- Gösterim: 112
Cilt yaşlanması; telomer kısalması, oksidatif stres, hormonal değişimler ve bozulmuş otofaji gibi içsel (kronolojik) mekanizmalar ve ultraviyole ($\text{UV}$) radyasyon, hava kirliliği, sigara ve beslenme gibi dışsal etkenler tarafından yönlendirilen çok faktörlü bir süreçtir. Bu faktörler bir araya geldiğinde, genetik ve etnik farklılıkların yönlendirmesi ile cildimizde kırışıklıklar, renk düzensizlikleri, ciltte incelme ve elastikiyet kaybı gibi yapısal ve işlevsel bozulmalar ortaya çıkmaktadır. Cilt yaşlanmasının biyolojik, moleküler ve klinik boyutlarına bütüncül bir bakışla güncel tedavi stratejileri geliştirilebilir. Biyolojik yaş, fototip ve yaşam tarzı gibi faktörler kişiselleştirilerek yaşlanma karşıtı protokoller uygulanabilir.
Cilt yaşlanması; estetik, cilt sağlığı, işlevi ve hastalıklara yatkınlık üzerindeki geniş etkisi ile dermatolojide merkezi bir konumdadır. İnsan vücudunun en geniş yüzeye sahip organı olan cildimiz, vücut için bir bariyer, duyusal bir arayüz, vücudun ısı adaptasyonu ve bağışıklık sisteminin dinamik bir düzenleyicisi olarak görev yapmaktadır. Yaşlanma ile birlikte cildin bu tüm fonksiyonları giderek zayıflayarak çok boyutlu bir sorun hâline gelmektedir. İnsan yaşam süresi uzadıkça ve estetik kaygılar yaygınlaştıkça, yaşlanan cildin mekanizmalarının ve klinik belirtilerinin anlaşılması yani "cilt yaşlanma kodlarının çözülmesi" daha fazla önem kazanmaktadır.
Yaşlanmanın cilt sağlığı üzerindeki etkisi estetik olumsuz görselliğin ötesine uzanmaktadır. Yaşlanma ile birlikte cildin bariyer fonksiyonu bozulur, ciltte yara iyileşmeleri gecikir, cildin mekanik ve ısıya karşı direnci azalır, enfeksiyon ve kanser gelişme riski artmaktadır. Ciltteki yapısal değişimler, dolaşım sistemi ve bağışıklık fonksiyonlarının azalması hassas bir cilt yapısının ortaya çıkışı ile sonuçlanırken daha kolay dermatolojik hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
Cildin yaşlanma sürecinin çok faktörlü ve karmaşık yapısı göz önüne alındığında, cilt yaşlanmasının yönetimi yaşlanmanın temellerinin kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını gerektirir. Cilt yaşlanmasında tedaviler klinik belirtilere ve yapısal değişimlere göre kişiselleştirilmiş olmalı ve kanıta dayalı tedavi protokolleri uygulanmalıdır. Yaşlanma belirtilerini hafifletmede veya tersine çevirmede etkili olduğu kanıtlanmış topikal, lazer gibi enerji bazlı sistemler, mekanik ve minimal invaziv müdahaleler cilt yaşlanmasının kodlarına odaklanmalıdır. Bu nedenle cilt yaşlanmasının moleküler mekanizmalarını yani kodlarını kanıta dayalı sonuçları ile anlatmaya çalışalım.
Yaşlanan Cildin Moleküler Mekanizması: Cilt Yaşlanmasının Kodları
Telomer Kısalması
Kromozomların uçlarında bulunan telomerler, tekrarlayan DNA dizileri ve proteinlerden oluşmaktadır. Kromozomların bozunmasını veya füzyonunu önleyerek $\text{DNA}$ sarmalını korumaktadır. Telomer kısalması, çoğalan hücreler her bölündüğünde telomerlerin tam olarak kopyalanamaması nedeniyle bu koruyucu yapıların düzenli olarak bir miktar küçülmesidir. Telomerler kritik bir uzunluğa kadar kısaldığında, DNA hasarı olarak algılanır. Bu durum, hücrenin daha fazla bölünmeyi durdurması ve yaşlanma durumuna girmesi için bir sinyal görevi görür. Hücre bölünmesinin bir sonucu olan içsel yaşlanma kaynaklı hücresel yaşlanma, telomerlerin kademeli olarak kısalmasına bağlanabilir. Yaşlanmanın doğal bir parçası olmasının yanı sıra; stres, kötü beslenme, sigara, obezite ve kimyasal maruziyet gibi faktörler telomerlerin daha hızlı kısalmasına neden olabilir. Özetle, telomer kısalması, hücrelerin ne kadar bölünebileceğini ve dolayısıyla bir canlının ne kadar yaşayabileceğini sınırlayan, genetik olarak programlanmış bir saat mekanizmasıdır.
Oksidatif Stres
Cilt yaşlanması ile oksidatif stres arasındaki ilişki, son otuz yıldır çok sayıda çalışmanın konusu olmuştur. Mitokondriyal aerobik metabolizmanın ürünü olan reaktif oksijen türleri (ROS) kronolojik yaşlanma sürecini önemli ölçüde olumsuz etkilemektedir. Hücresel sinyal yolu oksidatif stres tarafından bozulur. Bunun sonucunda DNA hasarı olmakta, tümör nekroz faktörü alfa (TNF-alfa) ile matriks metalloproteinazlar (MMP'ler) artmakta. Çinko içeren metalloproteinazların bir üst ailesi olan MMP'ler, hücreler arası matrisin (ECM) moleküllerini parçalayarak kolajen sentezini azaltma yeteneğine sahiptir. Ayrıca hücresel lipitler, proteinler ve DNA dâhil olmak üzere makromoleküllerin oksidasyonu da, hücresel işlev bozukluğuna yol açan yüksek ROS seviyelerinin bir sonucudur. Yaşlanmanın birincil biyobelirteci, fotohasarlı epidermiste sıklıkla görülen oksidatif protein hasarıdır. Örneğin Lipofuscin, hücre olgunlaştıkça birikerek "yaşlılık lekelerinin" oluşumuna neden olur.
Sitokinlerin Rolü
Cilt dokusunda hücre yüzeyinde bulunan epidermal büyüme faktörü (EGF) reseptörleri, dönüştürücü büyüme faktörü (TGF) reseptörü, Toll benzeri reseptörler, interlökin 1 reseptörü ve TNF reseptörleri çok sayıda inflamatuar sinyal yolunun aktivasyonu ve sitokinler tarafından gelişen süreç cilt yaşlanma sürecinin kritik bir özelliğidir.
Ciltte epidermal hücreler olan keratinositler tarafından salgılanan başlıca sitokinler arasında interlökinler, koloni uyarıcı faktörler, TGF- alfa, TGF-beta, TNF-alfa ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü bulunur. UV radyasyonu doğrudan veya dolaylı olarak reaktif oksijen türlerinin üretimi yoluyla ciltte inflaöasyona ve yaşa bağlı değişimlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ciltte inflamasyonun gelişiminde birincil efektör sitokin olan TNF-alfa matriks metalloproteinazlarının seviyesinde yükselmeye neden olartak dermiste kolajen sentezini baskılar. Ciltte epidermiste IL-1 seviyeleri yaşla birlikte artar ve bu da inflmasyona, yaşa bağlı değişimlere neden olur. Yaşa bağlı çok sayıda hastalığın gelişimi IL-1 süper ailesinden bir sitokin olan IL-18 ile bağlantılıdır.
Otofajinin Rolü
Otofaji hücrenin zararlı veya hasarlı proteinleri, lipitleri ve diğer hücresel bileşenleri yapısında bulunan izozoma taşıyarak enzimatik bozunma ile ortadan kladırarak tekrara düzenleyen bir hücre öz sindirim mekanizmasıdır. Otofajik süreçler, stres kaynaklı hücresel yaşlanmayı önler ve hücrelerin replikatif ömrünü uzatır. Yaşlanmada otofajide farklı süreçler yaşanmaktadır.
Apoptozisin (Programlı Hücre Ölümü) Rolü
Apoptozis dokuda hasarlı hücrelerin inflamasyona yol açmadan ortadan kaldırılma sürecini tanımlar. Yaşlananan hücrelerde apoptoza karşı bir direnç geliştitği gösterilmiş. Bu direnç işlevsel olarak eksik hücrelerin devamlılığına neden olmaktadır. Yaşlanan hücreler apoptoza önemli ölçüde dirençli olması işlevsiz yada işlevleri çok azalmış cilt hücrelerinin varlığına ve sürekli bir inflamasyon sürecine neden olmaktadır. Yaşlanma sürecinde apopitozun azalması iyi gibi drumakla birlikte yaşlanma bağlamında iki ucu keskin bir silah olabilir.
Yaşa bağlı hücrelerin apoptoza direncinin birincil neden p53 ağındaki işlevsel bir eksikliktir. p53, DNA hasarı ile mutasyonlar olduğunda bunlar için bir bekçi görevi gören bir transkripsiyon faktörüdür. p53 DNA hasarında bu hasarın kontrol yollarını ve DNA onarım mekanizmalarını aktive etmektedir. p53'ün fonksiyonel aktivitesi yaşlandıkça azalmaktadır.
MikroRNA'ların Rolü
MikroRNA'lar (miRNA'lar), mRNA'ların translasyonunu düzenleyen küçük, kodlamayan RNA'lardır. mi RNA'lar yaşlanma dâhil olmak üzere çeşitli biyolojik ve patolojik süreçlerde rol oynarlar. Kronolojik yaşlanma, fotoyaşlanmanın yanı sıra yaşa bağlı hastalıklar dâhil olmak üzere yaşlanmanın bir biyobelirteci olarak işlev görürler. mi RNA ayrıca insülin benzeri büyüme faktörü 1 mTOR sinyal yollarında yer alan moleküllerin düzenlenmesinide sağlamaktadır.
Cilt Yüzeyindeki Mikrooganzimanın(Mikrobiyomu) Rolü
Cilt yüzeyinde bulunan tüm mikroorganizmaları kapsayan cilt mikrobiyomu, epidermal bariyer sisteminin temel bir unsurudur. Bu mikrobiyom virüslere, mantarlara ve santimetrekare yüzey alanı başına bir milyona kadar bakteriye ev sahipliği yapar. Mikrobiyomunun bileşimi vücut alanına, yaşa, demografik özelliklere, fizyolojik koşullara ve koruma önlemlerine göre değişilkik göstermektedir. Araştırmalar, cilt mikrobiyomunun bireyler yaşlandıkça değişime ve çeşitlenmeye uğradığını ve patojenik istilacılara daha fazla duyarlılık gösterdiğini göstermiştir. Yaşlanma ile birlikte ciltte sebum yağ oranı azaldığı için lipofilik bakteri yoğunluğuda azalmaktadır. Yaşlanma, cilt mikrobiyotasında dengesizliklere neden olarak çok sayıda patolojik durumlara neden olabilmektedir. dan biridir.
Cildin İçsel (Kronolojik) ve Dışsal (Çevresel) Yaşlanması
Cilt yaşlanması genel olarak iki farklı ancak birbiriyle ilişkili sürece ayrılır: içsel (kronolojik) yaşlanma ve dışsal (çevresel) yaşlanma.
Cildin İçsel Yaşlanması: Ciltte hücre ve dokuların zaman içinde doğal, genetik olarak programlanmış yaşlanmasını yansıtır. Bu süreç büyük ölçüde; telomer kısalması, oksidatif stres, DNA hasarı ve azalmış otofaji tarafından yönlendirilir.(Otofaji; hücrelerin kendi içlerinde bulunan hasarlı, yaşlanmış veya işlevini yitirmiş bileşenleri (proteinler, organeller vb.) parçalayarak yeniden kullandıkları doğal bir temizlik ve yenilenme sürecidir.) Böylece klinik olarak ciltte incelme, hücresel yenilenmede azalma, sebase aktivitede azalma, fibroblast işlev bozukluğu ile hücre dışı matris bozulmasına bağlı olarak elastikiyette azalma ortaya çıkmaktadır.
Cildin Fotoyaşlanması (Dışsal Yaşlanma): Ağırlıklı olarak cildin çevresel etkenlere, özellikle de ultraviyole (UV) radyasyona kronik maruz kalması sonucu ortaya çıkar. UV radyasyonu; reaktif oksijen türlerinin (ROS) oluşumuna, DNA hasarına ve dermiste kolajeni parçalayarak bozan matriks metalloproteinazların MMP artışına yol açar. Klinik olarak dışsal yaşlanma; ciltte kaba kırışıklıklar, pigmentasyon düzensizlikleri, güneş lekeleri (lentigolar), kılcal damar artışı (telenjiektaziler) ve aktinik elastozis ile karakterizedir. Atmosferik kirlenme, sigara kullanımı, yetersiz beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıkları gibi diğer çevresel faktörler, cildin dışsal yaşlanmasını daha da kötüleştirebilir.
Cildin Dışsal Yaşlanması
Fotoyaşlanma; UV Radyasyon ve Mavi Görünür Işığın Rolü
Güneş kaynaklı radyasyon; görünür ışık (yaklaşık %44), kızılötesi radyasyon (yaklaşık %53) ve daha küçük bir kısım (%3-7) ultraviyole (UV) radyasyondan oluşmaktadır. UV radyasyonu, dalga boyuna göre UVA (320-400 nm), UVB (280-320 nm) ve UVC'den (100-280 nm) oluşmaktadır. UVA ve UVB Dünya yüzeyine ulaşır ve böylece cilt üzerinde önemli biyolojik etkilere neden olurken, UVC'nin neredeyse tamamı ozon tabakası tarafından emilir ve Dünya yüzeyine ulaşamaz.UVA bandının hemen bitişiğinde, UVA bölgesiyle kısmen örtüşen görünür ışığın mavi ışık (400-490 nm) kısmı bulunur. Mavi ışık hem güneş gibi doğal kaynaklardan hem de elektronik ekranlardan (LED'ler, bilgisayarlar, televizyonlar, cep telefonları) ve tıbbi cihazlardan (LED ışık tedavileri) kaynaklanır. Elektronik ekranlarından kaynaklanan mavi ışığın şiddeti güneş radyasyonundan önemli ölçüde daha düşük olsa da (1000 kata kadar daha az), uzun süreli birikim etkileri özellikle yüz bölgelerinde cilt üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Cilt düzeyinde, UVA ve mavi ışık, daha uzun dalga boyu nedeniyle, UVB ile karşılaştırıldığında ciltte daha derine nüfuz eder ve bu nedenle fotoyaşlanmada daha güçlü bir rol oynar. Buna karşılık, daha yüksek enerjiye ve daha kısa dalga boyuna sahip olan UVB, öncelikle epidermal tabakayı etkiler.
Cilt düzeyinde, UVA ve mavi ışık, daha uzun dalga boyu nedeniyle, UVB ile karşılaştırıldığında ciltte daha derine nüfuz eder ve bu nedenle fotoyaşlanmada daha güçlü bir rol oynar. Buna karşılık, daha yüksek enerjiye ve daha kısa dalga boyuna sahip olan UVB, öncelikle epidermal tabakayı etkiler.
UV fotonları cilde iki ana mekanizma yoluyla zarar verir:
-
UV fotonların cilt hücreleri tarafından doğrudan emilimi: Hücrelerdeki fotonlar; nükleik asitler, amino asitler (triptofan ve tirozin), kinonlar, flavinler, porfirinler ve ürokanik asit gibi hücresel kromoforlar tarafından emilmekte ve hücresel mekanizmaları aktive eden moleküler tepkilere dönüştürülmektedir. Bu tepkiler ile özellikle siklobutan pirimidin dimerleri (CPD'ler) ve 6-4 fotoürünleri (6-4PP'ler) oluşmaktadır. Bu ikisi DNA hasarına, tümör baskılayıcı gen p53'ün aktivasyonuna ve deri hücreleri olan keratinositlerin apoptozunu (hücrenin kendi kendini yok etmesi) uyarır.
-
UV fotonların ciltte fotosensitizasyon yapması: UV ile aktive edilen endojen veya ekzojen duyarlılaştırıcılar yoluyla ciltte reaktif oksijen türleri (ROS) ve reaktif nitrojen türleri (RNS) üretimi artmaktadır. Bu serbest radikaller cilt hücrelerinde oksidatif DNA hasarına ve hücresel fonksiyon bozukluğuna neden olmaktadır. Oksidatif stres, inflamatuar yolları tetikler ve kolajen ve elastin gibi hücre dışı matrisin temel bileşenlerini parçalayan MMP-1, MMP-3 ve MMP-9 gibi matris metalloproteinazların (MMP'ler) yapımını uyarmaktadır.
Mavi ışık ise ciltte dermiste mitokondrilerde oksidatif strese neden olur. Deneysel çalışmalarda - nm aralığındaki mavi ışığın, özellikle yüksek yoğunluklarda () insan dermal fibroblastları ve epidermal keratinositleri üzerinde sitotoksik etkiler gösterdiği kanıtlanmıştır. Mavi ışık, cilt hücrelerinde flavin adenin dinükleotid (FAD) ve flavoproteinler gibi kromoforlar tarafından emilmekte ve UVA radyasyonunun neden olduğu reaksiyonlara benzer fotoreaksiyonlara yol açmaktadır. Daha düşük yoğunluklarda, mavi ışık ciltte antimikrobiyal peptitlerin salınımını azaltır ve epidermal hücre yenilenmesini yavaşlatır. Tüm bunlar cilt bütünlüğünü tehlikeye atar. Üstelik, mavi ışık, G-protein-bağlantılı membran reseptörü opsin-3 aracılığıyla melanogenezi yani cildin melanin üretimini uyarmaktadır.
- UV radyasyon ve mavi ışık cilt yaşlanmasının bir parçası olarak ciltte klinik olarak daha derin ve daha çok sayıda cildin yapısal olarak çökmesine ve kırışıklıkların ve kıvrımların kademeli olarak oluşmasına yol açar.
- Güneş lekeleri (lentigolar) gelişir.
- Güneş elastozisi, fotoyaşlanmanın en belirgin belirtisidir. Ciltte dermal anormal elastoz materyalinin birikmesiyle dermal kalınlaşma gelişir.
- Kılcal damar artışları (telenjiektaziler), çoğunlukla yanaklar, burun ve kulak bölgelerinde bulunan yüzeysel kılcal damarların gözle görülür genişlemeleridir.
Diğer Dışsal Faktörlerin Rolü, Yaşam Tarzı
Dışsal yaşlanma yalnızca güneş ışınlarıyla belirlenmez; çeşitli yaşam tarzı faktörleri de cildin yaşlanmasında rol oynar. Bunlar arasında çevre kirliliği, sigara kullanımı, yetersiz beslenme, uykusuzluk ve kızılötesi gibi diğer radyasyon kaynaklarına maruz kalma özellikle önemlidir. Bu faktörler sinerjik olarak etki ederek ciltte oksidatif, inflamatuar ve yapısal hasarı şiddetlendirir. Cildimiz üzerinde etkili olan ve cilt hasarını ve yaşlanmasını hızlandırabilen bu dış etkenler grubu, "ekspozom" terimi altında gruplandırılmıştır.
Çevre Kirliliği: Cildin fotoyaşlanma belirtilerindeki artışla birden fazla çevre kirleticisi ilişkilendirilmiştir. Önemli katkıda bulunanlar arasında hava kalitesi endeksi (AQI) ölçümleri, azot dioksit , ince partikül maddeleri, fosil yakıtlara maruz kalma, is ve trafik kaynaklı hava kirliliği yer almaktadır. Bunlar UV radyasyonuyla sinerjik olarak hareket ederek ciltte reaktif oksijen türlerinde önemli bir artışa yol açmaktadır. Ozon (O3), dermatolojide ve estetikte en kapsamlı olarak incelenen bileşiktir. Cilt tarafından emilimi son derece sınırlı olmakla birlikte, epidermisin en dış katmanı olan stratum corneum'daki lipitleri ve proteinleri okside edebilir, endojen antioksidan mekanizmaları tüketebilir ve C ve E vitaminleri gibi ekzojen antioksidanların etkinliğini azaltabilir. Ozonun NF-kappa B aktivasyonu ve interlökin-8 üretiminde artışa neden olarak ciltte inflamatuar yollarda düzensizliklere yol açtığı bilinmektedir. Ek olarak, ozon MMP-9 ve COX-2 salınımını artırarak dermiste tip I ve III kolajeni azaltmakta ve cilt yaşlanmasının hızlanmasına katkıda bulunmaktadır.
Kirli havada bulunan polisiklik aromatik hidrokarbonların (PAH'lar) epidermal hücrelerdeki aril hidrokarbon reseptörünü (AhR) aktive ederek ciltte lentigo gibi pigmentasyon düzensizliklerine neden olduğu düşünülmektedir.
Sigara İçmek: Tütün dumanı 4000'den fazla potansiyel olarak toksik kimyasal madde içerir. Sigara içmek ile erken cilt yaşlanması arasındaki ilişki çok sayıda çalışmada belgelenmiştir. Bu etkinin doza bağlı olduğu görülmektedir. Sigara içmek, ciltte dermisteki elastik lifleri artırarak solar elastozda gözlemlenenlere benzer değişikliklere neden olmaktadır.
Diyet: Su, proteinler ve lipitler, cilt yapısının temel yapı taşlarını oluşturur. Hücresel yapının korunmasında önemli olmalarına rağmen, diyetle aşırı lipit alımı cilt bileşimini değiştirebilir, cildin kolajen yapısını bozabilir ve yara iyileşmesini geciktirebilir. Ek olarak, diyetle aşırı lipit alımı ciltte artan sitokin üretimi (tümör nekroz faktörü alfa, TNF-alpha gibi) ve inflamazom bileşenlerinin aktivasyonu yoluyla inflamasyona yatkın bir cilt ortamı sağlayarak sedef gibi cilt hastalıklarının klinik şiddetini arttırabilmektedir. Bununla birlikte, lipitlerin tüm etkileri zararlı değildir. Omega-3 ve omega-6 çoklu doymamış yağ asitlerinin, cilt iltihabının önlenmesi ve tedavisinde faydalı etkilerinin yanı sıra UV radyasyonuna ve çevre kirleticilerine karşı koruyucu rolleri olduğu gösterilmiştir.
İşlenmiş şekerlerin, cilt bileşenlerinin anormal glikasyonu ile ilişkilendirildiği ve cilt yaşlanmasına katkıda bulunduğu belirtilmektedir.
Diyetle alınacak C ve E vitaminlerinin antioksidan, anti-inflamatuar ve depigmentasyon özellikleri iyi bilinmektedir. C vitamini, antioksidan etkisinin yanı sıra, uygun kolajen sentezi için de gereklidir. Her iki vitaminin kombinasyonu, E vitamininin stabilitesini artırır ve koruyucu etkisini güçlendirerek UV kaynaklı hasarı azaltır ve reaktif oksijen türlerinin neden olduğu lipit oksidasyonunu önlemeye yardımcı olur.
D vitamininin aktif metabolitleri anti-inflamatuar, antioksidan, fotoprotektif ve DNA onarım etkileri göstermektedir.
Başlıca besin maddeleri ve vitaminlere ek olarak, diğer diyet öğeleri de cilt yaşlanmasının azaltılmasına katkıda bulunabilir: kolajen ve ondan elde edilen peptitler, besin takviyesi olarak uygulandığında, dermal fibroblastlar tarafından kolajen ve hyaluronik asit sentezine katkıda bulunur ve oksidatif stresi azaltmada rol oynayabilir. Polifenoller antioksidan etkiler gösterir ve aynı zamanda cilt oksidatif stresini azaltmaya yardımcı olur.
Cildin İçsel Yaşlanması
Genetik Yatkınlık
Genetik yatkınlık, yaşlanma sürecinde ve bireyin cilt durumunda önemli bir rol oynar. Belirli genler, hücresel onarımın düzenlenmesinde, oksidatif strese verilen yanıtlarda ve kolajen ve elastin gibi yapısal proteinlerin sentezinde rol oynar. Yaşlanma bağlamında tanımlanan genlerin çoğunun yaşla birlikte farklı şekilde ifade edildiğini ve gen ifadesi profilleri ile cilt yaşlanması arasında işlevsel bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Ek olarak, geleneksel olarak cilt pigmentasyonuyla ilişkilendirilen genler, kırışıklık oluşumu ve elastikiyet kaybı gibi diğer cilt fenotiplerinde de önemli roller oynamaktadır. Aile geçmişi yaşlanma süreçleri üzerinde güçlü bir etkiye sahip olabilir. Daha iyi cilt durumuna shaip ve yavaş yaşlanma süreçleri sergileyen aile üyeleri gecikmiş cilt yaşlanması yaşamaktadır.
Hormonal Değişiklikler
Menopoz ile birlikte östrojen seviyelerinde düşüş ile birlikte önemli hormonal değişiklikler cilt yaşlanmasını derinden etkiler. Ciltte östrojen reseptörleri olarak ER alfa (sebase ve ekrin bezleriyle sınırlıdır) ve ER beta (dermal fibroblastlarda, sebositlerde, yağ hücrelerinde, melanositlerde ve keratinositlerde yaygın olarak dağıtılmıştır) bulunmaktadır. Östrojen, cilt kalınlığının, hidrasyonunun ve elastikiyetinin korunmasında gereklidir. Sonuç olarak, menopoz sonrası kadınlarda genellikle ciltte kuruluk, incelme ve elastikiyet kaybı ile karakterize hızlanmış cilt yaşlanması gözlenebilmektedir.
Erkeklerde, testosteron seviyelerindeki yaşa bağlı düşüş cilt sağlığını da etkiler. Östrojen gibi, testosteron da cilt kalınlığının ve sebum üretiminin korunmasına yardımcı olur ve azalması, cildin daha kuru olmasına ve elastikiyetinin azalmasına neden olabilir.
Büyüme hormonu (GH) ve dehidroepiandrosteron (DHEA) gibi diğer hormonlar yaşla birlikte azalarak cilt yaşlanmasını etkilemektedir. GH hücresel yenilenmeyi ve onarımı uyarırken, DHEA sebum üretimine katkıda bulunarak cilt nemini ve bariyer fonksiyonunu destekler. Bu hormonlardaki yaşa bağlı azalmalar cilt kuruluğunun artmasına, elastikiyetin azalmasına, doku yenilenmesinin bozulmasına ve UV radyasyonuna karşı korumanın azalmasına yol açar.
Bir hormon olan insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1), öncelikli olarak karaciğerde üretilir ancak aynı zamanda ciltte dermal fibroblastlar tarafından sentezlenir. Ciltte yaşlanan fibroblastlarda, IGF-1 üretimi önemli ölçüde azalır ve bu da ciltte bağ dokusunun azalmasına atrofiye yol açarak yaşlı bir cilt görünümüne katkıda bulunur. IGF-1, ciltte dermal matrisi parçalayan metalloproteinazların (MMP'ler) aktivasyonunu engellediğinden eksikliği epidermal hücre çoğalmasını ve farklılaşmasını azaltır. Buda ciltte atrofiye ve bariyer fonksiyonunun bozulmasına neden olur.
Hipotalamusta sentezlenen ve arka hipofiz bezi tarafından salgılanan bir nöropeptit olan oksitosin cilttede salgılanmakta ve reseptörleri bulunmaktadır, dermal fibroblastlarında ve keratinositlerde. Oksitosin seviyesinde azalma glutatyon konsantrasyonlarında artış ve IL-6 gibi proinflamatuar sitokinlerin salınımda azalma gibi koruyucu ve antiinflamatuar etkilere neden olmaktadır.
Epifiz bezi tarafından salgılanan ve öncelikli olarak sirkadiyen ritim(gece-gündüz) düzenlemesinde rol oynayan bir hormon olan melatonin epifiz dışında cilt de dâhil olmak üzere birçok dokuda üretilir. Ciltte melatonin, UVA/UVB ışınlarına ve oksidatif strese maruz kaldığında değişime uğrar ve antioksidan özelliklere sahip 6-hidroksimelatonin ve asetilserotonin gibi metabolitlere dönüşür. Ayrıca melatonin anti-inflamatuar ve anti-apoptotik etkiler gösterir, p53 aktivasyonunu azaltarak DNA onarımına katılır ve tirozinaz aktivitesi yoluyla mitokondriyal işlevi düzenler.
Retinolden (A vitamini) türetilen bileşikler olan retinoidler, neredeyse tüm cilt hücre tipleri üzerinde yararlı etkiler gösterir. Keratinositlerde farklılaşmayı desteklerler; fibroblastlarda, kolajen tip I ve III, elastin, fibronektin ve glikozaminoglikanların salınımı artırırken, kolajenaz aktivitesini azaltırlar; melanositlerde, tirozinaz aktivitesini ve melanin üretimini baskılarlar; ve sebositlerde sebum üretimini azaltırlar. Kan plazma retinol seviyeleri yaşa göre önemli ölçüde değişmez. Ancak UVB radyasyonu ciltte epidermal retinol konsantrasyonlarını, ciltte retinoik asit reseptörü alfa ve gama salınımı azalttıkları için ciltte fonksiyonel A vitamini eksikliğine yol açmaktadır.

Metabolik Süreçler
Metabolizma, hücresel enerji üretimi, besin temini ve atık giderimini düzenlemedeki rolüyle cilt yaşlanmasını etkiler. Yaşla birlikte metabolik süreçler yavaşladıkça, ciltte hücreler daha az enerji ve besin alır; bu da fonksiyon ve kendilerini yenileme kapasitelerini bozar. Azalan metabolik aktivite ayrıca hücresel atıkların daha yavaş atılmasına neden olarak ciltte hasarlı protein ve lipitlerin birikmesine katkıda bulunur. Metabolik aktivite, şekerlere maruz kalma nedeniyle glikozile hâle gelen proteinler veya lipitler olan gelişmiş glikasyon son ürünleri ('ler) üretebilir. 'ler, kolajen liflerini çapraz bağlayarak onları sert ve daha az elastik hâle getirebilir; bu da kırışıklık oluşumuna ve cilt elastikiyetinin azalmasına katkıda bulunur.
Bağışıklık Sistemi Bozulması
Bağışıklık sistemi, patojenlere karşı savunma sağlayarak, yara iyileşmesini destekleyerek ve iltihabı düzenleyerek cilt sağlığının korunmasında önemli bir rol oynar. Yaşlanmayla birlikte bağışıklık sistemi daha az verimli hâle gelir; bu durum immünosenesans olarak bilinir. Bu düşüş, cilt direncinin azalmasına, yaraların daha yavaş iyileşmesine ve enfeksiyonlara ve cilt rahatsızlıklarına karşı duyarlılığın artmasına neden olur. Yaşa bağlı bağışıklık sistemi işlev bozukluğu, T lenfositleri ve makrofajlar dâhil olmak üzere bağışıklık hücrelerinin hem sayısında hem de işlevselliğinde bir azalma ile karakterize edilir ve bu da cildin hasarlara yanıt verme ve kendini etkili bir şekilde onarma yeteneğini tehlikeye atar. Dahası, yaşlanma sıklıkla kronik ve düşük dereceli iltihaplanma süreci olarak olarak tanımlanmaktadır. Devamlılığı olan iltihaplanma, cilt hücrelerine ve hücre dışı matris bileşenlerine zarar verebilen ve böylece yaşlanma sürecini hızlandırabilen yüksek seviyelerde iltihaplanma belirteçleri ve sitokinleri tanımlar.
Cildin içsel yaşlanmasının klinik belirtileri genellikle dışsal yaşlanmasının belirtileriyle paralellik gösterir ve bu da aralarında net bir ayrım yapmayı neredeyse imkânsız hâle getirir. Cildin içsel yaşlanması cildin bariyer fonksiyonunun bozulmasına, cildim immün sisteminin zayıflamasına, hücresel yenilenme ve yara iyileşme tepkilerinde değişikliklere, vazomotor olayların düzensizliğine, yağ ve ter bezi salgılarında azalmalara, ve D vitamini sentez kapasitesinde azalmaya neden olmaktadır. Klinik olarak bu durum, ciltte incelme, kuruluk, elastikiyet kaybı, kırışıklıklarda artış ve pigmentasyon değişiklikleri olarak kendini gösterir.
Cilt incelmesi klinik olarak daha ince ve daha kırılgan bir cilde yol açar. Bu durum son zamanlarda dermatoporoz, cilt yetersizliği veya cilt yetmezliği gibi farklı terimlerle tanımlanmıştır. Bu yeni ortaya çıkan kavram, yaşlanmış cildin kendini onarma, düzgün bir şekilde iyileştirme ve ileri evrelerde kendi yapısal bütünlüğünü koruma yeteneğinin zayıflamasına işaret eder.
Fototiplere Dayalı Cilt Yaşlanması
Fitzpatrick tarafından cilt tonuna ve güneşe karşı cildin verdiği reaksiyonlara göre I ile VI arasında cilt tipleri tanımlanmıştır. Bunlar Fitzpatrick cilt tipi ya da fototipler olarak da bilinmektedir. Fototipler, cilt tonu ile birlikte ırksal ve yüzün antropometrik özelliklerini de göstermektedir.
Örneğin, fototip V-VI Afro-Amerikan ırklarında koyu tenlileri tanımlar. Bunlar, cilt ve yüz iskeletindeki yapısal ve işlevsel farklılıklar nedeniyle benzersiz özellikler gösterirler. Bu fototiplerde ciltte;
-
Daha kalın bir stratum corneum,
-
Epidermiste daha büyük ve dağınık melanozomlar ve
-
Dermiste artmış fibroblast aktivitesi bulunur.
Bu da cilde daha fazla kalınlık, gelişmiş elastikiyet ve fotoyaşlanmaya karşı doğal koruma sağlamaktadır. Bu özellikler, bu fototipe sahip kişilerde, genellikle yaşamın beşinci on yılında başlayan kırışıklıkların gecikmeli başlangıcını açıklamaktadır.
Ayrıca Fitzpatrick cilt tipleri V-VI, yüz morfolojilerinde belirgin antropometrik özellikler gösterir.
-
Alın yüksekliğinin daha fazla olduğu ve buna daha kısa burun ve kulak uzunluklarının eşlik ettiği görülür.
-
Ek olarak, burun kanatlarına ait alar genişliğinin artması nedeniyle daha geniş bir burun tabanı, daha geniş bir ağız genişliği sergilerler.
-
Dudaklar genellikle belirgindir.
-
Son olarak, elmacık kemiklerinin öne doğru konumlanması, genel yüz konveksitesinin artmasına katkıda bulunur.
Yaşla birlikte, orta yüzde malar yağ yastıkçıklarının aşağı ve içeri yer değiştirmesi ile nazolabial kıvrımların erken oluşumu gözlenmektedir. Submental yağ birikimi, daha kalın servikal deriyle birleşerek yaşlanmayla birlikte daha künt ve daha az belirgin bir servikomental açıya katkıda bulunur. Bu popülasyonda dudak yaşlanması minimaldir, daha az hacim kaybı ve azalmış perioral lentigo oluşumu vardır. Genel olarak, bu gruptaki yüzde cilt yaşlanması kırışıklıkların oluşumundan çok yüz hacminin yeniden dağılımı ile belirgindir.
Cilt Yaşlanmasına Kodlarına Yönelik Stratejik Yaklaşımlar
Topikal Tedaviler
Cilt yaşlanmasının tedavisinde stratejilerin ana odak noktası topikal kozmetiklerdir. Bu tedavilerin mekanizmaları, hücresel yenilenmeyi ve kolajen sentezini uyarmaktan, oksidatif stresi azaltmaya ve epidermal bariyer fonksiyonunu iyileştirmeye kadar uzanır. İyi yapılandırılmış bir rejimle, yaşlanmanın gözle görülür belirtileri önemli ölçüde geciktirilebilir ve cilt kalitesi artırılabilir. Topikal kozmetikoler:
Retinoidler (A vitamini türevleri), cilt yaşlanmasının tedavisinde altın standart olarak kabul edilir. Kozmetik formülasyonlarda yaygın olarak kullanılan retinol, epidermal yenilenmeyi ve dermal kolajen üretimini destekleyerek ince çizgileri, pürüzlü cildi ve pigmentasyonu gözle görülür şekilde iyileştirir. Ancak ciltte tahriş edici yan etkileri ve gebelikte riski nedeniyle hamilelikte ve hassas ciltlerde kullanımı uygun değildir. Daha iyi tolere edilen bir alternatif olan retinaldehit, retinoik asidin doğrudan öncüsüdür ve yine kozmesötiklerde kullanılmaktadır. Retinolden daha yüksek biyolojik etki sunarken, retinoik aside kıyasla daha az tahrişe neden olur. %0,05-0,1 konsantrasyonlarda epidermal kalınlığı, cilt elastikiyetini ve hidrasyonu iyileştirir..
Glikolik asit, yaşlanma karşıtı tedavide kullanılan bir diğer önemli ajan, düşük molekül ağırlıklı bir alfa-hidroksi asit (AHA) olan glikolik asittir. Glikolik asit, stratum korneumda bulunan korneositlerin dökülmesini sağlayarak epidermal yenilenmeyi hızlandırır ve dermal fibroblastları uyarır. Bu sayede cilt dokusunu iyileştirir, kırışıklıkları ve pigmentasyonu azaltır. Günlük bakım ürünlerinde %10'a varan konsantrasyonları kullanılır, ancak ciltte potansiyel tahriş ediciliği nedeniyle özellikle hassas ciltlerde dikkatli kullanılmalıdır.
Azelaik asit, anti-inflamatuar, antioksidan ve depigmentasyon özellikleri gösteren bir dikarboksilik asittir. Pro-inflamatuar sitokinleri azaltır ve tirozinazı inhibe ederek hem inflamasyon hem de hiperpigmentasyon (melazma, PIH gibi) tedavisinde etkilidir. Fotostabil olması ve gebelik döneminde güvenle kullanılabilmesi onu iyi tolere edilen bir uzun vadeli seçenek yapar.
Topikal antioksidanlar, yaşlanmanın önlenmesinde önemli bir unsur da topikal antioksidanların kullanılmasıdır. En çok araştırılan ve kullanılan antioksidan olan C vitamini (askorbik asit), serbest radikalleri nötralize eder, kolajen üretimini uyarır ve melanogenezi engeller. Modern formülasyonlarda ayrıca flavonoidler ve polifenoller gibi bitkisel antioksidanlar da kullanılır. Sabahları antioksidanların güneş kremiyle birlikte kullanılması, UV ve görünür ışık kaynaklı oksidatif hasara karşı gelişmiş fotokoruma sağlamaktadır.
Niasinamid, ilgi çekici çok işlevli bir bileşen ise niasinamiddir (B3 vitamini). Hücresel enerji metabolizması ve DNA onarımında kritik rol oynar. Niasinamid, fibroblast proliferasyonunu ve dermal matris bütünlüğünü iyileştirir, kolajen ve elastin sentezini artırır ve transepidermal su kaybını azaltarak epidermal bariyeri güçlendirir. Aynı zamanda anti-inflamatuar özellikleri ve melanozom transferini engelleme yeteneği sayesinde hiperpigmentasyon tedavisinde etkilidir. İyi tolere edilen, fotostabil ve uygun fiyatlı olması onu modern yaşlanma karşıtı cilt bakımının temel bileşenlerinden biri haline getirmiştir.
Nemlendiriciler, herhangi bir yaşlanma karşıtı strateji nemlendirme ve bariyer bakımıyla desteklenmelidir. Yaşlanan cilt, lipit eksikliği ve stratum corneum'un incelmesi nedeniyle bariyer bozulmasına karşı daha hassastır. Gliserin, hyaluronik asit, seramidler ve yağ asitleri gibi nemlendirici ve bariyer onarıcı ajanlar içeren topikal ürünler, cilt sağlığını korumada ve aktif bileşenlerin etkinliğini artırmada tamamlayıcı bir rol oynar.
Enerji Bazlı Işık ve Lazer Tedavileri
Yoğun Darbeli Işık (IPL), cilt gençleştirme için yaygın olarak kullanılan, cilr bütünlüğünü bozmayan(invaziv olmayan) bir tekniktir ve özellikle ciltte ton farklılıklarında(diskromi), teleanjiektazi, lentigo ve genel cilt dokusu düzensizlikleri gibi fotoyaşlanmanın klinik belirtilerinin tedavisinde etkilidir. IPL sistemleri 500 ila 1200 nm arasında değişen, tutarlı olmayan, geniş spektrumlu ışık yayar. Bu ışık, melanin ve hemoglobin gibi kromoforları seçici olarak hedeflemek üzere filtrelenebilir ve bu da tek bir cihazla pigment ve damarsal lezyonların eş zamanlı tedavisini mümkün kılar. IPL ışık kaynağından gelen enerji, ciltteki belirli hedefler tarafından emilir, ısı üretir ve istenmeyen doku yapılarının (pigmentli lezyonlar veya genişlemiş kılcal damarlar) kontrollü yıkımına yol açarken, çevredeki sağlıklı dokuyu korur. Ayrıca, dermal fibroblastları uyardığı ve muhtemelen öldürücü olmayan termal hasar ve dönüştürücü büyüme faktörü-beta (TGF-beta) yolunun aktivasyonu yoluyla kolajen sentezini artırdığı gösterilmiştir. Bu dermal yeniden şekillendirme, cilt elastikiyetinin artmasına ve ince çizgilerin azalmasına katkıda bulunarak pigment düzeltici etkilerini tamamlar. Genellikle, optimum sonuçlar elde etmek için 3-4 hafta arayla uygulanan üç ila altı seanslık bir protokol önerilir. Fotohasarın derecesine ve hasta beklentilerine bağlı olarak 6-12 ayda bir tekrarlanabilir. IPL doğru prtokollerde ve yetkin kişler tarafından uygulandığında nispeten güvenli bir profile sahiptir. Yan etkiler genellikle hafif ve geçicidir; eritem, ödem ve işlem sırasında ve hemen sonrasında sıcaklık hissi gibi. Ancak koyu tenlilerde dikkatli olunması önerilir. Derin kırışıklıklar ve ileri düzeyde cilt sarkmalarında lazer modalitelerinden daha az etkilidir. Bu nedenle son yıllarda fraksiyonel lazerler veya radyofrekans gibi sistemler ile kombine kullanılmaktadır.
Lazerler, cilt gençleştirmeye yönelik lazer teknolojileri, her biri farklı mekanizmalara ve klinik etkilere sahip ablatif ve ablatif olmayan yöntemler olarak genel olarak kategorize edilebilir. Ablatif lazerler, CO2 (10.600 nm) ve Er:YAG (2940 nm) gibi ablatif lazerler, kromofor olarak suyu hedef alarak epidermal ve dermal yapıların buharlaşmasına yol açar. Bunlar güçlü kolajen yeniden şekillenmesine neden olur ve orta ila şiddetli fotoyaşlanmanın tedavisinde oldukça etkilidir, ancak daha uzun iyileşme süreleri ve ciltte inflamasyon sonrası hiperpigmentasyon ve enfeksiyon gibi daha yüksek yan etki riskleri taşımaktadır. Sağlam dokuyla çevrili mikroskobik ablasyon bölgeleri oluşturan fraksiyonel ablatif CO2 lazerler etkinlik ve güvenlik dengesi ile ablatif lazer tedavilerinde günümüzdfe altın standart haline gelmiştir. Ablatif olmayan lazerler, Nd:YAG (1064 nm), Er:Glass ve diyot lazerler ablatif olmayan lazerlerdir ve epidermisi bozmadan öncelikle dermal koagülasyon yoluyla etki eder.
Fotodinamik Terapi (PDT)
Fotodinamik terapi topikal bir fotoduyarlılaştırıcı ajanın (en yaygın olarak 5-aminolevulinik asit (5-ALA) veya metil-aminolevulinat (MAL) cilde uygulanmasını ve ardından fotoduyarlılaştırıcıyı aktive etmek için belirli bir ışık kaynağıyla aydınlatılmasını içeren bir tedavi yöntemidir. Bu aktivasyon, reaktif oksijen türlerinin ($\text{ROS}$) oluşumuna yol açarak hedef hücrelerde seçici hasara neden olmaktadır. Özellikle MAL bazlı rejimlerle ince kırışıklıkları ve benekli pigmentasyonu azaltmada ve cilt dokusunu iyileştirmede yararlılığı gösterilmiştir. Fotodinamik terapi etkinliği, protoporfirin IX (PpIX) aktivasyonunu optimize eden kırmızı veya mavi ışık kaynaklarıyla birleştirildiğinde artmış görülmektedir. Bu etkinliklerine rağmen, fotodinamik terapi sonrası yanma, eritem ve ödem gibi geçici yan etkiler gelişebilmektedir.
Mekanik Gençleştirme Teknikleri
Mikrodermabrazyon, kozmetik dermatolojide yüzeysel cilt yenileme için yaygın olarak kullanılan invaziv olmayan, mekanik bir eksfoliasyon tekniğidir. Aşındırıcı kristaller veya elmas uçlu cihazlar ile vakumlu emişin birleşiminden yararlanarak stratum corneum'u temizler, epidermal rejenerasyonu destekler ve cilt dokusunu iyileştirir. Bu kontrollü cilt dökülmesi(eksfoliasyon), artan hücre yenilenmesi, fibroblast aktivasyonu ve neokollajenez gibi bir dizi onarım sürecini tetikleyerek cilt yenilenmesini sağlar. Mikrodermabrazyon, diğer yüzey yenileme yöntemlerinden daha az agresif kabul edilse de, donukluk, ince çizgiler ve düzensiz pigmentasyon gibi hafif fotoyaşlanma belirtilerini gidermede etkili olduğu gösterilmiştir. İşlem genellikle hastalar tarafından iyi tolere edilir, minimum iyileşme süresi ve nadir yan etkilere neden olur. Bununla birlikte, cildin orta ila şiddetli kırışıklıklar üzerindeki etkisinin sınırlı olması nedeni ile diğer yöntemlerle kombine kullanılmaktadır.
Mikroiğneleme, perkütan kolajen indüksiyon tedavisi olarak da bilinen mikroiğneleme, genellikle dermaroller veya motorlu kalemler aracılığıyla uygulanan ince iğneler kullanılarak ciltte kontrollü mikro yaralanmalar oluşturulmasını içerir. Bu mikrokanallar, büyüme faktörlerinin salınımı, Tip I ve III kolajen seviyelerini arttırır. İnce kırışıklıkları azaltmada ve atrofik akne izleri dâhil olmak üzere yara izlerini tedavi etmede etkilidir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, rejeneratif etkileri artırmak için trombositten zengin plazma (PRP), polinükleotidler ve ekzosomlar gibi yardımcı tedavilerle birlikte mikroiğnelemenin kullanımı yapılmaktadır.
Kimyasal peelingler, yüzeysel (epidermal) ile orta ve derin (papiller ve retiküler dermis) arasında değişen penetrasyon derinliklerine sahip aşındırıcı maddeler kullanılarak cildin kontrollü kimyasal soyulmasını sağlar. Bu peelingler, hasarlı cilt katmanlarını temizler, epidermal rejenerasyonu uyarır ve fibroblast aktivasyonu ile yeni kolajen yapımı yoluyla dermisi yeniden şekillendirmektedir. En sık kullanılan kimysal soyucular olarak glikolik asit, trikloroasetik asit (TCA) ve fenolü görmekteyiz.
Cilde Enjeksiyon Prosedürler
Enjekte edilebilir ve minimal invaziv prosedürler, yüz yaşlanmasının gözle görülür belirtilerini gidermek için etkili ve özelleştirilebilir stratejiler sunar. Bunlar arasında botoks enjeksiyonları, dermal dolgular ve biyostimülatör veya mezoterapi bazlı tedaviler yer alır.
Botulinum toksin, estetik amaçlı en yaygın kullanılan işlemdir. Nöromüsküler kavşakta asetilkolin salınımını engelleyerek etki gösterir ve bu da geçici kas gevşemesine ve dinamik kırışıklıkların yumuşamasına neden olur.
Dermal dolgular, hyaluronik asit bazlı dermal dolgular, öncelikle yaşla birlikte kaybedilen yüz hacmini geri kazandırmak veya dudaklar ve elmacık kemikleri gibi özellikleri belirginleştirmek için kullanılır. Enjeksiyon tekniği, anatomik düzlem ve dolgu seçimi, ürünün yoğunluğuna, viskozitesine ve çapraz bağlama özelliklerine bağlıdır.
Mezoterapi, estetik dermatolojide kullanılan klasik bir tekniktir. Botulinum toksin veya hacim kazandırıcı dolguların aksine, mezoterapi kaslar veya derinin yapısal hacmi yerine cildin biyolojik ortamına etki eder. Mezoterapi, cilde dermise enjeksiyonlar ile uygulanır. Vitaminler, amino asitler, peptitler veya hyaluronik asit gibi maddeler içeren mikro enjeksiyonlardan oluşur. Bu tedavi genellikle güvenli ve iyi tolere edilir ve zamanla cilt kalitesini, hidrasyonunu ve elastikiyetini iyileştirmeyi amaçlar.




