kimaz) gibi inflamatuar medyatörler dokularda damarların genişlemesine, endotel hücre bağlantılarının genişlemesine ve bozulmuş damarsal bütünlüğe neden olmaktadır. Sonuçta dokularda sıvı birikmesine, ödem gelişerek ağırlıklı olarak yüz, kulaklar, boğaz, dil, dudaklar, eller, ayaklar ve genital organlarda anjiyoödem ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, "geç faz" tip IV aşırı duyarlılık reaksiyonudur ve mutlaka IgE'lere bağlı değildir. Geç faz reaksiyonları, erken faz reaksiyonlarından daha yavaş meydana gelir; tipik olarak antijene tekrar maruz kaldıktan dakikalar yerine saatler sonra gerçekleşir.
Tip I aşırı duyarlılık reaksiyonlarına ek olarak, histamin aracılı anjiyoödem, doğrudan mast hücresi veya bazofil aktivasyonu sonucu da meydana gelebilir. Bu aktivasyon inflamatuar medyatörlerin salınımına neden olur.Anafilatoksinler (tamamlayıcı parçalar C3a, C4a ve C5a) mast hücrelerinin hücre zarındaki Fc ε RI olmayan reseptörlere bağlanarak doğrudan mast hücresi aktivasyonuna ve degranülasyona neden olurlar. iyot ve gadolinyum gibi bazlı kontrast maddeler, mast hücrelerinin ve bazofillerin hücre zarları üzerinde doğrudan etki ederek degranülasyona neden olurlar.
Ayrıca, araşidonik asit yolunun bozulması histamin aracılı anjiyoödemine neden olabilir. En dikkat çekici örnek, NSAID'lerin neden olduğu ürtiker/anjiyoödemdir (NIUA). Steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID'ler), siklooksijenaz-1 enzimlerini (COX-1) güçlü bir şekilde inhibe ederek araşidonik asit yolunu bozar. Böyle bir bozulma, eozinofillerin, mast hücrelerinin ve proinflamatuar medyatörlerin üretiminin artmasına neden olur; bu da sırayla sisteinil lökotrienlerin (bir inflamatuar lipid mediatörleri ailesi) üretiminin artmasıyla sonuçlanır. Sisteinil lökotrienler vasküler geçirgenliği artırır ve in vitro çalışmalar, sisteinil lökotrienlerin histamin reseptörlerinin ekspresyonunu artırarak histamin aşırı duyarlılığını indükleyebileceğini göstermektedir. Hepsi birlikte anjiyoödem meydana gelir.
Mast hücresi aracılı anjiyoödem tedavisi, akut ürtikere benzerdir. Ana yaklaşım, ilk olarak alerjen ve alerjen olmayan nedenlerden kaçınmak olmalıdır. Akut döneminde daha önce belirlenen protokollerle sistemik antihistamin (tercihen ikinci nesil antihistaminikler) ve gerekirse kortikosteroid ile adrenalin uygulanmaktadır. Akut anjiyoödem tedavisine yanıt, anjiyoödemin 2 saat içinde ilerlememesi veya anjiyoödemin 12 saat içinde tamamen kaybolması olarak tanımlanmaktadır. Histamin aracılı anjiyoödemin devam tedavisinde normal dozlarda antihistaminler başlanmakta, cevap yoksa yüksek dozda antihistaminlere geçilmektedir (standart doza yanıt vermeyenlerde antihistaminik standart dozunda dört kata kadar artış gerekebilir). Koruyucu amaçlı antihistaminler ve gerekirse omalizumab (monoklonal anti-immünoglobulin E [IgE] antikoru) kullanılmaktadır. Yüksek dozlarda antihistaminikler ve/veya omalizumab dozlarında tedaviye 6 ay boyunca yanıt vermediğinde mast-bazofil hücre kaynaklı anjiyoödem tanısı tekrar gözden geçirilmelidir.
Bradikinin aracılı anjiyoödem
Bradikinin aracılı anjiyoödemde ödemden sorumlu mediatör bradikininidir. Güçlü bir damar genişletici, vazodilatör olan bradikinin, damar duvarındaki endotel hücrelerin geçirgenliğini artırarak dokuda ödem oluşumuna neden olmaktadır. Kanda bradikinin sentezi, yüksek moleküler ağırlıklı kininojen (HMWK) ve kallikrein arasındaki karmaşık etkileşim etrafında döner. Bu etkileşimi C1 esteraz enzim inhibitörü (C1-INH) düzenlemektedir. Bu enzimin genetik geçişli ya da genetik geçişli olmayan eksiklikleri veya fonksiyon düzensizlikleri nedeniyle bradikinin aşırı üretimi gerçekleşebilir. Normal C1-INH aktivitesine sahip genetik geçişli anjiyoödemlerde gösterilmiştir. HAE formları da vardır. Hipertansiyonda kullanılan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörü ve dipeptidil peptidaz-4 inhibitörleri (gliptinler) gibi bazı ilaçların etkisiyle kanda bradikinin seviyesi yükselebilmektedir. Bu ilaçlar bradikininin parçalanmasını azaltarak birikmesine ve anjiyoödemin gelişmesine yol açar. Bu durumlarda cilt ve mukozada anjiyoödemler gelişmektedir. Mukozal ödem kaynaklı karakteristik belirtiler sık görülmektedir; örneğin, sindirim sistemi mukozası ödemi karın ağrısı, mide bulantısı, kusma veya ishal ile sonuçlanabilir. Ciltte bazen eritema marginatum ile birlikte görülebilir. HAE'li hastaların %93'ünde karın atakları meydana gelir [13]. Bu ataklar hafif ila şiddetli spazmodik ağrıyla ortaya çıkabilir ve gastrointestinal rahatsızlık ve hatta bağırsak tıkanıklığı ve asit ile ilişkili olabilir; sıvıların ekstravazasyonundan hipovolemik şok meydana gelebilir. Ataklar sıklıkla apandisit veya kolesistit ile karıştırılabilir ve gereksiz cerrahi müdahalelere ve hatta psikiyatrik sevklere neden olabilir.
Ailesel anjiyoödem tipik olarak çocukluk veya genç yetişkinlikte ortaya çıkar ve semptomlar genellikle ergenlik döneminde kötüleşir. Ataklar tekrarlayıcıdır ve genellikle tahmin edilemez. Atakların şiddeti ve sıklığı hastalar arasında ve ayrıca yaşamın farklı evrelerinde bireysel farklılıklar göstermektedir. Atak sıklığı bir hafta boyunca hiç olmamasından haftada birden fazla atağa kadar değişebilir. Tedavi yokluğunda ayda ortalama 1 ila 3 atak sıklığı gözlenir. Birçok hastada ataklar kendiliğinden gerçekleşir, ancak atakların yaklaşık yarısı hormonlar (örneğin, adet döngüsü, hamilelik veya doğum kontrolü kullanımı), duygusal stres ve tıbbi ile diş cerrahisi prosedürleri dahil olmak üzere fiziksel travma gibi faktörler tarafından tetiklenir. Bazı ataklar, geçici cilt döküntüleri (eritema marginatum), ciltte karıncalanma, mide bulantısı, anksiyete, yorgunluk veya grip benzeri semptomlar gibi belirsiz şikayetler ile başlayarak atakları haber verebilir. Tedavi edilmezse, tipik bir ailesel anjiyoödem atağı birkaç saat içinde kademeli olarak artar, 12 ila 36 saat arasında yoğunlukta zirveye ulaşır ve ardından 2 ila 5 gün sonra yavaşça düzelir. Karın ve laringeal ataklar daha hızlı başlayabilir. Karın atakları dayanılmaz derecede ağrılı olabilir. Larenks atakları potansiyel olarak hayatı tehtid etmektedir. Taı doğrulandıktan sonra hasta eğitimi, genetik olarak hastanın ve aile üyelerinin taranması önemlidir. C1INH fonksiyonu, C1INH proteini ve C4 plazma seviye taramaları hastaya, ebeveynler, büyükanne ve büyükbabalar, 1 yaşından büyük kardeşler, çocuklar ve torunlar için uygulanmalıdır.
C1-INH eksikliği kaynaklı bradikinin aracılı anjiyoödem sonradan gelişebilir ve kazanılmış C1-INH eksikliği kaynaklı anjiyoödem olarak tanımlanır. En sık B hücreli lenfoproliferatif hastalıklarda veya otoimmün durumlarla ilişkilendirilebilen nadir C1-INH eksikliği bildirilmiştir.
Klinik olarak bradikinin aracılı anjiyoödem tekrarlayan ataklarıyla karakterizedir. Kol ve bacaklarda, el ve ayaklarda, yüzde anjiyoödem ataklarına çoğunlukla sindirim sistemi ve üst solunum yollarının mukozal dokularında anjiyoödemler eşlik etmektedir. Anjiyoödemler kendiliğinden sınırlı olabilse de hastanın yaşam kalitesini önemli ölçüde olumsuz etkilemektedir. Hastalarda karın ağrısı, mide bulantısı, kusma ve ishal gibi belirtiler yaygındır ve bu şikayetlerle hastalar acil tıbbi yardım almaya çalışırlar. Tedavi edilmediğinde laringeal tutulum hızla ölümcül asfiksiye yol açabilir. Genetik geçişli anjiyoödem genellikle sağlıklı kişilerde, geç çocukluk veya ergenlikte ortaya çıkar ve vakaların yaklaşık %75'inde ailevi geçmiş mevcuttur; kalan %25'i ise C1-INH geninin kendiliğinden mutasyonundan kaynaklanır.
Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ACE inhibitörü kaynaklı anjiyoödem, kullanan bireylerin yaklaşık %0,1-6'sında görülür. Kadınlar, sigara kullanımı ve Afrika kökenli olmak risk artıran faktörler olarak tanımlanmaktadır. Anjiyoödem, ACE inhibitörü tedavisine başlandıktan sonraki ilk haftada görülür. Ancak vakaların üçte biri ilaca başlandıktan aylar ila yıllar sonra ortaya çıkabilir. ACE inhibitörü kaynaklı anjiyoödem, üst solunum yolunda mukozal tutulum gösterdiği için yaşamı tehdit edici olabilir. Bu nedenle, anjiyoödemi olan tüm bireylerde ACE inhibitörleri kesilmelidir. Bradikinin kaynaklı genetik ya da akiz gelişen anjiyoödemlerde kesinlikle kullanılmamalıdır. Anjiyoödem atakları, ACE inhibitörü kesildikten sonra 1 aya kadar (veya bazen daha fazla) ortaya çıkabilir.
Bradikin kaynaklı anjiyoödemin tanısı, klinik öyküye dayanarak konur. Anjiyoödem, sıklıkla el ve ayaklarda, yüzde ödemlere neden olurken, karın ve diğer organ sistemlerinin mukoza tutulumu, karın ağrısından laringeal ödem ve asfiksiye kadar gidebilen ciddi bir kliniğe neden olmaktadır. Ailesel formunda hastaların %93'ünde karın atakları meydana gelir. Bu ataklar hafif ila şiddetli spazmodik ağrıyla ortaya çıkabilir. Sindirim sisteminde bağırsak tıkanıklığı, karında asit hatta hipovolemik şok meydana gelebilir. Ataklar sıklıkla apandisit veya kolesistit ile karıştırılabilir ve gereksiz cerrahi müdahalelere ve hatta psikiyatrik sevklere neden olabilir. Solunum bozukluğu ve asfiksi riski ile birlikte laringeal ataklar, bu atakların en çok korkulan komplikasyonlarıdır, çünkü bu hastalar entübasyon ve hatta trakeotomi gerektirebilir. Ailesel formunda hastaların %50'sinin yaşamları boyunca en az bir laringeal atak yaşayacağı tahmin edilmektedir.
Şüpheli bradikinin aracılı anjiyoödem hastaları için istenmesi gereken tamamlayıcı laboratuvar çalışmaları arasında; C4 düzeyleri (C1'in doğal substratı), C1q, C1-INH antijeni ve C1-INH'nin işlevi yer alır. İdeal olarak, bu çalışmalar hasta tedavi görmüyorken yapılmalıdır. Ayrıca, bu testlerin duyarlılığı aktif anjiyoödem atağı sırasında yapıldığında artar. Ailesel anjiyoödem hastalarının tüm çocukları ve birinci derece akrabaları, aksi kanıtlanana kadar hasta kabul edilmelidir. Kazanılmış bradikinin aracılı anjiyoödemde tanı sırasında altta yatan bir B hücreli lenfoproliferatif bozukluk veya diğer hematolojik ya da otoimmün durum açısından değerlendirmeler yapılmalıdır.
Bradikinin aracılı anjiyoödemin tedavisi ve yönetimi; atakların tedavisi, kısa ve uzun süreli profilaksi şeklinde ayrılabilir. Atakların tedavisi, gelişen anjiyoödemin tedavilerini tanımlarken, kısa süreli anjiyoödemden korunma, profilaksi ise olası ve bilinen tetikleyicilerden kaçınmanın mümkün olmadığı durumlarda atak riskini en aza indirmeyi amaçlayan tedavileri ve uzun süreli profilaksi ise atakların genel sayısını, sıklığını ve/veya şiddetini en aza indirmeyi ve yaşam kalitesini iyileştirmeyi amaçlayan tedavileri tanımlamaktadır.
- Atakların tedavisi; plazmadan türetilen C1-INH enzim replasman tedavisi (pdC1-INH), ikatibant (kallikrein inhibitörü) ve ekallantid (bradikinin B2 reseptör antagonisti) kullanılmasını içermektedir. Akut tedavinin amacı, bir atağın süresini ve şiddetini azaltmak, bir atağın hastanın işlevsel yeteneği üzerindeki etkisini en aza indirmek ve morbidite ile potansiyel mortaliteyi azaltmak için erken tedavi etmektir.
- Kısa süreli profilaktik tedavi; anjiyoödem atağı geçirme riskinin artabileceği bir dönemde anjiyoödem riskini azaltmak için uygulanacak tedavilerdir. Ataklar, tıbbi ve diş prosedürleri sırasında meydana gelebilecek fiziksel travmalar sonrası (saatler sonra veya birkaç gün sonra), stres/anksiyete, enfeksiyon, adet dönemi ve östrojen içeren ilaçların (örneğin, hormon replasman tedavisi ve kontraseptifler) ve ACE inhibitörlerinin kullanımı ile meydana gelebilir. Üst solunum yolu manipülasyonu (örneğin, diş cerrahisi ve entübasyon), üst solunum yolu şişmesiyle ilişkisi nedeniyle özellikle yüksek riskli kabul edilir. Duygusal stres faktörleri gibi diğer nedenlerin de atakları tetikleyebileceğinden şüphelenilmektedir. Bunlar ve hastaya özgü tetikleyicilere maruz kalmadan önce bir saat içinde pd-C1 inhibitörü kullanımı önerilmektedir. Risklerin düşük olduğu durumlarda zayıflatılmış androjenler düşünülebilir (danazol gibi). Tetikleyiciden 5 gün önce başlatılmalı ve beklenen tetikleyiciden 2–3 gün sonra devam ettirilmelidir. Zayıflatılmış androjenler C4 ve C1-INH düzeylerini artırır. Genellikle çoğu hasta tarafından iyi tolere edilmesine rağmen, uzun vadeli androjen uygulamasının olumsuz etkileri takip edilmelidir.
- Uzun süreli profilaktik tedavi; atakların sıklığını ve/veya şiddetini azaltmak, hasta yaşam kalitesi üzerindeki etkisini en aza indirmek, böylece hastaların normal bir yaşam sürmelerini sağlamaktır. Başlanma zamanı ve kararı, atakların sıklığı, önceki atakların şiddeti, hastaların acil tedaviye ne kadar kolay erişebildiği ve anjiyoödemin yaşam kalitesi üzerindeki etkisine bakılarak verilmektedir. Ancak bu tedavi sırasında hastaların akut ataklar geçirebileceği ve akut tedaviye ihtiyaç duyabilecekleri unutulmamalıdır. Bradikinin aracılı anjiyoödemde profilaktik tedavi için antifibrinolitik ajan traneksamik asidin kullanımını destekleyen az sayıda kanıt bulunmaktadır.
Gebelik, bazı hastalarda ataklarının oranında artışlara neden olabilir. Ataklar genellikle doğumdan sonraki 48 saat içinde gelişebilir. Ancak gebe hastalarda tedavilerin kullanımını destekleyecek yeterli veri bulunmamaktadır. Danazol gibi anabolik steroidlerin gebe kadınlarda kullanımı kontrendikedir.
Bradikinin aracılı anjiyoödemde profilaktik tedavisi için antifibrinolitik ajan traneksamik asidin kullanımını destekleyen az olmakla birlikte kanıtlar bulunmakta. Traneksamik asit iyi tolere edilir; ancak etkinlik verilerinin eksikliği nedeniyle yalnızca birinci basamak profilaktik tedaviler mevcut olmadığında ve androjenler kontrendike olduğunda düşünülür.