Kronik ürtiker, 6 haftadan daha uzun süren, tekrarlayan alevlenme dönemlerinde ürtiker plakları ve/veya anjiyoödem kliniği ile seyreden ürtikerin klinik alt grubunu oluşturmaktadır.

  • Ürtiker plakları (kurdeşen): Vücudun herhangi bir yerinde, sıklıkla çevreleri kırmızı (eritemli), birkaç milimetreden santimetrelere değişen büyüklükte, kaşıntı veya bazen yanma hissi ile birlikte olurlar ve genellikle 24 saat içinde kaybolurlar.

  • Anjiyoödem: Derin deri dokularında ve mukozada eritematöz veya deri renginde şişlikler şeklinde ortaya çıkar, kaşıntı veya kaşıntı yerine ağrı ile birliktedir ve genellikle 72 saat içinde kaybolur.

Kronik ürtikerin ortaya çıkışı, deride bulunan mast hücrelerinden başta histamin olmak üzere (lökotrienler, prostoglandinler, platelet aktive edici faktörler vb.) mediatörlerin dokuda serbest kalması ile oluşmaktadır.

Akut ürtikerde mediatörlerin salınımından sorumlu ilaç, besin ve enfeksiyon gibi nedenler saptanabilirken, kronik ürtikerde sıklıkla neden bulunamamaktadır

Kronik ürtikerin görülme sıklığı %0,23 olarak ifade edilirken, ömür boyu ortaya çıkma oranı %0,63 olarak bildirilmiştir. Hastalık kadınlarda biraz daha fazla görülür; her yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte 40 yaşın üzerinde daha sık görülmektedir. Kronik ürtikerin uyku düzenini bozması, fiziksel ve duygusal işlevlerde kısıtlamalar yaratması ile yaşam kalitesini bozduğu gösterilmiştir.

Kronik ürtikerde iki klinik form tanımlanmıştır. Bazı hastalarda her iki tür bir arada ortaya çıkabilmektedir:

1. Kronik Spontan Ürtiker (eski adı: Kronik İdiyopatik Ürtiker)

  • Kronik ürtiker hastalarının üçte ikisinde görülür.

  • Klinik bulgular bir neden olmaksızın rastgele ortaya çıkmakta, hasta için günlük aktivitesinde ek bir yük olarak algılanmaktadır.

2. Kronik İndüklenebilir/Tetiklenebilir Ürtiker

Klinik bulgular bir veya birçok tetikleyici ile ortaya çıkmaktadır. Farklı tetikleyiciler ve ürtiker tanımları aşağıda özetlenmiştir:

  • Akuajenik Ürtiker(daha detaylı bilgi için...): Sıcak ya da soğuk suyun teması sonrasında ortaya çıkan ürtiker kliniğidir. 35°C su ile temastan 30 dakika içerisinde vücut kılları çevresine odaklanan 1-3 mm çaplı ürtiker lezyonları gelişmektedir. Oldukça nadir görülmekte ve tam nedeni açıklanamamıştır.

  • Kolinerjik Ürtiker: Vücut sıcaklığının arttığı durumlarda (sıcak banyo, egzersiz vb.) sonrasında ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

  • Dermatografizm: Derinin fiziksel sürtünmesi sonrası aynı alanda ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

  • Basınç Ürtikeri: Deri üzerine sürekli basınç sonrası aynı alanda ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

  • Vibrasyon/Titreşim Ürtikeri: Vücudun vibrasyona maruz kalması sonrası (iş kaynaklı ya da müzik enstrümanları vb.) ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

  • Soğuk Ürtikeri: Soğuk bir obje teması, soğuk rüzgâr ve soğuk hava aktiviteleri sonrasında ürtiker aktivitesinin olmasıdır.

  • Solar/Güneş Ürtikeri: UV ve/veya görünür ışığa karşı ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

  • Egzersiz Ürtikeri: Egzersiz sonrası ürtiker aktivitesinin gelişmesidir.

Kronik Spontan Ürtikerde hastalık aktivitesinin ölçülmesi önemlidir. Bu ölçümde, hastanın kaşıntılı deriden kabarmalar gösteren ürtiker plaklarını 24 saatlik ve birkaç gün boyunca, sayılarını ve günlük hayatını ne kadar etkilediğini değerlendirmesi istenmektedir.

  • Örneğin, 24 saat içerisinde <20 ürtiker plağı ve kaşıntının günlük aktiviteyi etkilemeyecek kadar az olması.

  • Örneğin, >50 ürtiker plağı ve kaşıntının günlük aktiviteyi etkileyecek kadar çok olması.

Akıllı telefonlar ile bu günlüklerin tutulması ve atakların fotoğraflanması önemli bir detay sağlamaktadır.

Kronik Ürtiker Nedenlerine Yönelik Güncel Görüşler

Son yıllarda ürtiker nedenlerinin belirlenmesinde birçok düşünce ileri sürülmüştür. Klasik nedenlerin dışında; IgE reseptörüne karşı yönlendirilen fonksiyonel otoantikorların aracılık ettiği otoimmüniteyi içeren otoreaktivite, gıdalara ve ilaçlara karşı psödoalerji (alerjik olmayan aşırı duyarlılık reaksiyonları) ve akut-kronik enfeksiyonlar (örneğin, Helicobacter pylori veya Anisakis simplex) gibi faktörler öne sürülmektedir. (Anisakis, balıkların ve deniz memelilerinde yaşam döngülerine sahip bir asalak, nematod cinsidir. İnsanlarda enfeksiyonlara ve anizakiasise neden olurlar.)

Ancak bunlar ile ilgili yapılan çalışmalar, nedenlerin sıklığında farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar, dünyadaki bölgesel farklılıklar ile ilişkilendirilmiştir (geleneksel diyetler ve enfeksiyon sıklıklarının farklılıkları gibi).

Bu nedenle, akut ürtikerde (6 haftadan kısa süren klinik), tüm olası nedenlerin her hastada araştırılmasının gerekmediği düşünülmektedir. Kronik ürtikerde ise nedenlere yönelik yoğun ve maliyetli genel tarama programlarının yapılmaması ve yalnızca çok sınırlı rutin tanısal araştırmalar önerilmektedir.

Tip I alerji, günlük ya da neredeyse her güne yakın semptomlarla başvuran kronik ürtikerli hastalarda nadir bir nedendir. (NSAİİ'lere veya gıda katkı maddelerine karşı psödoalerjik nedenler daha yaygındır.) Ancak Tip I alerji, aralıklı klinik bulguları olan kronik ürtikerli hastalarda düşünülebilir.

Bu nedenle kronik ürtikerde tanıda ilk adım, aşağıdaki soruları dikkate alarak kapsamlı bir öykü almak olmalıdır:

Kapsamlı Hasta Öyküsünde Sorgulanması Gerekenler

  • Hastalığın başlama zamanı.

  • Ürtikeryal plakların sıklığı/süresi ve tetikleyici faktörler.

  • 24 saat içerisindeki klinik özellikler.

  • Hafta sonları, tatiller ve yurtdışı seyahatleriyle ilgisi.

  • Plakların şekli, boyutu ve dağılımı.

  • Anjiyoödem varlığı.

  • Kaşıntı, ağrı gibi klinik bulgular.

  • Ürtiker ve atopiye ilişkin aile ve kişisel öykü.

  • Önceki veya mevcut alerjiler, enfeksiyonlar, dahili hastalıklar veya diğer olası nedenler.

  • Psikosomatik ve psikiyatrik hastalıklar.

  • Cerrahi implantasyonlar ve ameliyat sırasındaki olaylar (örneğin lokal anestezi sonrası).

  • Mide/bağırsak sorunları.

  • Fiziksel ajanlar veya egzersiz ile ürtikeryal ataklar.

  • İlaç kullanımı (örneğin, steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ'ler), enjeksiyonlar, aşılar, hormonlar, laksatifler, fitiller, kulak ve göz damlaları ve alternatif ilaçlar).

  • Yiyecekle gözlemlenen korelasyon.

  • Adet döngüsü ile ilişki.

  • Sigara içme alışkanlıkları (özellikle parfümlü tütün ürünleri veya esrar kullanımı).

  • İş koşulları.

  • Hobiler.

  • Stres ile ilişkisi.

  • Önceki tedaviler ve tedaviye yanıt.

  • Önceki teşhis prosedürleri/sonuçları sorgulanmalıdır.

Enfeksiyonlar

Bakteriyel, viral, parazitik veya mantar enfeksiyonlarının (örneğin H. pylori, Streptokoklar, Stafilokoklar, Yersinia, Giardia lamblia, Mycoplasma pneumoniae, Hepatit virüsü, Norovirüs, Parvovirüs B19, Anisakis simplex, Entamoeba spp., Blastocystis spp.) kronik ürtikerde neden olabileceği ileri sürülmektedir.

Ancak bu tür hastalıkların ve etkenlerin sıklığı ve önemi, farklı hasta grupları ve coğrafi bölgeler arasında değişkenlik göstermektedir. Örneğin, deniz canlılarında bir nematod olan Anisakis simplex, yalnızca pişmemiş balıkların sıklıkla yenildiği kültürlerde ürtikerin olası bir nedeni olarak tartışılmıştır. H. pylori ile ürtiker arasındaki ilişkide ise hasta grupları arasında anlamlı farklılıklar görülmektedir.

Kanser Taraması (Malignite)

Ürtikerin altında yatan nedenlerin tanısında rutin olarak malignite (kanserler) ifade edilmekle birlikte, bu yönde hasta taraması önerilmemektedir. Ürtiker ile neoplastik hastalıklar arasında nedensel bir korelasyon olduğuna dair yeterli kanıt mevcut değildir. Bununla birlikte, hasta öyküsü (örneğin ani kilo kaybı) bunu işaret ediyorsa taramalar yapılabilir.

Otoantikor Taraması ve Testler

IgE veya yüksek afiniteli reseptörlere karşı otoantikorları taramak için genel olarak mevcut tek test (serumda histamin salgılayan faktörlerin varlığını değerlendiren spesifik olmayan bir tarama testi) Otolog Serum Cilt Testidir (ASST). Bu testin kronik ürtikeri olmayan sağlıklı kişilerde %40-45 oranında yalancı pozitiflik verebildiği unutulmamalıdır.

Hasta öyküsünün işaret etmesi durumunda antinükleer antikor testi gibi ek kan testleri istenebilir.

Fiziksel Stimülasyon Testleri

Fiziksel ürtikerde (soğuk ürtiker, dermografizm, gecikmiş basınç ürtikeri gibi) şüpheli uyaran ile fiziksel stimülasyon testleri yapılabilir. Bu testler, kronik ürtikerin bu alt tiplerinin belirlenmesi dışında hastalığın ciddiyetini ve tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde de kullanılabilir. Ancak fiziksel ürtikerde türe özgü onaylanmış provokasyon test araçları mevcut değildir.

Çocuklarda Ürtiker Tanısı

Ürtiker her yaş grubunda ortaya çıkabilir. Özellikle akut ürtiker, atopik bebeklerde ve küçük çocuklarda yaygındır.

Tetikleyiciler arasında akut viral enfeksiyon veya bebeğin/çocuğun duyarlı olduğu süt, yumurta veya yer fıstığı gibi yiyeceklerin tüketilmesi yer almaktadır. Bu yaşlarda gıda kaynaklı akut ürtikerde anafilaksi riskinin yüksek olduğu için dikkatli olunmalıdır.

Spesifik gıda tetikleyicilerini doğrulamak ve tetikleyiciden kaçınarak daha sonraki atakları önlemek için gıdalara karşı duyarlılık açısından araştırma yapılmalıdır. Kronik ürtiker nedenleri çocuklarda erişkinlerdeki özellikleri göstermektedir.

Kronik Ürtikerin Tedavisi

Kronik ürtikerde farklı klinik alt tiplerin sınıflandırılması ile birlikte tedavi yaklaşım prensipleri ortaktır. Bu prensipler şunlardır:

  1. Nedenin veya Uyaranların Ortadan Kaldırılması/Kaçınılması.

  2. Toleransın Uyarılarak Arttırılması.

  3. Semptomatik Farmakolojik Tedavi.

Ürtikerde klinik bulgu olmasa da altta yatan durumun kendisinin kronik olduğu unutulmamalıdır. Örneğin, çim poleni veya yer fıstığı alerjisi olan bir hastanın bu uyaranlarla temas etmediğinde aktif klinik bulguları yoktur ya da soğuk ürtikerli bir hasta sıcak bir iklimde şikayetleri olmadan yaşayabilir; ancak bu kişilerin iyileştiklerini ve sağlıklı olduklarını söyleyemeyiz.

Ayrıca, diğer alerjik veya immünolojik hastalıklarda olduğu gibi ürtiker kliniği sürekli değişkenlikler gösterdiği için tedavi ihtiyacının zaman içinde değişebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Ürtikerde tedavi, mümkün olduğu kadar güvenli ve tam bir klinik belirtilerin kontrolünü hedeflemelidir.

Kronik ürtikerde başarılı bir tedavi için ilk adım, hastalığı tetikleyen uyaranın kesin teşhisidir. Ancak, ne yazık ki çoğu durumda uyaranın belirlenmesi mümkün olmamaktadır. Bir enfeksiyon, ürtikerin nedeni, kliniği ağırlaştıran bir faktör veya ürtiker ile tamamen ilgisiz olabilir. Şüpheli uyaranın ortadan kaldırılmasının ardından klinikte düzelme olması, uyaran hakkında kesin kanıt sağlamaz; yalnızca çift-kör provokasyon testinde semptomların tekrarlaması kesin bir kanıt sunar. Ürtikerin spontan remisyonu (kendiliğinden iyileşmesi) uyaranın ortadan kaldırılması ile tesadüfen bir arada olabilir.

İlaçlar ve Kimyasallar

Uyaranlar konusunda ilaçlar iyi değerlendirilmelidir. Şüphelenilen bir ilaç olduğunda bu ilaç kesilmeli veya kullanımı zorunlu ise başka bir sınıf ilaç ile değiştirilmelidir. Bazı ilaçlar ürtikerde neden olmasa bile kliniği kötüleştirebilir (örneğin aspirin, NSAİİ'ler).

Fiziksel Uyaranlardan Kaçınma

Fiziksel ürtikerin tedavisinde fiziksel uyaranlardan kaçınılması istenir ancak bu her zaman kolay olmaz. Birçok hastada fiziksel tetikleyicinin eşiği düşüktür ve semptomlardan tamamen kaçınmak neredeyse imkansızdır. Hastanın, fiziksel uyaranın özelliklerine ilişkin ayrıntılı bilgi edinmesi önemlidir. Bu, hastanın fiziksel uyarana normal günlük yaşamdaki maruziyetini ideal ölçülerde kontrol etmesini sağlayabilir:

  • Gecikmiş Basınç Ürtikeri/Anjiyoödem: Fiziksel uyaran olan basıncın yüzey alan başına kuvvet olarak tanımlanması önemlidir. Bu, hastanın ağır torbaların saplarının genişletilmesi gibi basit tedbirler almasını sağlayabilir.

  • Dermografizm: Sürtünmenin azaltılması klinik bulguların önlenmesinde yararlı olabilir.

  • Soğuk Ürtikeri: Soğuk rüzgârın da bir faktör olabileceği unutulmamalıdır.

  • Solar/Güneş Ürtikeri: Tetikleyen UV/ışık dalga boyunun belirlenmesi, buna uygun güneş koruyucu seçimi ve cam filtrelerin kullanımı önemli olabilir.

Enfeksiyonların ve İnflamatuar Süreçlerin Tedavisi

Kronik ürtikerde çeşitli inflamatuar veya enfeksiyöz hastalıklar ile ilişki olabileceği hatırlanmalıdır; ancak bu nedenler bazı çalışmalarda çelişkili sonuçlar ortaya koymaktadır.

  • H. pylori gibi gastrointestinal sistem enfeksiyonları düşünülmelidir.

  • Gelişmiş ülkelerde nadir olasada, bir neden bağırsak parazitleridir.

  • Geçmişte bağırsak kandidiyazının ürtikerde önemli bir neden olduğu düşünülüyordu ancak yeni bulgular ürtikerdeki rolünü desteklememektedir.

Enfeksiyon hastalıklarının yanı sıra, bazı hastalıklara bağlı kronik inflamatuar süreçlerin kronik ürtikerde potansiyel neden olduğu tespit edilmiştir (gastrit, reflü özofajit, safra kanalı veya safra kesesi iltihapları gibi). Ancak, enfeksiyonlara benzer şekilde, bunlardan hangisinin ilgili nedenler olduğunu ayırt etmek kolay değildir.

Otoantikorların Azaltılması

Kliniğin ağır olduğu ve günlük aktivitenin ciddi şekilde etkilendiği durumlarda, plazmaferez yoluyla fonksiyonel otoantikorların doğrudan azaltılması hastalarda geçici bir fayda sağlayabilir. Yüksek maliyet nedeniyle, diğer tüm tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen otoantikor pozitif kronik ürtikerde önerilmektedir.

Diyet Yönetimi

  • IgE Aracılı Gıda Alerjisi: Nadiren kronik ürtikerde neden olabilmektedir. Eğer bu tespit edilirse, gıda alerjenlerinin mümkün olduğunca diyetten çıkarılması gerekebilir.

  • Psödoalerji: Bazı durumlarda gıda katkı maddelerine karşı psödoalerjik reaksiyonlar (IgE aracılı olmayan aşırı duyarlılık reaksiyonları) gözlemlenmiştir. Bu nedenle psödoalerjen içermeyen diyetler önerilmektedir.

    • Bu durumlarda, düşük düzeyde doğal ve yapay gıda psödoalerjenlerini içeren bir diyet başlatılmalı ve en az 3-6 ay gibi uzun bir süre sürdürülmelidir.

    • Gıda alerjeninin hızlı bir şekilde eliminasyonu ürtiker semptomlarını 24-48 saat içinde ortadan kaldırırken, psödoalerjide eliminasyon sonrası klinik fayda ancak 3 hafta sonra değerlendirilebilmektedir.

Diyet kontrolüne ilişkin birçok kaynak bulunmakla birlikte, başarı oranlarının bölgesel beslenme ve beslenme alışkanlıkları farklılıkları nedeniyle önemli ölçüde değişebileceği unutulmamalıdır. Özellikle günlük beslenmenin oldukça farklı olduğu ülkemizde, gıda maddelerinin ürtikere neden olma üzerindeki etkisi konusunda daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

Toleransın Arttırılması

Bazı fiziksel ürtikerde saptanmış uyaran ile toleransın artırılması sağlanabilir. Örnekler arasında soğuk ürtiker, kolinerjik ürtiker ve solar ürtiker yer almaktadır. Ancak tolerans tedavileri günler/haftalar sürmekte ve etkinlik süreleri kısadır. Soğuk ürtikerli bir hastada günlük soğuk banyo yapılmasının istenmesi hasta tarafından kabul edilmeyebilir.

Semptomatik Tedavi

Kronik ürtikerli hastalar arasında yakın zamanda yapılan bir çalışma, hastaların aktif dönemde dahi olsalar ancak %40'ının doktor kontrolünde olduklarını göstermektedir. Özellikle 10-15 yıldan uzun süre kronik ürtikeri olan hastaların %74'ünün doktora gitmeyi bıraktıkları, hastalıkları ile yaşadıkları ve/veya kendi başlarına önlemler alıp tedaviler denediklerini görmekteyiz. Hastaların %50'sinden fazlası doktorların kendilerine yardım edemeyeceklerini düşünmekte ve artık doktora başvurmuyorlar.

Ürtiker tedavisinde semptomatik antihistaminikler ile tedavi son derece önemlidir. Kronik ürtikerde bu tedavinin sürekli olması (birkaç yıllık kullanım için güvenlik verileri mevcut) önerilmektedir. Kronik ürtikerde histamin dışında PAF, lökotrienler, sitokinler rol oynayabileceği için (mast hücrelerine ek bazofiller, lenfositler ve eozinofillerin de rol oynadığı) kısa süreli kortikosteroid tedavileri gerekebilmektedir.

Eski Birinci Nesil Antihistaminikler

  • Eski birinci nesil antihistaminiklerin (prometazin, difenhidramin, ketotifen ve klorfeniramin gibi) merkezi sinir sistemi (MSS) üzerinde belirgin antikolinerjik ve sedatif etkileri vardır ve bu etkiler 12 saatten daha uzun sürerken, kaşıntıyı baskılama etkileri ancak 4-6 saat sürmektedir.

  • Bu sedatif antihistaminiklerin alkol ve MSS'yi etkileyen analjezikler, hipnotikler, sedatifler gibi ilaçlarla birçok etkileşimi tanımlanmıştır.

  • Ayrıca bu antihistaminikler hızlı göz hareketi uykusunu engelleyebilir, öğrenme ve performansı etkileyebilir.

  • Bu olumsuzluklar nedeniyle, modern ikinci nesil antihistaminiklerin bulunmadığı nadir yerler dışında, kronik ürtikerin rutin tedavisinde bu sedatif antihistaminiklerin birinci basamak ajanlar olarak kullanılması istenmemektedir.

  • Eski birinci nesil H1-antihistaminikler, bilinç bozukluğu, dikkatsizlik, düzensiz konuşma, bilinç değişikliği ve düşme riskini artırdıkları için yaşlılarda özel bir endişe kaynağıdır.

Modern İkinci Nesil Antihistaminikler

  • Minimal düzeyde sedasyon yapan veya hiç sedasyon yapmayan, antikolinerjik etkileri olmayan modern ikinci nesil antihistaminikler geliştirilmiştir.

  • Ancak, modern ikinci kuşak antihistaminler arasında yer alan astemizol ve terfenadinin, ketokonazol veya eritromisin ile eş zamanlı kullanımında kardiyotoksik etkileri nedeniyle kullanımı önerilmemektedir.

  • Daha yeni modern ikinci nesil antihistaminikler setirizin (hidroksizinin metaboliti), loratadin ve feksofenadin'in yanı sıra; akrivastin, azelastin, bepotastin, bilastin, desloratadin (loratadinin aktif metaboliti), ebastin, epinastin, levosetirizin (setirizinin aktif enantiyomeri), mekitanzin, mizolastin, olopatadin ve rupatadin gibi ajanlar eklenmiştir. Bunlardan sadece setirizin, desloratadin, feksofenadin, levosetirizin, loratadin, rupatadin ve bilastin ile ilgili ayrıntılı çalışmalar bulunmaktadır.

  • Modern ikinci kuşak H1-antihistaminikler, iyi güvenlik profillerinden dolayı ürtikerin birinci basamak semptomatik tedavisi olarak düşünülmelidir.

Doz Artırımı

  • Standart doza yanıt vermeyen ürtikerli hastalarda doz artırımından fayda sağlanabileceği gösterilmiştir.

  • Bilastin, setirizin, desloratadin, levosetirizin, feksofenadin ve rupatadin'in önerilen dozlarından dört kata kadar daha yüksek dozların kullanılabileceği doğrulanmıştır.

  • Farklı H1-antihistaminikleri aynı anda kombine etmek yerine, modern ikinci nesil antihistaminiklerin dozunun dört kata kadar yükseltilmesi önerilmektedir. Modern ikinci nesil H1-antihistaminikler sürekli olarak gerekli en düşük dozda alınmalı, gereken klinik durumlarda bu dozun dört katına kadar yüksek dozlara çıkılmalıdır.

Antihistaminiklere Dirençli Hastalar İçin Alternatif Tedaviler

  • Omalizumab: Antihistaminlere dirençli seçilmiş hastalarda, kolinerjik, soğuk, solar ve ısı ürtikerinde, semptomatik dermografizmde ve gecikmiş basınç ürtikerinde etkili olduğu klinik çalışmalar ile gösterilmiştir. Yüksek doz H1-antihistaminiklere yanıt vermeyen hastaların tedavisinde üçüncü basamak tedavi olarak omalizumab önerilmektedir.

  • Siklosporin A: Modern ikinci nesil antihistaminik ile kombinasyon halinde kullanımı önerilmektedir. Ancak bu ilacın yüksek yan etki sıklığı nedeniyle seçilmiş hastalarda kullanımı önerilmektedir.

  • Montelukast: Antilökotrienlerden montelukast, ürtiker tedavisinde üçüncü basamak olarak modern ikinci kuşak H1-antihistaminiklere ek tedavi olarak kullanımı önerilmektedir.

  • Diğer Alternatifler: İkinci nesil H1-antihistaminiklere ek olarak dapson, sülfasalazin, metotreksat, interferon, plazmaferez, fototerapi ve intravenöz immünoglobulinler (IVIG) kullanılabilmektedir; ancak bunlar için klinik çalışmalar yetersizdir.

Kortikosteroid Kullanımı

  • Topikal kortikosteroidler pek çok alerjik hastalıkta sıklıkla başarıyla kullanılmaktadır, ancak ürtikerde topikal steroidler yararlı değildir.

  • Sistemik kortikosteroid uzun süreli kullanımda zorunlu yan etkiler nedeniyle dozlar iyi düzenlenmelidir.

  • Kortikosteroidlerin kronik ürtiker için değil, akut ürtiker tedavisi için ruhsatlandırıldığı unutulmamalıdır.

Tedavinin Yönetimi

Ürtikerde tavsiye edilen dozların dört katına kadar antihistaminikler, genel pratikte ürtikerli hastaların çoğunda semptomları kontrol altına almakla birlikte yanıt vermeyen hastalar için yukarıdaki alternatif tedaviler kullanılabilir. Alternatif bir tedaviye geçmeden önce tam etkililiğin sağlanması için 1-4 hafta beklenmesi önerilir.

Ürtikerin şiddeti dalgalanabileceğinden ve herhangi bir zamanda spontan remisyon meydana gelebileceğinden, sürekli veya alternatif ilaç tedavisinin gerekliliğinin her 3-6 ayda bir yeniden değerlendirilmesi önerilir

Çocuklarda tedavi

Ürtiker/alerjisi olan çocukların tedavisinde birinci nesil, sedatif H1-antihistaminikler halen ilk tercih olarak kullanıyor. Bunda bu ilaçların güvenlik profili, modern ikinci nesil H1-antihistaminiklerden daha iyi bilinmeleri ve ikinci nesil H1-antihistaminiklerin 6 aydan küçük çocuklar için ruhsatlandırılmamış olması rol oynamakta. Modern ikinci nesil antihistaminikler daha düşük güvenlik profiline sahip olan birinci nesil antihistaminiklere tercih edilmekte. Bu nedenle son yıllarda bebeklerde ve çocuklarda birinci nesil antihistaminiklerin kullanımını önerilmemekte. Son çalışmalar çocuklarda da yetişkinlerde olduğu gibi birinci basamakta  ikinci nesil H1-antihistaminiklerin tedavisini ve yetersiz ise doz artırımı önermekte. Bu amaçla setirizin, desloratadin, feksofenadin, levosetirizin ve loratadin gibi çocuklarda iyi araştırılmış, uzun vadeli güvenliği pediatrik popülasyonda iyi bir şekilde ortaya konulmuş ilaçlar seçilmelidir.Hamile ve emziren kadınlar

Çocuklar ve bebekler için yukarıdaki ifade edilenler hamile ve emziren kadınlar için de geçerlidir. Diğer yandan ilk 3 ayda hamile kadınlarda herhangi bir sistemik tedavinin kullanımından genel olarak kaçınılmalıdır. Hamilelik sırasında modern ikinci kuşak antihistaminikler kullanan kadınlarda bugüne kadar gebelik ve doğum kusurlarına ilişkin herhangi bir rapor bildirilmemiştir. Ancak gebelikte en yüksek güvenlik zorunlu olduğundan, modern ikinci kuşak antihistaminiklerin kullanımına ilişkin öneri, loratadin ve setirizinin kullanımı yönünde. Modern ikinci kuşak antihistaminiklerin doz artımı hamilelikte dikkatli bir şekilde önerilebilir. Modern ikinci kuşak antihistaminiklere yanıt alınamadığında semptomlar ortaya çıktığında birinci kuşak ajanlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. Birinci nesil H1-antihistaminiklerin gebelikte doğumdan hemen önce kullanılması, yenidoğanda solunum depresyonuna ve diğer olumsuz etkilere neden olabilir. Gebelikte en iyi güvenlik geçmişine sahip birinci nesil H1-antihistaminikler, klorfeniramin ve difenhidramindir.  Bu protokolün yetersiz kalması durumunda başlanacak ilaçların teratojenitesi ve embriyo toksisitesi açısından çok iyi değerlendirlmesi gerekmektedir. Örneğin, siklosporin, teratojenik olmasa da, hayvan modellerinde embriyotoksiktir ve insan bebeklerinde erken doğum ve düşük doğum ağırlığına neden olmaktadır. 

Tüm H1-antihistaminikler düşük konsantrasyonlarda anne sütüne geçmektedir. Emzirilen bebeklerde ara sıra anne sütüyle geçen eski birinci nesil H1-antihistaminiklerden dolayı sedasyon gelişebileceğinden, ikinci nesil H1-antihistaminiklerin kullanılması tavsiye edilir


Adres: Esentepe Mah. Cevizli D 100 Güney Yanyol Lapishan 25/2 Soğanlık, Kartal / İSTANBUL
GSM: 0532 624 21 27
Bu sitedeki bilgiler doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçmez. Sitedeki bilgi, yorum ve görüntüler kişileri bilgilendirme amaçlı olup, tanı ve tedaviye yönlendirme amaçlı değildir.



© 2020 Hakan Buzoğlu. All Rights Reserved.
ByFlash Web Agency