Selülit, cilt yüzeyinde hafif olgularda portakal kabuğu, ilerlemiş olgularda ise çukurlar ve tümsekler şeklinde dalgalı yumrular görünümü veren bir estetik deri problemidir. "Selülit" Fransızca kökenli olup, İngilizce'de “cellulitis” olarak tanımlanır. Günümüzde tıbbi olarak selülit yerine “jinoid lipodistrofi, nodüler liposkleroz, ödematofibrosklerotik pannikülopati, adipozis ödematosa, dermopanniküloz deformans ve status protrusus kutis” gibi çeşitli terimlerle anılmaktadır. Derinin mikrobiyal ya da mikrobiyal olmayan inflamasyonları için kullanılan "selülitis" tanımı ile karıştırılmaktadır. Kadınlarda ergenlik dönemi sonunda başlamakta ve fizyolojik bir durum olarak kabul edilmektedir. Vücut, doğurganlık dönemine hazırlık olarak hamilelik ve emzirme dönemlerinde maksimum enerji deposunun oluşturulması için deri altında yağlar depolamakta, selülit kliniği bunun sonucunda gelişmektedir.

1560 yılında Lambert Sustris tarafından yapılmış Venüs tablosu, kadınların en kutsalı ve güzeli. Resimde Venüs hafif balık etli olarak betimlenmiş ve resmedilirken bacak üst kısmı ve kalçada 3. derece selülit alanları görülmekte. O dönemlerde selülit bir problem olarak algılanmıyor, hatta kadınlığın, güzelliğin bir parçası olarak kabul ediliyordu. Kadının varoluşundan bu yana fizyolojik olarak görülen selülit, son elli yılda kozmetik bir problem haline geldi. Son yıllarda erkek ve kadın görsel algısı hızla değişti; ideal kilolu, deri altı yağ dokusu az, fit ve kaslı vücutların ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. Güzelliği ifade eden bu yeni estetik bakış açısı, neredeyse hastalık olarak değerlendirilen selülit olgusunu gündeme taşımakta. Özellikle kozmetik endüstrisi, selüliti bir cilt ve sağlık sorunu olarak gündeme getirerek kadınların korkulu rüyası, hatta fobisi haline getirmiş durumda.

selulit_ve_lazer_lipolizis.jpg

Kadınların %80 ila %90'ında, çoğunlukla kalça ve uyluklarda meydana gelen bu durum, olumsuz bedensel algı ve yaşam kalitesi sorunlarıyla ilişkilidir. Selülit hâlâ çok faktörlü, karmaşık ve tam olarak anlaşılamamış bir problem olarak tanımlanmakta ve etkili, radikal bir tedavisi yoktur. Kişiye göre değişken sonuçları olan çok sayıda tedavi yöntemi olmasına rağmen, selülit görünümündeki iyileşmeler maalesef kalıcı değildir ve etki süreleri kısadır.

Ergenlik sonrası her yaşta ortaya çıkabilir, ancak çoğunlukla 20-30 yaşları arasında görülür. Tüm ırklarda ve etnik kökenlerde görülmekle birlikte, Kafkas, Asyalı ve Afro-Amerikan kadınlarda daha fazla rastlanmaktadır. Erkekler selülitten nadiren etkilenir. Erkeklerin yaklaşık %2'sinde östrojen veya antiandrojen tedavisine bağlı olarak, androjenlerin yetersizliğinde; Klinefelter sendromu, hipogonadizm ya da siroz (alkol kullanımına bağlı karaciğer yetersizliklerinde) selülit gelişebilmektedir.

Selülit, maalesef kadına doğanın yüklediği doğurganlık yeteneği ve vücudun doğurganlığa hazırlığının fizyolojik bir sonucudur. Gebelik döneminde vücudun ihtiyaç duyacağı yüksek enerji, yağ dokusu olarak vücutta depolanmaktadır. Yağın depolandığı vücut alanlarından biri de derialtı dokularıdır.

Kilo alımı selüliti daha belirgin hale getirebilir. Aktif olmayan sedanter bir yaşam tarzı ve hamilelik, selülit oluşma riskini artırabilir. Birçok sağlıklı kadında, ideal kilo, sağlıklı bir diyet ve egzersiz programına rağmen selülit gelişebilir. Vücuttaki yağın dağılım şekli de selülite yatkınlık oluşturabilir. Pek çok farklı faktör selülite neden olabileceğinden, hemen hemen tüm kadınlar hayatlarının bir döneminde vücutlarının herhangi bir kısmında selülit problemi yaşayabilmektedir. Yaşla birlikte görülme sıklığı daha da artar. Çünkü yaş ilerledikçe cilt incelir, gevşer ve bu da riski artırır. Selülitin olası nedenleri arasında hormonal değişiklikler, genetik faktörler, kilo alımı veya kilo kaybı, sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam tarzı veya sigara kullanımı tanımlanmaktadır. Bunların dışında dar kıyafetlerin ve çok fazla oturmanın da selülite neden olabildiğine yönelik kanıtlar vardır. Kadın seks hormonu östrojen, selülit gelişiminde muhtemelen çok önemli bir rol oynar. Bu nedenle hamilelik, uzun süreli doğum kontrol haplarının kullanımı veya menopoz sonrası kadınlarda hormon replasman tedavisi gibi yüksek östrojen durumlarının selülit kliniğinin ilerlemesini şiddetlendirdiği veya kötüleştirdiği bilinmektedir.

Özellikle uyluklar ve kalçalar gibi vücudun yağ depolanan bölgeleri, deride topografik değişikliklerle karakterizedir. Ancak göğüslerde, alt karın bölgesinde ve üst kollarda da selülit görülebilir. Klinik olarak topografik değişiklikler çukurlaşma, tümsekleşme veya nodülasyon şeklinde kendini gösterir ve bu, deri yüzeyinde düzgün olmayan bir yüzeye yol açar. Deri yüzeyine selülitin karakteristik klinik görünümü olan "eski döşek-yatak benzeri", "süzme peynir yüzeyi" veya "portakal kabuğu" görünümünü verir.

selulit_neden_gelismektedir.jpg

Selülit estetik bir deri görünümü olarak algılanmakla birlikte, altta asıl etkilenen doku deri altı yağ dokusudur. Selülitte yağ dokusunun lipodistrofisi, yani dejenerasyonu gelişmektedir. Lipodistrofi, deri altı yağ dokusunda inflamasyon, ödem, fibrozis ve sklerozis gibi değişimleri kapsamaktadır. Selülit oluşum mekanizmasının daha iyi anlaşılabilmesi için deri altı yağ dokusunu biraz hatırlayalım.

Deriyi daha alttaki kas ve kemik gibi dokulara bağlayan ve metabolik olarak aktif olan deri altı yağ dokusu “adipoz doku” olarak da bilinmektedir. Adipoz doku, temel olarak adipositler - yağ hücrelerinden meydana gelir. Bunlar, içi % 95 oranında (daha çok trigliseritlerden oluşan) yağlı sıvı karışımla dolu olan hücrelerdir. Bu hücre yüzeylerinde çok sayıda hormona cevap veren reseptör olarak tanımladığımız özel alanlar bulunmaktadır. Yağ hücreleri büyüdükçe bir araya gelerek salkım görünümünde yağ loplarını oluştururlar. Bunların arasında yağ dokusunun beslenmesini ve metabolizmasını sağlayan, dolaşımını destekleyen kılcal damarlar ve lenf damarları bulunmaktadır. Yağ dokusunda düzensiz genişleme, yağ dokusu içindeki kılcal ve lenf dolaşımına da baskı oluşturur ve dolaşım yavaşlar. Damarlardan ve lenf dolaşımındaki sıvı bu süreçte yağ dokusu içine çıkmaya başlar ve yağ dokusunda ödem gelişir. Bu ödem, selülit kliniğinin daha belirgin olmasını sağlamaktadır.

Deri alt yağ dokusu adipositleri arasında kolajen lifler, preadiposit hücreler, fibroblastlar, lökositler, makrofajlar, endotel hücreleri ve miyositler bulunmaktadır. Deri yağ dokusu temelde yağın depolanması ve vücut metabolizmasında rol oynamaktadır. Yağın depolanması sırasında adipositler hücre sayılarını ve boyutlarını artırırlar. Adipositler yağ asitlerinin metabolizmasını gerçekleştirirler. Son yıllarda, bir endokrin organ gibi bazı hormon ve sitokin salgıladıkları gösterilmiştir. Bunlar adipositokinler olarak tanımlanmakta; leptin, adiponektin, anjiyotensinojen, resistin, tümör nekrozis faktörü α (TNF-α), peroksizom proliferatör aktivatör reseptörü γ (PPAR-γ), interlökin-6 (IL-6), insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1), lipoprotein lipaz (LPL) ve adipsin (plasminojen aktivatör inhibitörü 1; PAI-1) gibi. Adipositlerin bu özellikleri dokuda metabolizma, endotel fonksiyonu, inflamasyon ve hücreler arası matrisin yapılanmasında rollerini göstermektedir. Vücudun endokrin ve metabolik süreci (insülin direnci, diyabet hastalığı, yanlış ve yetersiz beslenme gibi) deri altı yağ dokusunu etkilemektedir. Deri altı ve vücut yağ dokusu adipositokinler ile vücut hemostazını etkilemektedir. Örneğin, aşırı yağ dokusu birikimi insülin direncine, hipertansiyona ve damar sertliği-ateroskleroza neden olmaktadır.

Selülit gelişiminde adipositokinlerden adiponektin/leptin ikilisi önemlidir. Bu iki adipositokin antagonist olarak çalışmaktadır. Selülitte adiponektin seviyelerinde düşme, leptin seviyelerinde artış görülmektedir. Adiponektin, damarların korunması, damar tıkanmasının önlenmesi, damarların genişlemesi ve inflamasyonun önlenmesinde önemli bir peptiddir. Obezite, diyabet, hipertansiyon, insülin direnci ve koroner kalp hastalıklarında bu peptidin azaldığını biliyoruz. Selülit ile adiponektin düşük seviyeleri arasında bir ilişki bulunmaktadır. Leptin ise yağ hücrelerinin boyutlarını ve metabolizmasını düzenlemektedir. Leptin seviyesi obezite, insülin direnci ve kalp-damar hastalıklarında artmaktadır. Leptin seviyesindeki artış, damarlarda endotel hasarı ile birlikte olmaktadır.

sellit_selllit_2.jpg

Selülitin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, deri altındaki bağ dokusu ile yağ tabakası arasındaki etkileşimde "mimari bir bozukluk" olarak kabul edilmektedir. Selülitin en sık görüldüğü basen bölgesinde, deri altı dokular dermis, yüzeysel yağ, yüzeysel fasya, derin yağ ve derin fasya olmak üzere farklı doku katmanlarından oluşmaktadır. Deri altı yağ dokusu “yüzeysel fasya” ile iki tabakaya ayrılmaktadır. En dış yağ tabakasına "aerolar tabaka" denilmektedir. Bu tabakada yağ hücreleri büyük ve globüler, deriye daha dik yerleşmiştir. Daha derin tabakaya ise “lamellar tabaka” denilmektedir. Burada yağ hücreleri daha küçük, globüler ve deri yüzeyine paralel yerleşmekte ve daha zengin damarsal ağ tabakasına sahiptir. Kadınlarda bacak üst kısmı ve kalçada aerolar tabaka daha kalındır ve ergenlik sonrası daha da kalınlaşmaya eğilimlidir (özellikle östrojenler; 17-b-estradiol etkili). Bu nedenlerle kadınlarda bu alanlarda selülit daha kolay gelişmektedir. Ayrıca bu alanlarda yağ dokusunun eritilmesi (lipoliz) daha zordur. Yağ dokusunda lipolize neden olduğunu bildiğimiz hormonlar katekolaminler (adrenalin ve noradrenalin gibi) ve insülindir. Bunların lipoliz üzerindeki etkileri, vücudun anatomik alanlarına göre değişmektedir. Örneğin, katekolaminler lipolitik etkilerini iç organ çevresindeki yağ dokusunda göstermektedir. Karın bölgesinde bu etkiler az, hatta bacak üstü ve kalçada çok daha azdır. Bu nedenlerle de selülit bu alanlarda daha kolay gelişmektedir.

Yağ doku katmanları arasında iki tip fibröz kollajen septa bulunmaktadır: kısa, ince septa ve uzun, kalın septalar. Kısa, ince septalar yüzeysel fasyayı dermise bağlarken, uzun, kalın septalar derin fasyayı dermise bağlamaktadır. Kısa septaların sayısı uzun septalardan daha fazladır, ancak daha az stabildir; uzun septaların sayısı ise daha azdır, ancak daha fazla stabiliteye sahiptir. Her iki yağ katmanındaki yağ lobülleri bal peteği benzeri bir yapıda düzenlenir ve lobülleri birbirine bağlayan fibröz septa ile fibröz bağ dokusu ile çevrelenir. Yüzeysel yağ globülleri, derin yağ tabakasındaki yağ lobülleriyle karşılaştırıldığında sayıca önemli ölçüde daha fazladır, ancak daha küçüktür. Bu nedenle, derin yağ tabakası yüzeysel yağ tabakasından önemli ölçüde daha kalındır. Bu fibröz bantlar, normal büyüklükteki yağ hücrelerinin yeterli miktarda boş alana sahip olduğu odalar veya mini cepler oluşturur. Kilo, vücut kitle indeksindeki (BMI) artış, her iki yağ tabakasının kalınlığında bir artışa neden olmaktadır. Mimari bozukluk hipotezine göre, yağ dokusundaki artış doğal biyomekanik kuvvetlerde dengesizliğe ve selülit gelişimine katkıda bulunur. Septalar içeriye doğru bir bağlama kuvveti oluştururken, artmış yağ dokusu dışarıya doğru bir kuvvet oluşturmaktadır. Zamanla bantlar, yağ dokusunu bir file gibi sıkıştırarak girintili-çıkıntılı selülit oluşumuna neden olur. Fibröz bağlar kadınlarda dermise dikey olarak uzanırken, erkeklerde dermise yaklaşık 45° açıyla ve çapraz olarak uzanmaktadır. Ayrıca, erkeklerde daha fazla sayıda kısa, ince fibröz bağ bulunmaktadır; yağ dokularını ayıran septalar kadınlara göre daha güçlü ve daha stabildir. Erkeklerde bu mimari yapı, daha obez olmalarına karşın selülit görünümüne daha az duyarlı olmalarını sağlamaktadır.

Selülitin gelişiminde deri altı dokuların mimari yapılanması, cinsiyet farkı hipotezlerinin yanı sıra iki hipotezden daha bahsedilmektedir: damarsal-vasküler hipotez ve inflamasyon hipotezi.

  • Vasküler hipotezde dermiste damarsal ve metabolik değişikliklerin selülit gelişiminde rol oynayabileceği öne sürülmektedir. Selülit alanında hiperpolimerize glikozaminoglikanlar kılcal damar duvarlarında birikerek kılcal damarlardan yağ dokusuna geçirgenlik artmaktadır. Artan kılcal geçirgenlik ve kılcal duvarlar üzerindeki basıncın birleşimi, damar içi sıvının yağ lobülleri ile lobüler arasındaki septalara sızmasına yol açar. Bu süreçlerde ortaya çıkan hücrelerarası ödem, doku hipoksisi, fibröz septalarda neovaskülarizasyon, kalınlaşma ve skleroz, selülitin klinik görünümü olan cilt yüzeyindeki düzensizliklerden sorumludur. Deri yağ dokusu aynı zamanda deri altı damarsal ve lenfatik dolaşımı fonksiyonel olarak etkilemektedir. Deri altı yağ dokusunda yer alan damarsal ve lenfatik yapıların vaskülit olarak tanımladığımız inflamasyonları ve bunların iç kısımlarını kaplayan endotel hücrelerinin disfonksiyonları selülit gelişiminde rol oynamaktadır. Özellikle endotel hücre hasarı, selülit gelişiminde önemlidir. İnsülin direncinde proteinlerin aşırı glikolizasyonu sırasında serbest oksijen radikalleri ile endotel hücre hasarı olmaktadır. Obezitede makrofaj ve Th1 hücreleri üzerinden inflamasyona neden olmaktadır. Bu, obezite ile selülit arasındaki ilişkiyi desteklemektedir. Obezite, insülin direnci ile endotel hasarı ve doku inflamasyonu arasında direkt ilişki göstermektedir. Dokularda düşük oksijen seviyesine maruz kalındığında "Hipoksi indüklenebilir faktör 1 proteini; HIF-1" salgılanmaktadır. Bu protein, tüm vücut hücrelerinde HIF-1 geni tarafından yapılmaktadır (sadece HIF-1 değil, GLUT 1 proteini, eritropoetin, transferrin ve damar endoteli büyüme faktörü (VEGF) gibi proteinler de yapılmaktadır). Yağ dokusu yüksek kalori alındığında bu proteini daha fazla üretmektedir. Bu protein, yağ dokusunda fibrotik değişimleri ve inflamasyonu artırmakta, bu da selülitin gelişiminde rol oynamaktadır. Bazı kadınlarda HIF-1 geninde polimorfizm olması ile HIF-1A düşük seviyeleri görülmektedir. Bu kadınlarda selülit gelişmemektedir..
  • İnflamasyon hipotezinde; düşük dereceli septal inflamasyonun dermal atrofiden sorumlu olduğu ve kronik inflamasyonun fibröz septal gelişiminde rol oynayabileceği öne sürülmüştür. Obezite ve insülin direnci gibi inflamasyonun kolaylaştığı durumlarda makrofajların, Th1 hücrelerinin, mast hücrelerinin, interlökin-6 ve tümör nekroz faktör alfanın varlığı damarsal endotel hasarına katkıda bulunabilir.
  • Bir dizi başka faktör de selülitin gelişmesine veya klinik şiddetinin artmasına katkıda bulunabilir.
    • Yaşlanma dermisi ve yağ lobüllerini olumsuz etkiler. Yaşlanma dermisin kollajen ve elastin içeriğini azaltır ve dermisi inceltir. Yağ herniasyonu, atrofik bir dermis yoluyla subdermal kavşakta artabilir. Yaşlanmayla birlikte yağ lobüllerinde de hipertrofi meydana gelir. Büyümüş yağ lobülleri, deri altı tabaka içindeki biyomekanik kuvvetlerde daha fazla dengesizliğe neden olabilir. Dolayısıyla ilerleyen yaş, selülit gelişme riskini de artırır. Aslında, yüksek BMI'ye sahip yaşlı kadınlar, selülitin gelişmesi veya kötüleşmesi konusunda en büyük riske sahiptir. Bununla birlikte, dermisin yaşlanması her iki cinsiyette de meydana geldiğinden, yaşın birincil bir etken olması muhtemel değildir.
    • Gebelik
    • Beslenme tarzı ve sedanter yaşam tarzı; yüksek karbonhidratlı diyetler ve hareketsiz bir yaşam tarzı hiperinsülinemiye yol açabilir ve lipogenezi uyarabilir. Alkol tüketimi aynı zamanda lipogenezi de uyarır. Lipogenez, vücut yağ içeriğinde genel bir artışa neden olabilir; dolayısıyla selülit gelişme riski artar. Bir diğer önemli prensip ise yüksek ve düşük BMI arasındaki yağ içeriği farkının, yağ küreciklerinin hipertrofisine bağlı olmasıdır. Yağ globülleri veya yağ hücreleri çoğalmaz; kilo alımı veya kaybıyla birlikte hiper veya hipotrofiye uğrarlar. Kilo alımı sırasında septal ağ gerilir, ancak kilo kaybından dolayı büzülmez. Bu, kilo kaybı yaşayan hastalarda önemlidir; çünkü septal ağ uzayacak ve zayıflayacak, bu da hem septa hem de deriye yönelik daha karmaşık prosedürlerin gerekliliğine yol açacaktır.
    • Genetik 

 Tedavi

Selülitin radikal bir tedavisi yoktur. Selülit oluşumunun nasıl engellenebileceği henüz tam olarak bilinmemektedir. Tüm tedaviler, selülit klinik belirtilerinin azaltılmasını hedeflemektedir.

Günümüzde selülitte etkin olup olmadığı kesin olarak saptanamamış çok sayıda ürün ve uygulama bulunmaktadır. İlaçlarda olduğu gibi, bu ürünlerin tümünün etkinliklerinin veya etkinlik derecelerinin yeterli olup olmadığı, birbirleriyle kıyaslanarak bilimsel çevrelerde kabul görecek şekilde ispatlanmadığı için, selülit engelleyici veya giderici olarak kullanılan ürünler maalesef tüketici suistimaline açık ürünlerdir. Bu suistimale karşı son yıllarda yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu ürünlerin pazarlanmasında standartlar getirilmeye çalışılmaktadır. Örneğin; selülit tedavi ürünleri sağlıklı yaşam tarzını teşvik etmeli, diyet veya spor yapılmasına gerek olmadığını çağrıştıracak veya ima edecek bilgi içermemeli, kilo kaybı iddiasında bulunmamalıdır. Bu ürünlerde selülitin kalıcı olarak giderileceğini belirten bir ifade kullanılmamalıdır. Bu ürünlerin tanıtım bilgisinde sadece deri altındaki yağ dokusunun metabolizasyonuna yardımcı olma, derinin sıkılaşmasına yardımcı olma, derideki mikro dolaşımı destekleme, derideki su ve yağın uzaklaşmasına yardım etme gibi ifadelerin kullanılabileceği bildirilmiştir.

Selülit bir sağlık problemi olmamasına rağmen estetik açıdan olumsuz etkilere sahiptir. Selülitli kadınlarda vücut algılarında memnuniyetsizlik, psikososyal stres, kaygı ve yaşam kalitesinde olumsuzluklar oldukça yaygındır. Selülitli hastalar, sonuç olarak bir tedavi arayışı içerisine girmektedir.

Selülit tedavisi için başvuran kişinin öncelikle klinik değerlendirmesi yapılmaktadır.

Selülit tedavilerinde belki de ilk önemli adım kilonun ve BMI değerlendirilmesidir. Selülit alanları belirlenir. Selülit alanlarında cilt tonusu ve gevşekliği, dermal atrofi, deri altı yağ dokusunda hacim kaybı veya artışı dahil olmak üzere selülit görünümüne katkıda bulunan veya şiddetlendiren ana faktörlerin değerlendirilmesi ile başlanmalıdır. Selülit ile klinik olarak karışan ve selüliti taklit eden çeşitli durumların iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin, lipoatrofi, genel ödem veya lenfödem, obezite klinik olarak selülit kliniği ile karışabilir. Bu durumlarda selülite spesifik tedaviler, klinik görünümün şiddetini alevlendirebilir.

Klinik değerlendirme ayaktayken, bacaklar kalça genişliğinde açıkken yapılır. Ayakta durulması, yağ dokusu lifli septaları üzerinde daha büyük bir gerilim oluşturur ve selülit alanında tümsek ve çukurların görselleştirilmesine yardımcı olur. Bu genel klinik değerlendirme sonrası hastadan selülit alanında kasları kasması istenir. Kasların aktif kullanımı, selülit alanında klinik görünümün daha belirginleşmesini sağlamaktadır. Sonra selülit alanı başparmak ve işaret parmağıyla sıkıştırılarak muayene edilir. Elle sıkıştırma ve deri yüzeyine paralel ışıkların kullanımı, selülit klinik görünümünün daha belirgin olmasını sağlamaktadır.

Selülitin klinik şiddetinin derecelendirilmesi yapılır (Nürnberger-Müller Ölçeği ve Selülit Şiddet Ölçeği - CSS). Bunlar bir araca/ölçeğe ihtiyaç duymadan uygulanması kolay yöntemlerdir ancak tamamen niteliksel ölçeklerdir. Selülit alanında deri yüzeyinden çöküntülerin sayısı, çöküntülerin derinliği, cilt yüzeyindeki kabarma ve değişikliklerin morfolojisi, deri tonusu ve sarkmalar değerlendirilir. Her bir değerlendirme 0'dan 3'e kadar puanlanır. Toplam skor 1'den 5'e kadar hafif selüliti, 6'dan 10'a kadar orta selüliti, 11'den 15'e kadar ise şiddetli selülit olarak tanımlanır. CSS değerlendirilmesine hastanın bakış açısının yansıtılmaması tek olumsuzluğu oluşturmaktadır.

Selülitin klinik dereceleri

Derece 0: Hem ayakta hem de sırt üstü yatar durumda deri yüzeyinde selülit ile ilgili hiçbir bulgu yoktur. Deri iki parmak arasında sıkıldığında bile selülit belirtileri ortaya çıkmaz. (erkekler ve atletik zayıf kadınlar)
Derece 1: Ayakta dururken ve sırt üstü yatarken deri yüzeyinin düzgün olduğu, selülit görülmez. Deri iki parmak arasında sıkıldığında portakal kabuğu görünümü ortaya çıkar. Gözle görülür çukurcuklar ve deride hafif sert kabartılar vardır.
Derece 2: Sırt üstü yatar durumda, deri yüzeyinin düzgün olduğu ve ayakta iken deri iki parmak arasında sıkılmadan bile selülit belirtilerinin görüldüğü durumdur. Deri altında çok sayıda küçük yumrular ve kaba, büyük çukurcuklar vardır. (35-40 yaş sonrası veya kilolu kadınlarda). Süzme peynirin dış görünümüne benzetilmiştir.
Derece 3: Hem ayakta hem de sırt üstü yatar durumda, test yapılmadan bile selülit belirtilerinin görüldüğü durumdur. Deri altında çok sayıda dokunulduğunda ağrılı olabilen sert yumrular, büyük ve çok sayıda derin çukurcuklar vardır. Yün yatağın dış görünümüne benzetilmiştir.
Derece 4: Deri altında çok sayıda dokunulduğunda sert yumrular, hatta ağrılı olabilen şişlikler, büyük ve çok sayıda derin çukurlar (dimple) vardır. Patates çuvalına benzetilmiştir.

 

Klinik uygulamada, tedavinin etkilerini değerlendirmek için selülitli bölgelerin tedavi öncesi ve tedavi sonrası fotoğrafları çekilebilir.

Selülit tedavilerinin çok çeşitli olduğu, uzun süreli tedaviler gerektirdiği, ekonomik olarak yüksek maliyetli olduğu ve etkinliklerinin halen çok tartışmalı olduğu hasta ile tartışılmalıdır.

Selülitin klinik olarak ortaya çıkmasında yer alan çeşitli adımları hedef alan birçok tedavi protokolü mevcuttur; topikal ajanlar, oral tedaviler, masaj tedavileri, kriyoterapi, enerji bazlı cihazlar (radyofrekans-RF, ultrason-US, lazer veya fototerapiler, akustik dalga terapisi vb.), subsizyon ve enjekte edilebilir tedaviler (dolgu maddeleri, otolog yağ enjeksiyonları, PRF jel, biyolojik maddeleri içeren mezoterapiler vb.), liposuction (klasik, lazer, US ve US liposuctionlar). Selülit tedavileri, klinik görünümün azaltılmasına yönelik uygulamalardır. Bunlar, selülit gelişim nedenlerine odaklanmaktadır. Örneğin, topikal ajanlar ve masajlar, selülit alanındaki yağ dokusundaki altta yatan mikro dolaşım ve drenaj eksikliklerinin bozulmasına odaklanırken, subsizyon selülitteki mimari bozuklukların giderilmesine odaklanmaktadır.

Kilo Verme ve Selülit Üzerine Etkisi

Kilo fazlalığının selülit görünümünü artırdığını biliyoruz. Selüliti ortadan kaldırmamakta, ancak selülitin klinik derecesini azaltmaktadır. Özellikle BMI yüksek ve ileri düzeyde selülit klinik derecelerinde kilo verme çok anlamlı olabilmektedir. Kilo verme, selülit alanlarında dimple-çökmeler üzerinde fazla etkili değildir ya da hafif oranlarda azaltmaktadır.

Topikal Ajanlar

Topikal ajanlar, selülitin en erken dönemleri için tedavi yöntemlerinden biridir ve bu amaçla çok sayıda jel ve krem formunda formülasyon mevcuttur. Bu ajanlarla selülit alanında derinin mikro dolaşımı, dermal yeni kolajen yapımının (neokollajenezin) ve lipoliz-lipogenezin uyarılması, inflamasyonun ve oksidasyonun baskılanması, lenfatik drenaj ve ödemin azaltılması amaçlanmaktadır. Selülit alanına, deri yüzeyine yoğun masajlarla uygulanmaktadır. Oldukça geniş bir ürün çeşitliliği vardır ve içerikleri oldukça zengindir. Ancak bu ürünlerde asıl şüphe, deriye uygulandıklarında deri tarafından emilerek ne kadar deri altı yağ dokusuna ulaştıkları ve burada selülit gelişiminde hangi mekanizmaları kullandıklarıdır.

Bu ürünler ile yapılan klinik çalışmalarda şu sonuçlar çıkarılmıştır; 

  • Topikal ürünlerde içeriği ne olursa olsun, içerisinde etil alkol (etanol) varsa ve ürün masaj ile uygulanıyorsa, selülit klinik görünümünde az da olsa bir fayda sağlamaktadır. Belki de bu ürünlerle sağlanan plasebo etkisi bu ikisinden kaynaklanmaktadır. Masaj, selülit alanında deri altı yağ dokusunda kan dolaşımını artırmakta ve fibrosklerozisi önlemektedir. Etanol, deri yağ dokusunda noradrenalin gibi davranarak yağ dokusunun kinetiğini artırmaktadır.
  • Selülitin topikal tedavilerinde ürün içeriğinde etkinliği kanıtlanmış iki ana madde mutlaka bulunmalıdır.
    • Katekolaminler; metilksantin grubu (aminofilin, teofilin, kafein gibi) bu grup içerisinde en fazla kullanılan ve bilinen kafeindir. Kafeinin lipolitik etkisini uzun süredir biliyoruz. Kafein, yağ hücrelerinde aktif cAMP'yi inaktif 5 AMP'ye çeviren fosfodiesteraz enzimini baskılar. Bu yağ doku hücreleri olan adipositlerde cAMP seviyesini artırarak trigliseridin serbest yağ asitlerine yıkılmasına, yani lipolizise neden olmaktadır. %2 aminofilin ve kafein en çok topikal ürün içeriğinde yer almaktadır. Özellikle aminofilin, %10 glikolik asit ile kombine edilerek kullanılmakta; aminofilin dermise geçmekte ve yağ dokusunda lipolitik etki göstermektedir.
    • Retinoidler (sentetik A vitamin grupları); bunların etkileri deri altı yağ dokusundan daha çok deri üzerinde olmaktadır. Retinoidler deriye topikal uygulandığında yeni damar oluşumunu desteklemekte, fibroblast aktivitesini artırmakta ve dermiste yeni kollajen yapımını sağlamaktadır. Bu süreçte deri destek dokusu kalınlaşmakta, bu da selülitin deri yüzeyindeki klinik görünümünü azaltmaktadır. Günde bir veya iki defa, %0.01-0.25 oranında retinoik asit içeren kremin bu amaç için kullanılmasıyla dermiste kolajen yapımının sağlanarak selülit belirtilerinin gerileyeceği bildirilmiştir. Son yıllarda konsantrasyonun %0.3 olması gerektiği vurgulanmaktadır.
  • Diğer aktif bileşenler; 
    • tiroid hormonu yapısındaki maddeler
    • fitik asit ve tuzları
    • betülinik asit ve C vitamini
    • aromataz inhibitörleri veya anti-östrojenik maddeler
    • niasinamid
    • deri bütünlüğünü bozan topkal ürünler; bu amaçla hidroksikarboksilik asitler (laktik asit, glikolik asit, salisilik asit) ve vitamin A palmitatın yanısıra, deride lipit sentezini inhibe eden serebrositler (I ve II) (%0.1- 0.5) kullanılmıştır.
    • tartışmalı olmakla birlikte "tetrahydroxypropyl ethylenediamine", "carnitine", "forskolin" poliaminlerde spermin ve spermidinler ve bunların öncülleri olan "sulfo-carrabioseler"... kullanılmakta. 

Selüliti azaltmaya yönelik topikal ürünlerin klinik etkinlik ve etkilerin kalıcılığı konusunda bilimsel veriler maalesef yetersizdir. Bu ürünlerin hiçbiri Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmamıştır.

Bitkisel içerikli topikal ajanlar

Selülit belirtilerinin giderilmesinde çok sayıda bitkisel kaynaklı ekstrenin bir formülasyon içinde lokal kullanımı söz konusudur. Bu ekstrelerden bazıları, selülit giderici etki için patente sahiptir.

Christian DIOR firmasına ait bir patentte, Terminalia catappa bitkisinin yapraklarından elde edilen ekstre kullanılmış, deneysel etkinliği gösterilmiş ancak selülitteki etkisi incelenmemiş, yalnızca varsayımlarda bulunulmuştur. Geleneksel Çin tıbbında kullanılan Polygala tenuifolia ve Platycodon grandiflorum bitkilerinin kökleri ile Kochia scoparia bitkisinin meyvesinden elde edilen ekstrelerin lipoliz yaptığı incelenmiş ve krem formları kullanılmaktadır.

Hibiscus abelmoschus bitkisinin sulu ve yağlı ekstresinin doğrudan selülitli bölgeye uygulanması ile deri altı yağ tabakasının kalınlığını azalttığı, testlerde lipolitik etki gösterdiği ve bu etkinin beta reseptör stimülasyonu ile alfa reseptörlerinin bloke edilmesi ile gerçekleştiği belirtilmiştir.

Yves Rocher firmasına ait patentte Andiroba bitkisinin lipid ekstresinin selülit tedavisi için kullanılabileceği bildirilmiştir.

selulit_sellulit_tedavi_topikal_urunler.jpg

BİOTHERM firmasının sahip olduğu patentte saponin içeren bitkilerin (Hedera helix, Ruscus aculeatus, Aesculus hippocastanum) ekstreleri, kafein içeren bitki (Cola nitida) ekstresi ve Arnica montana L. ekstresinin birlikte kullanımı ile anti-selülit bir etki oluşacağı bildirilmiştir. Aynı firmanın başka bir patentinde ise, selülit tedavisinde kullanılmak üzere iyot içeren organik bir yapı (iyotlanmış haşhaş tohumu yağının etil esteri), saf essin (escin) veya essin içeren at kestanesi (horse chestnut) ekstresi ve hyalüronidaz içeren formülasyonlar denenerek olumlu sonuçların alındığı belirtilmiştir.

L’OREAL firmasına ait başka bir patentte ise, Ginkgo biloba ekstresi, saponin içeren Hedera helix ekstresi ve essin’in birlikte kullanıldığı formülasyonların uygulanması ile lokal yağ birikiminin durdurulduğu ve derinin görünümünde iyileşme gözlendiği bildirilmiştir.

Gotu kola olarak bilinen Centella asiatica bitkisi, içerdiği asiyatik asit, madekassik asit, madekassosit ve asiyatikosit nedeniyle kolajen sentezini artırıcı bir özelliğe sahiptir.

L’OREAL firmasına ait patentte, deride ısıtıcı etki oluşturan maddelerle beraber bazı bitki ekstrelerinin kullanımının selülit belirtilerini giderebileceği bildirilmiştir. Deride ısıtıcı etki oluşturmak amacıyla, kapsaisin içeren Capsicum ekstresi ile nikotinik asit tuzları veya esterlerinin (özellikle metil nikotinat) birlikte kullanılması önerilmiştir.

Ayrıca, Hedera helix, Rosmarinus officinalis, Panax ginseng, Salvia officinalis, Arnica montana, Calendula officinalis, Hypericum perforatum ve Ruscus aculeatus bitkilerinin yağlı ekstrelerinin de formülasyonda kullanılabileceği bildirilmiştir.

CELLUMİNATOR™ (Elizabeth Halen Corp.); etkin madde ve bitki ekstresi olarak hydroiodide tea, Ruscus ekstresi, Hedera helix ekstresi, Aesculus hippocastanum ekstresi, Ginkgo ekstresi, Fucus vesiculosus ekstresi ve polipeptit karışımı (aspartik asit, histidin, fenilalanin, arjinin, triptofan) içermektedir.

CELLESENE krem (Medestea Internazionale, Torino, İtalya) içeriğinde Ginkgo biloba, tatlı yonca, yosun, üzüm çekirdeği yağı, lesitin ve çuha çiçeği yağı bulunmaktadır. Tam etkinliği kanıtlanmamıştır.

Mezoterapiler

Yağ dokusu lipojenez ile adipositlerde yağ üretimini ve birikimini artırmakta, lipoliz ile ise yağları hücrelerden yakmaktadır. Buna göre selülit tedavilerinin ana amacı lipojenezi baskılamak ve lipolizi artırmaktır. Yağ dokusunda adipositlerin yüzeyinde, yağ hacmini kontrol eden adrenerjik iki reseptör (alfa-2 ve beta) bulunmaktadır. Beta adrenerjik reseptörün aktive edilmesi ile lipoliz, alfa-2 adrenerjik reseptörün uyarılması ile lipojenez gerçekleşmektedir. Etkili selülit tedavisi isteniyorsa, beta reseptörlerinin aktive edilmesinin yanı sıra, alfa-2 reseptörlerinin de inhibe edilmesi gereklidir. Örneğin ksantinler beta reseptörlerini uyaran, alfa-2 reseptörlerini baskılayan, aynı zamanda fosfodiesteraz enzimini de etkili bir şekilde inhibe eden maddelerdir. Bu nedenle, bugün selülit belirtilerinin giderilmesi amacıyla kullanılan kozmetik ürünlerin büyük bir kısmında ksantin grubu maddeler bulunmaktadır. Yağ dokusunda lipolize neden olduğunu bildiğimiz hormonlar katekolaminler (adrenalin ve noradrenalin gibi) ve insülindir. Beta reseptörünü uyaran maddelere örnek olarak epinefrin, norepinefrin, epinefrin analogları, ksantinler (kafein, teofilin, teofilinasetik asit, aminofilin), izoproterenol ve silanol mannüronik asit verilebilir. Alfa-2 reseptörünü baskılayan maddelere örnek olarak ise yohimbin, ginkgo biloba, dihidroergotamin ve ksantinler (kafein, teofilin, aminofilin) verilebilir.

Oral Takviyeler

Selülitte cilt görünümünü iyileştirmek için çok sayıda oral takviye kullanılmaktadır. Bazı maddeler ve bitki ekstreleri, ağız yoluyla tablet, sert veya yumuşak kapsül halinde kullanıldığında, selülit belirtilerinde azalma gösterdiği kanıtlanmıştır. Vitis vinifera, Ginkgo biloba, Centella asiatica, Melilotus officinalis, Fucus vesiculosus, balık yağı ve hodan yağı ekstreleri, antioksidan etkilerinden dolayı selülit tedavisinde kullanılmaktadır. Bu takviyelerin etkinliğine dair çok az klinik kanıt bulunmaktadır ve hiçbiri FDA onayı almamıştır. Buna oral kollajen takviyeleri de dahildir.

Bunlardan patetentli olanlar;

  • ABD’de Youth Builder® ismi altında satılmakta olan bir tablet preparatı; içeriğinde deriyi kalınlaştırmak için glikozaminoglikanlara dönen şeker türevi maddeler: N-asetilglukozamin (%5-30) ve tuzları, kolajenaz ve elastaz’ın derideki aktivitesini azaltmak için antioksidan madde: C vitamini (%5-50), kolajen ve elastin iplikçiklerine bağlanarak derinin kalınlaşmasını sağlayan metaller: çinko ve manganez (%1-10), bakır (%0.1-5), derinin kalınlaşmasına yardım eden amino asitler: lizin, pirolin, sistein, glisin, metiyonin (%2-25), yağ yakıcılar: hidroksi sitrik asit gibi, alınan karbonhidratın yağa dönüşümünü engelleyen maddeler ve kitin gibi, mide-barsak kanalındaki yağ molekülünü bağlayarak emilemeyecek kadar büyük molekül oluşturan maddeler, derideki kanlanmayı artıran damar genişletici maddeler: ginkgo biloba ekstresi, ginseng ekstresi, fenilalanin, bağ dokusunun oksitlenmesini engelleyen maddeler: proantocyanidin, üzüm çekirdeği ekstresi, hücre içine şeker girişini hızlandırarak vücudun yağ yakımını iyileştiren maddeler: krom pikolinat bulunmaktadır.
  • Üzüm çekirdeği ekstresinin günlük 0.2-2 gram dozlarda alınması ile selülit belirtilerinin giderilmesi amacıyla kullanılabileceği 2003 yılında bir patent ile alınmıştır.
  • CELLASENE™, selülit belirtilerinin azaltılması amacıyla ağız yoluyla alınan yumuşak jelatin kapsüldür. Kapsülde etkin maddeler; kurutulmuş Ginkgo Biloba ekstresi ve kurutulmuş tatlı yonca (sweet clover) ekstresi bulunmaktadır. Bu maddeler, kan dolaşımını artırıcı ve ödem çözücü özelliklere sahiptir.

Masaj

Masaj, lenfatik drenajı uyararak selülit ile ilişkili mikro sirkülasyon ve drenaj eksikliklerini gidermeyi hedefleyen en eski yöntemlerden biridir. Masaj, manuel veya mekanik olarak cihazlar yardımıyla yapılabilmektedir. Manuel masaj, klinik pratikte fazla kullanılmamaktadır. Mekanik cihazlardan olan LPG Endermologie gibi selülit tedavilerinin FDA onayı vardır. Bunlar, pozitif ve negatif basınçlı, vakum destekli mekanik masaj sistemleridir. Klinik olarak, tüm vücutta haftada iki kez, 30-45 dakika süren 15 seans endermoloji, selülit görünümünde önemli iyileşme göstermekte ancak kalıcılığı maalesef yoktur. Bu sistemlerin tek başına selülitte etkinlikleri tartışmalıdır. Sonradan bu sistemlere klinik cevabın artırılması için lazer ve ışık sistemleri, şok dalgaları, RF ve infrared gibi sistemler eklenmiştir.

Enerji Temelli Tedaviler

RF, ışık, lazerler ve akustik dalgalar kullanan bu tedaviler, selülit görünümüne katkıda bulunan lokalize yağlanma ve/veya cilt gevşekliğinin tedavisi için çözümler sunmaktadır. Bu cihazların bazıları aynı zamanda kızılötesi ışık, vakum masajı ve darbeli elektromanyetik alanlar gibi diğer teknolojileri de kullanmaktadır. Bu cihazların birçoğu selülit tedavisi için FDA tarafından onaylanmıştır. Bu sistemler, deri yüzeyinden elektrotlar ile uygulanmaktadır. Deri ve deri altı yağ dokusunda kontrollü ısı artışı sağlanması amaçlanmaktadır. Bu ısı artışı ile deri altı yağ dokusunda lipoliz, deride kolajen yıkımı ile yeni kolajen yapımı ve dermisin kalınlaştırılması hedeflenmektedir. Başlangıçta unipolar, monopolar ve bipolar uygulamalar ile başlanmış, teknolojik gelişmeler ile günümüzde multipolar ve deri ısı kontrollü sistemler kullanılmaya başlanmıştır. Bazı RF sistemleri vakum, infrared ışık, atımlı elektromanyetik sistemler ve masajlar ile kombine kullanılmaktadır.

RF sistemleri arasında;

kızılötesi ışık + mekanik masaj + bipolar RF kombinasyonu olan Velasmooth, Velashape sistemleri, Exilis Elite verilebilir.
monopolar RF + manyetik rezonans kullanan Venus Legacy,
darbeli manyetik alanlara sahip çok kutuplu bir RF cihazı; Endymed Body Shaper,
çoklu jeneratörlü bir RF cihazı; ThermiRF (Thermi Aesthetics; Hayward, CA),
vakum etkili iki kutuplu/çok kutuplu ve sıcaklık kontrollü yeni bir RF cihazı; Viora Reaction sayılabilir.
RF terapisi, selülit alanında kısa ömürlü sonuçlar sunmakta; bunun elde edilmesi için birden fazla tedavi seansına ihtiyaç duyulmaktadır.

Bu sistemler ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Hastaların tedavilere uyumlarının yüksek olduğu ve yan etkilerin çok düşük olduğu gözlenmiştir. Bölgesel yağlanmada etkinlikleri oldukça iyi iken, selülit klinik çalışma sonuçları halen tartışmalıdır.

Işık ve Lazer Terapisi; RF cihazlarına benzer şekilde selülit hedef alanında ısı enerjisi yayarak etki göstermektedir. Üretilen ısı, kolajenin yeniden yapılanmasını uyarır ve mikro dolaşımı artırır, potansiyel olarak selülit görünümünü iyileştirir. Bunlar tek başına ya da masaj, vakum ve ultrasonla birlikte kullanılmaktadır. Bu sistemlerin faydasına dair bazı kanıtlar vardır ancak birden fazla seansa ihtiyaç duyulması ve sonuçların kalıcılığının olmaması olumsuzluklardır. Lazer yardımıyla lipoliz günümüzde bölgesel yağlanma ve selülit için en popüler yöntemdir. Derece II düzeyindeki selülitlerde sadece yüzeysel lazer lipoliz, derece III ve IV düzeyindeki selülitler için yüzeysel lazer lipoliz ve yağ transferleri yapılmaktadır.

Farklı dalga boylarına sahip lazer ve ışık sistemleri selülit alanında deri yüzeyinden uygulanmaktadır. Deri ve deri altı yağ dokusunda kontrollü ısı artışı yapmaktadır. Bu ısı değişimi yeni kolajen yapımını uyarmakta ve lokal dolaşım sistemini hızlandırmaktadır. Bu etkileri ile selülit tedavisinde kullanılmaktadır. Bu sistemlerin iddia ettikleri gibi lipoliz - yağ dokusunu eritme ve selülit alanındaki fibröz septaları yok etme gibi etkileri maalesef yoktur. Sadece yeni kolajen yapımı ve dolaşım sistemine pozitif etkileri ile selülitin klinik görünümünü hafifletmektedirler.

Son yıllarda deri altı yağ dokusuna uygulanan lazer sistemleri geliştirilmiştir. 2008 yılında lazer lipoliz ve liposakşında 1064 nm dalga boyu ile Nd:YAG lazer kullanılmıştır. Selülit alanının altındaki yağ dokusuna lazer lipoliz uygulanırken, lazer fiberi subdermal alanda uygulanarak yeni kolajen oluşumu sağlanmakta ve derinin kalınlığının arttırılması amaçlanmaktadır. 2011 yılında ise 1440 nm Nd:YAG lazer kullanılmaya başlanmıştır. Bu dalga boyunun tercih edilme nedeni, 1064 nm dalga boyuna göre yağ dokusu tarafından 127, yağ dokusunda su tarafından 252 kat daha fazla absorbe edilmesidir. Bu son sistemde lazerin dalga boyu farklılığı dışında deri altına uygulandığı fiberin özelliği; lazeri 1064 nm'de olduğu gibi tam ucundan dik ve saçılacak şekilde uygulamak yerine yandan açılı uygulaması ve ucunda doku ısısını kontrol sensörünün bulunmasıdır.

1064 - 1440 nm dalga boyuna sahip Nd:YAG lazer özel fiberler ile deri altına uygulanmaktadır. Bu uygulama selülit alanında lipoliz, fibröz septaların parçalanması ve dermiste yeni kolajen yapımını sağlamaktadır. Bu uygulama tek seans şeklinde programlanmakta ve minimal yan etkiler ile selülit alanında belki de en iyi sonuçlar alınmaktadır.

Hasta ayakta dururken selülit alanları ve bu alandaki selülit kliniğinden kaynaklanan deri yüzeyinden kabarmalar ve çökme alanları 5 x 5 cm kare alanlar içerisinde işaretlenmektedir. Alanın sterilizasyonu sağlandıktan sonra bu alanın en alt ve üst kısmına lokal anestezi yapılarak 1 mm² kesi yapılır (bu kesi alanın altta seçilme nedeni, uygulama sonrası bu alandan vücut sıvılarının çıkışının yer çekimi ile sağlanmasıdır).

Bu iki kesi alanından selülit alanına tümesent lokal anestezi uygulanır. 20-30 dakika beklenildikten sonra 1440 nm Nd YAG lazer yan-fiberi açılan bu 2 delikten girilerek selülit alanına uygulanmaktadır (8-10 watt, 25 Hz dozlarda). Lazerin uygulandığı alanda doku ısısının 47-52°C arasında kalması sağlanmaktadır.

Lazer 3 aşamalı uygulanmaktadır.

İlk olarak lazer fiberi selülit alanında derinin 1-2 cm derinine yerleştirilmekte (deri altı yağ dokusunun lipolizisi için) ve selülit alanına fan şeklinde uygulanmaktadır. Bu uygulama, selülit alanındaki daha altındaki yağ dokusunun lipolizisini sağlayarak deri altı yağ lobüllerine alttan gelen basıyı, yani deriye olan fıtıklaşmaları azaltmaktadır.

İkinci aşamada selülit alanında çökmelerin olduğu bölgelere, derinin 3-5 mm altında fiber fibröz septalara uygulanmaktadır (her 1 cm genişliğinde çökme-dimple alanına 100 J olacak şekilde) ve bunların lazer ısı etkisi ile parçalanması sağlanmaktadır. Septaların lazer ile kesilmesi ve deride çökmelerin yükselmesi hedeflenmektedir.

Üçüncü aşamada selülit alanının tamamına ve derinin 1-3 mm altına dermis altına lazer uygulanmaktadır. Bu son uygulama ile deride yeni kolajen ve elastin fiber yapımı sağlanarak dermisin kalınlığının artırılması hedeflenmektedir.

Uygulama sonrası birkaç gün hastaların özel elastik file örtüler ya da giysiler kullanması istenmektedir. Uygulama alanında ödem, ağrı, morluk gelişimi ve kaşıntı oluşmakta; bunlar 2 hafta içerisinde kaybolmaktadır.

Selülit alanında estetik ve klinik sonuçlar 2-4 ay içerisinde ortaya çıkmakta ve diğer yöntemlerle karşılaştırıldığında en radikal sonuçlar görülmektedir.

 

Şok Dalgaları Sistemleri; şok dalgalarının kullanılarak yapılan bu tedaviler "Acoustic wave therapy (AWT)" olarak tanımlanmaktadır. Şimşek görüntüsünden bir süre sonra duyulabilir şekilde yüksek bir “patlama” sesi ve binaların camlarının sallandığı veya kırıldığı durumları pratikte sıkça yaşıyoruz. Bu durumlar şok dalgalarından kaynaklanmaktadır. Şok dalgaları, büyük genlikteki tek, esas olarak pozitif bir basınç darbesi ile başlar ve bunu nispeten küçük genlikte dalga bileşenleri izler. Şok dalgaları, yayılma ortamında doğrusal olmayan bir yayılım ve farklı yayılma ortamlarında kırılma ve kırınım gibi fenomenler gösterir. Akustik yüzeylerde kırılma etkisi yapar (bu etki, böbrek taşlarının kırılması amacıyla tedavilerde kullanımını sağlamıştır). Su ve deri altı yağ dokusu gibi yayılma ortamlarında kavitasyon-balon şeklinde boşluk alanları oluşturur. Ayrıca dokularda sinir uçlarında uyarılmalara neden olmaktadır.

Yüksek enerjili şok dalgaları deri yüzeyinden uygulandığında selülit alanında lipoliz, kan ve lenfatik dolaşımda artış ve yeni kolajen yapımını uyarmaktadır.

Bu amaçla iki tür sistem kullanılmaktadır: odaklanmış şok dalgaları ("focused shock waves (ESWT)") ve odaklanmamış şok dalgaları ("radial shock waves").

Şok tedavileri; gebelikte, uygulama alanında deride enfeksiyon varlığında, tromboz ve posttrombotik sendromlarda, kanser ve kemoterapi kullanımında, kan sulandırıcı kullanımı sırasında, kortizon tedavilerinde yapılmamaktadır.

Şok dalgaları deri yüzeyine jel sürülerek bir prob ile uygulanmaktadır. Selülitte etkin bir cevap alınabilmesi için 0.018 mJ/mm²'nin üzerinde dozlar kullanılmalıdır.

İnfrared-kızılötesi ışık kullanımı; 700-2000 nm dalga boyu genişliğinde kızılötesi ışınım (infrared-IR) 20 Watt dozlarda selülit alanına tek başına ya da diğer sistemlerle birlikte kullanılmaktadır. Selülit alanında ısı artışı ile mikrodolaşımın desteklenmesi hedeflenmektedir. Ancak klinik yanıtları hâlâ tartışmalıdır.

Subsizyon

Atrofik skarlarda kullanılan bu yöntem, dermisi cilt altı yağ dokusuna bağlayan fibröz septal bantları kesen cerrahi bir tekniktir ve yalnızca istirahat halindeki selülit çöküntüleri için önerilir. İlk olarak 2000 yılında selülit alanında subsizyon uygulanmıştır. Fibröz bağların kesilmesiyle deri altı biyomekanik kuvvetler yeniden yapılanır, yağ lobülleri subsizyon ile oluşturulan boşluklara yeniden dağıtılır. Bunlar, fibröz bağlar ve yağ dokusundan kaynaklanan deri yüzeysel düzensizliklerinin hafiflemesini sağlar. Subsizyon manuel olarak yapılabileceği gibi, vakum destekli veya lazer destekli de gerçekleştirilebilir. Eğer subsizyon çok yüzeysel olarak yapılırsa aşırı yükselme veya cilt nekrozu meydana gelebilir; çok derin bir subsizyon ise hedeflenen çöküntülerde ihmal edilebilir düzeyde iyileşmeye neden olabilir. Son yıllarda subsizyon amaçlı Cellfina sistemi geliştirilmiştir. Vakumlu çalışan bu sistem, daha kontrollü bir subsizyon sağlamaktadır.

selulit_sellulit_tedavi_subsizyon.jpg

Lazer destekli subsizyonlar yapılabilir (1440 nm Nd:YAG lazer).

Son yıllarda subsizyon, kollajenaz enzim enjeksiyonları ile birlikte kullanılmaktadır. Clostridium histolyticum'dan izole edilen ve saflaştırılan kollajenazlar, Kollajenaz I (AUX-I, Clostridial sınıf I kollajenaz) ve Kollajenaz II (AUX-II; Clostridial sınıf II kollajenaz) içerir. Bu iki kollajenazın farklı özellikleri vardır, ancak sinerjistik olarak çalışarak geniş kollajen hidrolize edici reaktivite sağlar. Selülit gelişiminde rol oynayan fibröz septada bulunan subdermal kollajen üzerinde etkili olabilir.

Ultrason, akustik subsizyonda fibröz septaları bozmak ve akustik kesme yoluyla neokollajenezi uyarmak için hızlı akustik darbeler kullanır. FDA tarafından onaylanmıştır.

Dermal dolgu enjeksiyon tedavileri

Bu amaçla enjekte edilebilir biyolojik maddeler ve enjekte edilebilir dolgu maddeleri kullanılmaktadır. Enjekte edilebilir dolgu maddeleri, kalsiyum hidroksilapatit ve poli-L-laktik asittir.

Enjekte edilebilir dolgulardan kalsiyum hidroksilapatit, orta-şiddetli yüz kırışıklıkları ve kıvrımlarının düzeltilmesi, el sırtındaki hacim kaybının düzeltilmesi ve el sırtının iyileştirilmesi için FDA tarafından onaylanmış ve sıkça kullanılmaktadır. 1:2 veya daha fazla seyreltildiğinde viskoelastik özelliklerini kaybeder ve hacim kazandırıcı madde olmaktan çıkar. Bu seyreltilmiş formu deri altına enjekte edildiğinde geniş bir yüzey alanına dağılarak neokollajenezi ve elastogenezi indükleyerek dermal kalınlığın, cilt elastikiyetinin ve esnekliğinin artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle seyreltilmiş CaHA, selülit tedavisinde kullanılmaktadır.

Poli-L-laktik asit (PLLA), enjekte edilebilir bir hacim artırıcıdır. Yüz kırışıklıklarının düzeltilmesi ve HIV ile ilişkili yüz lipoatrofisinin restorasyonu/düzeltilmesi için FDA onaylıdır. PLLA aynı zamanda neokollajenezi uyararak cildin sıkılaşmasına yol açan bir biyostimülatördür. PLLA tedavileri, subsizyonla birlikte selülit şiddetini önemli ölçüde iyileştirdiği gösterilmiştir.

Selülit Tedavisinde İlginç Diğer Yöntemler

Bunlardan bir tanesi, selülit belirtilerinin daha az fark edilmesini sağlayan makyaj ürünüdür. Bu patentte, floresan özellik kazandırılmış taneciklerin deri yüzeyinde lokal olarak kullanılmasıyla selülit belirtilerinin daha az görünmesinin sağlanabileceği belirtilmektedir.

Diğer ilginç bir patentte ise, selülitli bölgeyle doğrudan temas edecek, aynı zamanda teofilin veya teofilin kompleksinin bağlanmış olduğu bir giysiden bahsedilmektedir. Giysi deri ile temas ettiğinde, sıcaklık, nem veya pH nedeniyle teofilinin deri yüzeyine verileceği öngörülmektedir.

Tedavi algoritması

Selülit tedavisi bireyselleştirilmelidir. Fibröz septumun yapısal değişikliğine ve/veya selülit görünümünü kötüleştiren şiddetlendirici faktörlere (hacim kaybı, aşırı yağ ve cilt gevşekliği) yönelik olmalıdır. Amaç, her katmandaki dermis, yağ dokusu ve bağ dokusu anatomik bozukluklarını ele almaktır. Çoğunlukla birden fazla tedavi yöntemine ihtiyaç duyulabilir. Farklı doku düzlemlerini hedef alan kombine tedaviler aynı gün içerisinde güvenle gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte, hastanın konforuna veya hasta açısından artan risklere göre farklı günlerde planlama yapılabilir.

Korunma 

Selülit oluşumunun %100 engellenmesi mümkün değildir. Fakat bazı önlemler alarak selülit oluşumunu azaltmak olasıdır. Aktif bir yaşam tarzı ve sağlıklı beslenme, selülit görünümünü minimuma indirmeye yardımcı olabilir. Ek olarak, sağlıklı vücut ağırlığını korumak, uyluk veya karında ortaya çıkan çukurlukların derecesini en aza indirmede etkilidir. Uyluk ve karın için kas güçlendirici egzersizler de selülitin göründüğü bölgeleri şekillendirmeye ve belirginliğini azaltmaya yardımcı olabilir.

Fazla kiloları olanların kilo vermesi, selülit görünümünü azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak kilo kaybı, bazı insanlarda durumun daha belirgin hale gelmesine de neden olabilir. Genellikle hızlı ve önemli kilo kaybının ardından ortaya çıkan gevşek cilt, selülit görünümünün daha belirgin hale gelmesiyle sonuçlanabilir. Bu sebeple, yavaş yavaş ve cildin kilo kaybına göre esnemesini olanaklı kılacak bir zayıflama programı önerilir.

Cildinize iyi bakmanız, selülit görünümünü azaltmaya yardımcı olur. Sigarayı bırakmak ve cildin daha yumuşak, daha sıkı ve daha elastik kalmasına yardımcı olmak için güneş koruyucu ürünler kullanmak etkili olabilir. Çünkü sıkı bir cilt, selülit görünümünü azaltmaya yardımcı olabilir.

 

 

 


Adres: Esentepe Mah. Cevizli D 100 Güney Yanyol Lapishan 25/2 Soğanlık, Kartal / İSTANBUL
GSM: 0532 624 21 27
Bu sitedeki bilgiler doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçmez. Sitedeki bilgi, yorum ve görüntüler kişileri bilgilendirme amaçlı olup, tanı ve tedaviye yönlendirme amaçlı değildir.



© 2020 Hakan Buzoğlu. All Rights Reserved.
ByFlash Web Agency