- Gösterim: 6786
Ülkemizde estetik uygulamaların yıllık istatistik verileri maalesef sağlıklı değil(her konuda olduğu gibi). ABD verilerine bakıldığında; 2020 yılında(covid 19 pandemisine rağmen) 15.6 milyon kozmetik uygulama yapıldığını görmekteyiz(2.3 milyon cerrahi uygulama, 13.2 milyon cerrahi olmayan uygulama). Cerrahi uygulamalar sırası ile burun estetik cerrahisi, göz kapaklarının estetik cerrahisi, yüz germe, liposakşın, meme estetik cerrahisi… Cerrahi olmayan uygulamalar sırası ile botulinum toksin uygulamaları, dolgu uygulamaları, kimyasal peeling, lazer yüz gençleştirme…Tüm uygulamalarda % 92 oranı ile kadınlar erkeklere göre açık ara önde. Uygulamaların yapıldığı yaş dağılımı 30-70 yaş dönemi. 2020 yılında 1 hastanın botulinum toksin için ortalama 408 dolar, dolgular ile yapılan yüz germe-Y lift için ortalama 4751 dolar ödediğini görmekteyiz. Bu rakamlar hasta sayıları ile çarpıldığında inanılmaz rakamlar çıkmakta. Bunu birde TL ye çevirdiğinizde... Estetik-kozmetik uygulamlar ve ürünler hızla büyüyen bir ekonomik sektör. Kullanılan ürünlerin birim fiyatları; kartelleşmiş üretici firmaların ücretlendirme politikaları, distribütör firmaların kar payları, kur farkı ve uygulayan doktor ücreti derken çok artmakta(düşük maliyetler için yasal kullanım onamı olmayan ürünleri hastalarımıza kesinlikle kullanamayız). Bir hasta için kullanılması gereken ürün sayısı arttıkça yükselen maliyetler hastalar ile biz doktorları karşı karşıya getirmekte.Diğer taraftan kullandığımız ürünlerin klinik ve estetik etki sürelerinin kalıcı olmaması, bu süreler sonunda tekrarlanması zorunluğu, sentetik olmaları, üretimleri aşamasında içeriklerinden yada hastadan kaynaklanan düşük oranlarda da olsa gözlenen yan etki riskleri ve her geçen gün artan maliyetler ...
Bu olumsuzluklar cerrahi olmayan estetik uygulamalarda yeni çözüm yollarının ve ürünlerin gelişmesini sağladı. Son yıllarda hastanın kendi dokularından elde edilen dokular ve doku ürünleri kullanılmaya başlandı. Deri fibroblast kültürleri, PRP, yağ dokusu transferleri, yağ dokusu kaynaklı SVF enjeksiyonları ilk akla gelenleri. Bunlar için "endojen rejeneratif teknolojiler - endogenous regenerative technology-Endoret" tanımlama kullanılmakta. Endoret sadece estetik girişimlerde değil ağız ve çene cerrahisinde, travmatolojide, ortopedi hatta kalp damar cerrahisinde geniş bir kullanım alan bulmuştur.
Dermal dolgular yerine kullanılabilecek; mikroyapısı uygun, biyomekanik özellikleri(reolojileri) dolgular ile benzer olan, biyoyaralanamını yüksek, biyolojik olarak aktif, düşük maliyetli ve daha az yan etki riski içeren kanımızdan elde edilen doku jellerinden bahsetmeye çalışacağız. Bu kandan elde edilen, lökosit içermeyen, plateletden zengin ve platelet kaynaklı büyüme faktörleri içeren, kan plasması fibrini olarak tanımlanmakta( leukocyte-free plasma rich in growth factors; PRGF). PRGF jel formu dokuya uygulandığında yüksek bir volüm stabilitesi sağlamakta, mikroyapısının mekanik stabilitesi oldukça yüksek, vizköz yapısı ile doku defektlerinde volüm amaçlı rahat kullanılmakta. Bu nedenle sentetik dolgular gibi yüzde kırışıklıklar ve katlantıların görünümlerinin yumuşatılması ve yok edilmesi, yüzde istenilen estetik alanlara volüm verilmesi ve özel uygulama alanları ile yüzde germe-lift etkisi ile kullanılmakta. Ayrıca içeriğinde platelet kaynaklı biyolojik aktif maddeler ile doku onarımı ve gençleşmesini gerçek anlamda sağlayan biyoaktif özellikleride bulunmakta. PRGF gel kozmetik kullanımı dışında, uygulama alanında 3-6 ay sebum salınımını düzenlemekte, deri gözeneklerinin sayı ve boyutunu azaltmakta(bu etkinlikleri ile akne, seborrheic dermatitis gibi cilt hastalıklarında da kullanılmakta), deride lekelerin kızarma atakları kontrol altına aldığı gösterilmiştir.
PRGF jel hazırlanması için yine birçok firma ve bunların üretikleri kitleri görmekteyiz. Burada özel bir kit kullanmaksızın PRGF jelin elde edilmesini anlatırken neden-niçin ilişkisinide detaylandırmaya çalışacağız.
Kan alımı ve PRGF jel hazırlanırken vakum tüplerde kullanılabilir. Ancak luer lock enjektörler kanın alınmasından, jelin hazırlanmasına kadar kontrollü kapalı bir sistem oluşturması ve pratik olması nedeni ile tercih edildi. Bir marka önerisi olmadan enjektör seçiminde pistonu üzerinde kesilmesini-kırılmasını sağlayan çentiği olan steril tek kullanımlık 10 ml lik luer lock enjektörler kullanıldı. 10 ml enjektörlerin çapları basit yada kompleks santrifüjler için uygundu.
Enjektöre 1,5 ml sodyum sitrat çekilir. Üzerine venöz kan 9 ml alınarak 10 ml tamamlanır. Venöz kanın alınmasında kelebek seti kullanımı daha fazla enjektör hazırlanmasını kolaylaştırmakta. Enjektör içerisinde sodyum sitrat ve kanın karışımı için enjektör birkaç kez ters düz edilir. Luer lock kapağı takılarak(bunun yerine insülin iğneside kullanılabilir) piston çentikten kesilir. 10 ml enjektör çap ve boyut olarak santrifüj için kullanıma uygun hale gelir. Tek bir enjektör ile PRGF hazırlanacak ise başka bir 10 ml luer lock enjektöre 10 ml SF çekilerek piston çentikten kesilerek luer lock kapağı takılır. Bu enjektör santrifüj sırasında dengenin sağlanması için kullanılır. Enjektörlerin santrafüje bu şekilde yerleştirilmesi plasmanın alınmasını kolaylaştırmakta.
5 dakika 580 g de santrifüj uygulanır. Santrafüj skalasında g yerine rpm kullanılıyor ise http://www.endmemo.com/bio/grpm.php sitesinden santrafüj markanıza göre g nin rpm karşılığını bulabilirsiniz. Santrifüj sonrası enjektörde; en altda eritrositden zengin kan hücreleri alanı, hemen üstünde lökositlerden zengin buffy coat olarak tanımlanan dar bir alan ve bunun üzerinde platelet ve serum alanı oluşmakta.
Platelet ve serum bölümünde plateletler farklı konsantrasyonlarda bulunmakta. Serumun buffy coat yakın kısmında plateletler daha yoğun olduğu için bu alan plateletlereden zengin kısım-platelet rich plasma-PRP olarak tanımlanırken üstte kalan kısım plateletlerin daha az yoğun olduğu kısım-platelet poor plasma-PPP olarak tanımlanmakta.
3 lü musluk ve 5 ml lik luer lock enjektör ile platelet + serum kolayca 10 ml lik enjektörden alınabilir.
Yada 2 adet 5 ml luer lock enjektörlere PRP ve PPP ayrı ayrı alınabilir.
Platelet + serum bölümünde bilinmesi gekerek bazı önemli bilgiler bulunmakta;
Bunlardan ilki; bu karışımda ayrışan PRP ve PPP alanlarında platelet konsantrasyonları farklı ve bu önemli. Platelet konsantrasyonlarının normal kana göre 2.5, 3.5 ve 4.2–5.5 kat fazla olduğu serumlar ile fibroblast–osteoblast hücre kültürleri üzerinde çalışmalar yapılmış. Bu çalışmalarda hücre kültürlerinde hepsinde 72 saat sonra maksimum biyolojik aktivitenin başladığı görülmüş. Ancak daha önemlisi platelet konstrasyonun 2.5 kat fazla olduğu hücre kültürlerde biyolojik aktivite daha fazla. Platelet konstrasyonu arttıkça hücrelerin çoğalması üzerindeki etkileri beklenenin tam tersi olmakta yani baskılanmakta. Fibroblastlar hücrelerinde platelet ideal konsantrayonu başlangıç konsantrasyonunun 2-4 katı olması gerektiği gösterilmiştir. Bu nedenle PRGF jel kullanımı için PPP bölümü kullanılmakta.
İkincisi plateletlerin volümü. Platelet volümü ile platelet konsantrayonu karıştırılmamalıdır. Plateletler magakaryositik hücrelerin sitoplazmalarının parçalanması ile oluşan çekirdekleri olmayan hücreler. Plateletler oluşurken magakaryositik sitoplazma eşit parçalanmadığı için kanda plateletlerin volümleri aynı değil yani değişkendir. Platelet sayısı ile her bir platelet volümü arasında negatif korelasyon bulunmakta(plateletler magakaryositlerden kaynaklandıklarına göre sayı ve volüm korele olmalıki 1 megakaryositten kaynaklanan toplam platelet kütlesi sabit olsun). Büyük volümlü plateletler daha fazla hücre membranı ve sitoplazmalarında daha fazla biyoaktif granül içermekte. Granülllerin fazlalığı büyümek faktörleri, enzimatik ve metaboklik aktivitelerin daha fazla olmasına gelmekte. Ayrıca aşağıda detaylı anlatılacak olan hücre mebranımndan kaynaklanan ve serum proteinleri ile birlikte PRGF jerl oluşumuna katılacak glikokaliks yapısınında fazal olması anlamına gelmekte. Platelet sitoplazamasındaki granüllerde bazı büyüme faktörleri olduğunu biliyoruz. Bunlar: "platelet derived growth factor (PDGF), transforming growth factor-β1 (TGFβ1), epidermal growth factor (EGF), insulin-like growth factor-I (IGF-I), hepatocyte growth factor (HGF), basic fibroblast growth factor (bFGF) ve vascular endothelial growth factor (VEGF)" gibi. Bu nedenle son yıllarda PRP ve PRFG etkinliğinin değerlendirilmesinde platelet sayısı değil ortalama platelet volümünden bahsedilmekte.
Üçüncüsü, santrifüj hızı ve süresi. Yüksek santrifüjlerde öncesinde platelet aktivasyonu yapılmasa bile platelet membranlarının santrifüj sırasında yırtılması büyüme faktörlerinin serbest kalmasını sağlamakta. Bu nedenle santrifüj hızları 580 g yada 45 derecelik santrifüjlerde 100-1500 rpm ve 5 dakika olarak düzenlenmekte. Düşük santrifüj hızları kullanılacak ise süre uzatılmalıdır.
PPP den PRGF jel elde edilmesi
1987 yılında kan plasması 80 derecede denetüre edilerek elektroforez yapıldığında yüksek moleküler ağırlıklı proteinler saptandı. İlk akla gelen bu moleküller içerisinde dolgularda kullanılan hyaluronik asit varlığı olabileceği ve bu proteinlerin deriye enjekte edildiğinde dolgu materyali olarak kullanılabileceği oldu. Yapılan çalışmalarda bu proteinlerin içerisinde hyaluronik asit oranlarının düşük olduğu gözlendi. Ancak 2020 yılında yapılan bir başka bir çalışmada PPP nin 75 °C de 10 dakika etüvlenmesi ile denatüre olan kan plasma proteinleri deriye enjekte edilmiş ve 21 gün dokuda kaldıkları gösterilmiş. Bu hyaluronik asit olmasada kan plasma proteinlerinin dolgu olarak kullanım düşüncesini yeniden güçlendirmiş. Bu arada kan plasması ve serumu gibi tanımları kullanırken bunları biraz açıklayalım.
Kan plazması kan hücreleri olan eritrosit, lökosit ve trombositin içinde bulunduğu sıvı kısmıdır. Yukarıda anlatıldığı gibi alınan kana pıhtılaşmayı önleyen bir antikoagulan madde(sodyum sitrat gibi) eklenerek santrifüj edilir ise altta kan hücreleri üsttü serum kalmakta plasma değil. Sıklıkla kan serum ve plasmasını tanım olarak birbiri yerine kullanırız. Serumun plazmadan farkı, fibrinojen ve diğer bazı pıhtılaşma faktörlerini içermemesidir. Kan plazmasının %80-90’ını su ve %10-20 sini suda çözünmüş biyokimyasal maddeler oluşturur. Bu biyokimyasallar;
- Kan plazmasındaki çözünmüş bu biyokimyasalların büyük çoğunluğunu proteinler oluşturmaktadır. Sağlıklı erişkin bir insanda kan plazma veya serumunun total protein düzeyi ortalama her 1 ml de 57-80 mg kadardır ki bunun 35-50 mg kadarını serum albümin, 25-32 mg kadarını globülinler oluşturur. Plazmanın protein fraksiyonunda transaminazlar, dehidrojenazlar, peptidazlar, asit ve alkali fosfatazlar, aldolaz, α-amilaz, lipaz, katalaz, kolinesteraz, β-glukuronidaz gibi birtakım enzimler de bulunur.
- Kan plazmasındaki azotlu maddeler; üre, amino asitler ve amino asit türevleri, ürik asit, kreatinin, kreatin, bilirubin gibi bileşiklerdir. Bunlar Üre sağlıklı ve erişkin bir insanda 1 ml de 2-4 mg, ürik asit 0.2-0.6 mg, kreatinin 0,05-0,1 mg, total bilirubin 0,001-0,1 mg, kan plazmasında çoğu glutamik asit olmak üzere total olarak 3,5-6,5 mg/dL düzeyinde serbest amino asit bulunur.
- Kan plazmasında bulunan başlıca karbonhidrat glukozdur. Sağlıklı erişkin bir insanda 8-10 saatlik açlıktan sonra enzimatik yöntemlerle ölçülen 1 ml serumda glukoz düzeyi 6-10 mg/dL kadardır. 1 ml serumda 0,6-0,8 mg düzeyinde fruktoz, 0,5-0,6 mg düzeyinde glikojen, 0,2-0,4 mg düzeyinde pentozlar, 6-10,5 mg düzeyinde polisakkarit yapısına girmiş olarak glukozamin de bulunur.
- Kan plazmasında sitrik asit, α-ketoglutarik asit, malik asit, süksinik asit, asetoasetik asit, pirüvik asit, laktik asit gibi organik asitler de bulunur.
- Kan plazmasında bulunan lipidler; trigliseridler, yağ asitleri, fosfolipidler, kolesterol ve kolesterol esterleridir; lipidlerin büyük kısmı β-lipoprotein (LDL, düşük dansiteli lipoprotein) halinde bulunur. 1 ml kan plazması veya serumunun total lipid düzeyi ortalama olarak sağlıklı ve erişkin bir insanda 61,7 mg, total kolesterol düzeyi 18,1 mg, trigliserid düzeyi 5-15 mg, total fosfolipid düzeyi 15-25 mg kadardır ki serumda en fazla bulunan fosfolipid lesitindir. 1 ml serumda total yağ asidi düzeyi 15-50 mg ve serbest yani esterleşmemiş yağ asidi (FFA) düzeyi 0,8-3 mg kadardır.
- Kan plazmasında bulunan inorganik bileşikler, katyonlar ve anyonlar halindedirler. 1 lt serumda total olarak 142-155 mEq düzeyinde olan katyonların en bol bulunanları Na+ ve K+, total 142-155 mEq/L düzeyinde olan anyonların en bol bulunanları klorür ve bikarbonattır.
Santrafüj sonrası elde edilen serumda zengin kan plasma proteinleri, plateletler ve bunlara ait biyoaktif maddeler bulunmakta ve PRGF jeli bundan elde ediyoruz. Peki hangi kısımdan ?
Sodyum sitrat eklenmiş venöz kanın santrifüjü sırasında elde edilen serumun en üst bölümünde küçük sitoplazmalı trombositler, ortada orta sitoplazmalı trombosit ve az miktarda lökosit en altta-buffy coatın üstünde ise büyük sitoplazmalı trombositler ve daha yoğun lökositler bulunmakta. Serumun en üst 1/3 ünde % 6, orta 1/3 ünde %14 ve alt 1/3 ünde %28 trombosit bulunmakta. Serumun en üst 1/3 ünde trombosit konsantrasyonunu en düşük ve trombositler küçük sitoplazmalı. Bu alanda serum plasma proteinleri daha fazla anlamına gelmekte(ne kadar fazla plasma proteini o kadar fazla PRGF jel). Büyük sitoplazmalı-fazla sayıda trombosit ve lökositler içeriklerinde daha fazla DNA ve RNA içermekte. Bunlar plasma proteinleri gibi ısı ile denatüre olmamakta ve jel formuna katılmamakta. Ayrıca lökositler ısıya dirençli olmak dışında sitokin üretimleri ile dokuya enjekte edildiğinde daha fazla inflamasyona neden olmakta. Hatta lökosit içeriğinde nötrofiller var ise bunlar enjekte edildiğinde doku hasarına bile neden olabilmekte( nötrofiller seçici olmayan toksik serbest oksijen yapmakta; hipoklorit, süperoksid ve hidroksil radikallleri gibi). Fibroblastlar hücre kültürlerinde platelet ideal konsantrayonun başlangıç kosantrasyonunun 2-4 katı olması gerektiğini yukartda bahsetmiştik.
Bu bilgilerden sonra jeli hazırlamaya devam edelim. Sodyum sitrat eklenmiş venöz kanın santrifüjü sonrasında elde edilen serumun 1/2 en üst bölümü alınarak kalsiyum(kalsiyum glukonat, kalsiyum levulinat) eklenmekte. Kalsiyum trombositlerin şişerek hücre mebranlarının yırtılmasına neden olmakta. Bu platelet içerisindeki granüllerdeki büyüme faktörleri gibi aktivatörlerin serbest kalması anlamına gelmekte. Bu süreç düşük ısılarda daha iyi gerçekleşmekte. Kalsiyum eklenmesi ve düşük ısılarda bekletilmesi serumdaki küçük çaplı proteinler ve glikokaliksi-glycocalyx aktive etmekte. Glikokaliks hücre membranı yüzeyinde bulunan karbonhidrat yapısında ve kan plasmasıyla platelet sitoplazması arasında yarı geçirgen bir bariyer oluşturmakta. Glikokaliks platelet memebranı yüzeyinde hyaluronik asit, kondrotin ve haparin sülfat ile birlikte bir kompleks yapı oluşturmakta. Platelet dışındaki glikokaliks yapısının diğer kan hücrelerine göre daha kalın olduğu gösterilmiştir.
Serumun 1/3 en üst bölümü alınarak her 2.2 ml sine 0.1 ml % 10 luk kalsiyum(kalsiyum glukonat, kalsiyum levulinat) eklenmekte. Kalsiyum eklendikten sonra 0 °C de 10 dakika bekletilmekte.
Plasma proteinleri ve glikokaliksden oluşan bu kompleks serum içerisine vitamin C eklenerek etüvde 50 °C üzerinde ısıtılmakta. Tüm kompleks yapı jel formuna dönmekte ve vitamin C jeldeki proteinlerin stabilitesini sağlamakta. Vit. C bu stabilite dışında enjekte edildiği dokuda yeni kolejen yapımını uyarmakta, dokuda antioksidan etkisi ile inflamasyonu ve oksidanların doku hasarını engellemekte.
Komples serumun her 1 ml sine 0.3 ml vitamin C eklenerek 70-85 °C de etüve alınmakta.
Etüvde bekleme süresi elde edilen jelin viskozitesini değiştirmekte. Örneğin 76 °C de 12 dakika bekletildiğinde yüksek viskozitede jel- HVG elde edilirken aynı ısıda 8 dakika bekletildiğinde düşük viskozitede jel-LVG elde edilmekte. Bu farklı viskoziteler daha sonra anlatacağımız doku jelinin deride derin ve yüzeysel kulanımı için önemli.
Etüv sonrası yarı saydam sarımsı serum kompleksinden sarımsı ve opak jel elde edilmekte. Aşağıda üst solda görüldüğü gibi jel 25 g iğneden çıktığında bile 3 boyutlu formunu koruyacak kadar viskoelastik ve pseudoplastik özellikte.
Bu jel hemotoksilen eosin ile boyanarak ışık mikroskobunda bakıldığında; yukarıda üst sağ resimde mavi okla gösterilen alanda jelin yoğun, yeşil okla gösterilen alanda daha az yoğun fibrin ağlarından oluştuğu görülmekte. Serumda bulunan yüksek moleküler ağırlıklı proteinler ve glikokaliksler denatüre olarak kararlı bir fibrin ağı oluşturmakta. Bu fibrin yukarıda alt sağ ve sol resimlerde elektron mikroskopta görültülenmiş. Kararlı fibrin ağ yapısının arasındaki boşluklar, doku jeli deriye enjekte edildiğinde, adhezyonla deri hücrelerinin(fibroblastlara gibi) gelip bu boşluklara yerleşip büyüyebileceği uygun bir ortam oluşturmakta.
Bu jelin hidrasyon oranı % 91 ± 1% ve jelin hazırlanması sırasında plasmayı oluşturan su tarafından yeteri kadar hidrate olmakta. Doku jeli enjekte edildiğinde ilk 72 saat içerisinde dokuda suyu bağlamakta ancak hidrate olduğu için ancak enjekte edildiği volümün % 15 i kadar su tutmakta. Buda uygulama alanında daha hafif bir ödem gelişebilmesi anlamına gelmekte.
Başlangıçta elde dilen serumun 1/3 en alt bölümü yani PRP alınarak her 2.2 ml sine 0.1 ml % 10 luk kalsiyum(kalsiyum glukonat, kalsiyum levulinat) eklenmekte. Kalsiyum eklendikten sonra 0 °C de 10 dakika bekletilmekte. Plateletlerin yoğun olduğu serumun bu alanından böylece daha fazla platelet kaynaklı büyüme faktörleri gibi biyolojik aktif maddeler elde edilmekte. PRP direkt hastaya klasik yüz PRP uygulaması şekliden uygulanabileceği gibi sıklıkla 5:1 oranında jel ile karıştırılarak uygulanabilmekte.
Bu karışım içeriğinde platelet kaynaklı zengin biyolojik aktif maddeler ve jel formunda denatüre plasma proteinleri bulunduğu için "platelet rich ingrowth factors gel -PRGF jel" olarak tanımlanmakta.
PRGF jel kozmetik amaçlı kullanılan dolgulara göre bir çok avantajlar sunmakta;
- Hastanın kanından elde edilmesi-otolog yüksek bir biyolojik uyum sağlamakta
- 3 boyutlu fibrin yapısı ve ara boşlukları ile enjekte edildiği dokuda hücrelerin bu yapı içerisinde çoğalabilmelerini sağlamakta
- Platelet kaynaklı biyolojik aktif maddeler içermesi doku onarımı ve yenilenmesini sağlamakta.
- Aseptik ve kontaminasyonun engellendiği koşullarda PRGF jelin hazırlanarak fresh uygulanması diğer dolgu ürünlerinin birçok olumsuzluklarına göre(diğer dolguların üretimi, ambalajlanması, dağıtımı, ofis saklanma koşulları, dolgu marka seçimi, FDA , CE ve T.C. Sağlık Bakanlığı izini olup olmaması, yüksek maliyetleri...) göre üstünlükler sağlamakta
- Doku jelinin hazırlanması sırasında yukarda anlatıldığı gibi jele farklı vizkoziteler(yüksek-HVG ve düşük-LVG) kazandırılabilmekte. Bu jelin deride yüzeysel olarak kırşıklıklar altına(intradermal) yada deride derin volüm verme amaçlı-subdermal uygulanmasını sağlamakta.
- PRGF jelin vizkoelastik yapısı reolojik çalışmalar ile kontrol edildiğinde 18-30 G iğneler yada kanüller ile uygulanabilirliği gösterilmiştir.
- HVG ve LVG ile yapılan deride yüzeysel ve derin enjeksiyon sonrası US ile değerlendirmede enejkesiyon derinliklerinde PRGF jelin stabil duruduğu görülmekte.
- PRGF jel hazırlanmasında platelet sayımları yapılmış ve 2.1 X ± 0.7 değerleri elde edilmiş. Bu plateletlrin istenen hedef değerine çok yakın.
- Her iki jelde yani HVG ve LVG de biyoakitif proteinlere bakıldığında değerleri istenilen düzeyde. Aşağıdaki tabloda bunlar özetlenmiştir.
- HVG ve LVG yapılan reolojik değerlendirmeler vizkoelastik ve pseudoplastik özelliklerinin enjekte edilebilir dolgu amaçla kullanılabilceğini göstermekte. HVG deride derin uygulamalar ile volüm eksikliklerini karşılarken LVG yüzeysel volüm uygulamlar için uygundur. Aşağıda tabloda bunlar özetlenmiştir.
- HGV ve LVG jellerin kültür oratamında yapılan doku plasminojen aktivatörlerine maruz bırakıldığında 14. günde başlangıç volümlerinde azalma oranları sırası ile 13% ± 2 ve 14% ± 6 olarak bulunmuştur. 4-6 ay dokuda klinik etkinlikleri devam etmekte.
- Her iki jelin uygulandığı doku kültürlerinde 72 saat sonunda fibroblast hücrer çoğalmasında 1.45 ve 1.55 kat artış gözlenmiştir.
- PRGF jel kadınlarda gebelik ve süt emzirme sırasında, uygulama alanında enfeksiyon ve inflamasyon durumlarında, onkolojik öykülerde, romatizma gibi konnektif doku hastalıklarında, antikoagülan ve immunosüpresif ilaç kullanımında, yüzde uygulama alanında implant bulunmasında, kan ürünlerine karşı alerjik reaksiyonları olanlarda kullanılmamakta.