- Gösterim: 80
Kozmetik ürünler, insanların görünüşünü iyileştirmeyi ve güzelleştirmeyi amaçlayan geniş bir ürün yelpazesini içermekte; makyajdan cilt bakımına, saç bakımından parfümlere ve kişisel bakım ürünlerine kadar uzanmaktadır. Ürün çeşitliliği, gelişen modadan, kültürel trendlerden ve güzellik standartlarından büyük ölçüde etkilenmektedir. Gelişen toplumsal normlara ve tüketici taleplerine yanıt olarak yeni ve yaratıcı ürünler sunulmaktadır. Kozmetik ekonomisinin sürdürülebilirlik endişeleri, teknolojik gelişmeler ve doğal ile organik içeriklere yönelik artan ilgi, ürünleri etkilemektedir. Tüketicilerin etik ve çevresel konulardaki farkındalığı arttıkça, ürün seçim tercihleri de değişmektedir. Son birkaç yılda hayvanlar üzerinde deney yapılmayan ve çevre dostu kozmetiklere olan talebin artması buna örnek olarak gösterilebilir. Sosyal medya platformları ve e-ticaretin ortaya çıkmasıyla üretici-tüketici etkileşimi artarken, dijital platformlar bir ürünü dünya çapında bir kitleye ulaştırma ve ürünlerin öne çıkarılması için kullanılmaktadır. Kozmetik ürünlerinin formülasyonuna, kalitelerini, özelliklerini ve raf ömürlerini güçlendirmek için katkı maddeleri, kokular, koruyucular, dengeleyiciler, yüzey aktif maddeler, boya ve parlaklık gibi giderek artan sayıda kimyasal bileşik eklenmektedir. Bu kimyasallar biyoaktiftir ve biyoakümülasyon yetenekleri doğada kalıcı bir kirlilik ile karakterize edilir; bu nedenle insanlar ve ekosistemler için büyük bir risk oluşturmaktadır.
Bu yazıda parabenler, triklosan, benzalkonyum klorür, 1,4-dioksan, plastik mikroboncuklar, formaldehit, diazolidinil üre, imidazolidinil üre, güneş koruyucu içerikler (organik ve inorganik UV filtreleri) ve eser metaller gibi kozmetik ürünlerde kullanılan bileşenlerin güncel bilgileri verilmesi amaçlanmaktadır. Bu maddelerin genotoksisite, sitotoksisite, nörotoksisite, mutajenite ve östrojeniklik açısından insan sağlığı ve ekosistem üzerindeki biyolojik riskleri iyi bilinmektedir.
Küresel kozmetik pazarının % 5 lik yıllık büyüme oranları ile 2030 yılına kadar 406.78 milyar dolara ulaşması öngörülmektedir. Erkek ve kadınların günde sırasıyla ortalama altı ve on iki kozmetik ürünü kullandığını belgelemiştir. Bununla birlikte, kozmetik ürünlerde 12.000'den fazla endüstriyel ve sentetik kimyasal bileşen bulunmakta ve bunların %20'den azının kullanımı güvenli kabul edilmektedir. Bu nedenle kozmetiklerin ve birçok kişisel bakım ürününün kullanımının artması önemli endişeleride beraberinde getirmiştir. Benzer endişeler ilaçlar içinde geçerlidir ancak ilaçların aksine, kozmetik ürünler yaşam boyunca sürekli kullanımları nedeniyle en yüksek riskleri oluştururlar. Kozmetik ürünlerdeki biyoaktif içerikler üretimleri ve tüketimleri sırasında insanlarda etki gösterirken doğaya, ekolojik sistemlere kalıcı olarak dahil olmaktadır.
Parabenler
Parabenler, antimikrobiyal aktiviteleri nedeniyle ilaçlarda ve kozmetik ürünlerinde koruyucu olarak yaygın olarak kullanılan kimyasallardır. Parabenler, 4-hidroksibenzoik asidin aril (fenil, benzil) veya alkil (bütil, etil, izobütil, heptil, metil, propil, izopropil, pentil) esterleridir. Bitkiler veya bakteriler parabenleri doğal olarak üretebilmelerine rağmen, ticari olarak kullanılan tüm parabenler sentetik yöntemlerle üretilir. Ticari olarak parabenler, p-hidroksibenzoik asidin uygun bir alkolle, bir katalizör (örneğin, konsantre sülfürik asit veya p-toluensülfonik asit) varlığında esterleştirilmesiyle üretilir. Avrupa Birliği, kozmetik ürünlerde parabenlerin kullanımına sınırlamalar getirmiştir; özellikle benzil paraben, izobütil paraben, izopropil paraben, metil paraben ve fenil paraben kullanımı yasaklanmıştır (Yönetmelik (AB) No 358/2014). Ayrıca, ürünlerde butil paraben ve propil parabenin mümkün olan en düşük seviyelerde kullanımı sınırlanırken, bunların çocukların kullandığı ürünlere dahil edilmesi yasaklanmıştır (Yönetmelik (AB) No 1004/2014). Tüm bu kısıtlamalara rağmen, düşük maliyetleri nedeniyle kişisel bakım ve kozmetik ürünlerinde hala yaygın olarak paraben kullanılmaktadır.
Parabenler, üretim ünitelerinden, paraben içeren kimyasalların ve farmasötik ürünlerin yaygın olarak kullanıldığı kentler ve hastanelerden atık sularına yüksek konsantrasyonlarda sürekli salınmakta; bu salınım nedeniyle su, toz ve hava gibi çevresel ortamlarda parabenler yüksek oranlarda tanımlanmıştır. Atık su arıtma tesisleri, sulu ortamdaki bitkilerin parabenlerin çoğunu biyolojik olarak parçalamakta (biyolojik olarak parçalanma sürecinde ana yan ürün olarak 4-hidroksibenzoik asit ortaya çıkmakta), sulardaki serbest klor ile reaksiyona girerek çeşitli klorlu ürünlerin oluşumunu sağlamakta kanalizasyon çökelti çamuruna yapışarak uzaklaştırılabilmektedir. Yetersiz atık su arıtma tesisleri nedeniyle parabenler hala yüzey sularında, özellikle nehirlerde ve denizlerde yüksek oranlarda tespit edilmektedir.
Propilparaben ve metilparaben, kozmetiklerde sık kullanılmaları nedeniyle yüzey sularında en sık tanımlanan paraben bileşikleridir. Özellikle, ham atık sularda paraben seviyesi propil paraben ve metil paraben için sırasıyla 20.000 ve 30.000 ng/L'ye kadar ulaşabilmektedir.
- Parabenler, ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa Birliği (AB) yönetmelikleri tarafından “genel olarak güvenli kabul edilen” bileşikler olarak sınıflandırılmış ve gıdalarda, ilaçlarda, kozmetiklerde kullanımı onaylanmıştır.
- Parabenler, kişisel bakım ürünlerinin yaklaşık %80'inde bulunuyor. Durulanabilen kozmetiklerin %77'sinde ve cilt yüzeyind kalan kozmetiklerin %99'unda parabenler bulunmakta. Avrupada kullanımı kısıtlanmakta bilrikte Norveç'te yapılan bir araştırmada bebek bakım ürününün %32'sinde paraben bulunduğunu ortaya koymuştur. Butilparabenin %13, propilparaben ve/veya metilparabenin ise kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinin %48'inde bulunduğunu gösterilmiştir.
- Paraben içerebilen kozmetik ürünlerinin günlük kullanımına ilişkin tahminlere göre yetişkinler için 17,76 g ve bebekler için 0,378 g'dır. parbenlerin kozmetik ürünlerde kullanımına izin verilen oran % 0.8 dir. Bundan yola çıkıldığında kozmetiklerden gelen toplam parabenlerin günlük dozu, yetişkinler ve bebekler için sırasıyla 142,08 mg ve 3,024 mg olarak tahmin edilmiştir. Buna günlük ilaçlar ve besinler ile alınan parabeler eklendiğinde değerler artmaktadır. Ancak, kişisel bakım ürünlerinden kaynaklanan parabenlere maruziyetle karşılaştırıldığında, gıdalardan ve ilaçlardan günlük paraben alımının değeri düşüktü,
- Parabenlerin ve bozunma bileşiği olan p-hidroksibenzoik asidin deniz memelilerinde, balık ve deniz organizmalarının dokularında bulunduğu bildirilmiştir.
- Parabenler musluk suyunda genellikle tespit edilmemiş veya çok düşük seviyelerde bulunmuştur. Bununla birlikte, bir araştırma parabenin şişelenmiş sularda düşük konsantrasyon aralığında bulunduğunu belgelemiştir.
- Parabenler insan serumunda, idrarında, sütünde, amniyon sıvısında, yağ dokusunda, plasentada ve insan meme kanseri dokularında gözlemlenmiştir. İnsanlarda bu paraben içeriğinden büyük oranlarda kozmetiklerdeki parabenlerin cilttten emilimleri sorumlu tutulmaktadır. Bazı çalışmalar çevresel kirlenme ile parabenlerin sistemik emilimi düşünülmüş ancak bunun insan vücudunda bir paraben kaynağı olma olasılığı daha düşüktür. Çünkü ağız yolu ile alınan parabenler esteraz enzimleri tarafından kolayca p-hidroksibenzoik aside dönüştürülür.
- Paraben içeren kozmetikler (örneğin banyo jeli) ile klorlu musluk suyu arasında birkaç dakikalık temasın bile klorlu ve bromlu yan ürünlerin oluşumuna yol açtığını gözlemlenmiştir. Reaksiyon hızı sıcaklıkla birlikte artar. Bu olgu, ortaya çıkan diklorlu türevlerin yüksek kararlılığı ve bilinmeyen östrojenik potansiyeli nedeniyle endişe vericidir. Dahası, klorlu türevler, suda yaşayan organizmalar için ilgili ana bileşiklerden önemli ölçüde daha toksiktir.
Uzun yıllar parabenlerin mükemmel bir güvenlik profili olduğundan ve toksik olmadığından bahsedildi. Ancak, son zamanlarda parabenler biyoaktivitesi nedeniyle en ciddi endişeler uyandırılmıştır.
- Parabenlerin erkek hayvanların üreme sistemi üzerinden olumsuz bir ilişki gösterilmiştir.
- Parabenler, dokularda östrojen reseptörlerine dietilstilbestrole kıyasla önemli ölçüde daha düşük bir bağlanma göstermekle birlikte zayıf bir östrojenik aktivitelerinin olduğu gösterilmiştir.
- Birçok çalışma parabenlerin endokrin sistem üzerindeki etkileri ile insanlarda meme karsinomu arasındaki ilişkiye dikkat çekmektedir. Ancak, birçok bilim insanı ve uluslararası sağlık otoritesi bu düşünceyi araştırmaları çürütmüş ve insan meme kanserini parabenlerin toksisitesiyle ilişkilendiren hiçbir bilimsel kanıt olmadığını göstermiştir.
- Çalışmalar deride epidermal büyüme faktörü ile parabenler arasında belirgin bir sinerji olduğunu bildirmektedir. Bu etki parabenlerin daha önceki çalışmalarda toksik olarak kabul edilenlerden çok daha düşük konsantrasyonlarda bile gösterilmiştir.
Yukarıdakileri göz önünde bulunduracak olur isek parabenlerin dikkate değer olumsuz etkilerini DNA hasarı, antiandrojenik aktivite, östrojenik aktivite, endokrin sistem üzerinde olumsuzluklar, insan lenfositleri üzerinde sitotoksik ve genotoksik etkiler, insanlarda kanser riski, alerjik reaksiyonlar ve üreme bozuklukları olarak sıralayabiliriz.
Triklosan
Yağlarda çözünen antimikrobiyal bir maddedir. Bu nedenle şampuanlar, diş macunları, deterjanlar, el sabunları, deodorantlar ve güneş kremleri gibi çeşitli kişisel bakım ürünlerinde koruyucu olarak yaygın olarak kullanılırken, tekstil, ambalaj ve işlevsel giysilerde katkı maddesi veya stabilizatör olarak ve çok sayıda ev eşyası ile tıbbi cihazda antiseptik olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Çevresel kirlenmenin kaynağı olarak kabul edilen atık sularında yaygın tüketiminden dolayı yüksek oranlarda bulunmaktadır. Yetersiz atık su arıtma tesislerinde atılmasıyla birlikte su sistemlerinde ve tortularda yaygın bir şekilde bulunmakta ve lipofilik yapısı nedeniyle doğada birikime sahip olduğunu göstermiştir. Triklosan en sık fark edilen ilk 10 organik atık su kirleticisi arasında yer almaktadır.
- Evsel atık su, atık su veya endüstriyel atık su ile kirlenmiş Japon nehirlerinde yürütülen bir çalışmada, 177 ng/L'ye kadar konsantrasyonlarda triklosan tespit edildiği bildirilmiştir.
- Tarım arazilerinde gübre olarak kanalizasyon çamurunun kullanılması nedeniyle triklosan karasal ortamlarda da bulunmuştur.
- Triklosanın atık su arıtımı sırasında son derece zehirli ve orijinal bileşiklerden daha kalıcı olan diğer klorlu bileşiklere dönüşebildiği gösterilmiştir.
- Lipofiliklik ve yüksek stabilitesi nedeniyle triklosan, bitkilerde, alglerde ve hayvanlarda (balık, salyangoz, deniz midyesi, solucan, amfibi larvaları ve deniz memelileri gibi) biyolojik birikim göstermektedir.
- Triklosanın bir metaboliti olan metil triklosan, İsviçre'deki çeşitli gölet ve göllerdeki balıklarda tanımlanmıştır.
Deniz ekosisteminde triklosanın alg türlerine toksik etkisi, bakteri topluluklarının bileşiminde değişiklik, balıklarda endokrin sisteminin bozulması, balık larvaları ve embriyolarında teratojenite ve ölüm gibi olumsuz çevresel sonuçlar doğurabileceği bilinmektedir. Parabenler gibi triklosanın anne sütü, kan ve idrar gibi insan vücut sıvılarında daha geniş bir konsantrasyon aralığında bulunduğu belgelenmiştir. İnsan vücut sıvılarındaki triklosanın öncelikle kişisel bakım ürünlerinin uygulanmasından ve triklosanın sulardan (içme suyunda tespit edildiği için) kaynaklanabileceği düşünülmektedir.
Bu antimikrobiyal maddeye maruz kalma, kontakt dermatit, endokrin sistem üzerine olumsuz etkiler, merkezi sinir sisteminin baskılanması, azalmış sperm üretimi, karaciğer karsinogenezi, oksidatif stres, tümör gelişimi ve tiroid fonksiyonlarının bozulması dahil olmak üzere insan sağlığı üzerinde bir dizi olumsuz etkiye neden olabilir. Triklosan ve onun dönüşmüş yan ürünlerinin insan sağlığı, doğa ve ekosistem üzerindeki etkileri göz önüne alındığında, bu kimyasalın kirletici olarak ciddi bir endişe kaynağı olduğu düşünülmektedir.
Benzalkonyum Klorür
Benzalkonyum klorür katyonik bir deterjan ve yüzey aktif madde koruyucu ailesine aittir. Ayrıca bir kuaterner amonyum bileşiği olarak da bilinir ve yaygın olarak çeşitli kozmetiklerin, ev eşyalarının, ilaçların ve kişisel bakım ürünlerinin en yaygın kullanılan koruyucu bileşenlerindn birisidir.
- Tüm kozmetik markaların ürünlerinde %0,46 oranında kullanılmaktadır.
- Ek olarak, göz hastalıklarında kullanılan göz damlalarının koruyucu olarak yaygın bir şekilde kullanılan en aktif bileşenidir. Kullanımına bağlı olarak insanlarda gözde kornea ve bağlantı epitel hücrelerinde toksisiteye neden olabileceği sitotoksik etkileri belgelenmiştir. Benzer şekilde, uzun süreli ve aşırı maruz kalma Kuru Göz Hastalığına neden olabilir. Benzalkonyum içeren ilaçlar, göz ve çevresinde kaşıntı, tahriş, batma, yanma, yabancı cisim hissi, kızarıklık, bulanık görme ve ışığa duyarlılık dahil olmak üzere pek çok göz rahatsızlığının olasılığını artırmaktadır. Ayrıca, glokom cerrahisinde başarısızlığa neden olabilirken, konjonktival hiperemi ve blefarit gibi daha ciddi durumlara yol açabilmektedir. Göze kullanılsa bile, gözyaşı ile buruna geçişi söz konusu olduğu için burun mukozal membranlarında hasara neden olabilmektedir.
- Benzalkonyum klorür etkilerini doza bağlı bir şekilde analiz etmek için yürütülen bir çalışmada, kolinerjik nörotoksisiteye yol açan oksidatif stresi tetiklediği gösterilmiştir. Artan oksidatif stres, benzalkonyum klorür konsantrasyonuna bağlı olarak sinir progenitör hücrelerde canlılığı azaltabileceği gösterilmiştir. Yüksek benzalkonyum klorürün nörotoksisiteyi indüklemede yüksek potansiyele sahip olduğu belirtilmektedir.
- Toksikolojik çalışmalar, bu maddeyi içeren burun/göz damlaları ve ağızdan alınan ilaçların akciğerde toksisiteye neden olduğunu ortaya koymuştur.
- Elektron mikroskobik analizler, değişken konsantrasyonlarda benzalkonyum klorürün hücre zarındaki lipid çift tabaka yapısının yıkımına neden olduğunu, bunun da sitoskeleton ve mikrovillus yapılarının değişmesine ve yıkımına yol açtığını öngörmüştür.
- 10 μg/mL, 1,0 mg/L ve 3,0 mg/L'lik konsantrasyonların insan lenfositlerinde mikro çekirdekli hücre kolonizasyonunu önemli ölçüde artırdığı belgelenmiştir.
- Benzalkonyum klorür, hücre bölünme hızını da artırmaktadır.
- Benzalkonyum klorürün genotoksik olduğu düşünülmektedir.
1,4-Dioksan
Yaygın olarak emülsifiye edici madde ve deterjan olarak kullanılan organik bir çözücü, sentetik bir kimyasaldır. 1,4-Dioksan, polietilen glikol, polioksietilen ve polietilen gibi diğer kozmesötik bileşenlerin üretim sürecinde etoksilasyon adımları sırasında üretilir; bu nedenle bir kozmesötik bileşen olarak listelenmemiştir. Günümüzde özellikle gıda maddeleri olmak üzere birçok tüketilen üründe bulunmaktadır. Bebek losyonu, duş jeli, vücut losyonu, diş macunu, gargara ve şampuan dahil olmak üzere kişisel temizlik ve ev ürünlerinde yaygın olarak kullanılır. Şampuan, duş jeli, sabun gibi kişisel bakım ürünlerinde köpürme dokusunu artırmak ve ayrıca kimyasalların, özellikle sodyum lauril sülfatın olumsuz etkilerini en aza indirmek için kullanılır. Solunum yolu ile, cilt ile temas yoluyla veya dioksanla kirlenmiş gıdaların ve suların tüketilmesi ile vücuda alınır. Dioksanın yaygın kullanımı, yer altı su rezervuarlarına ulaşmasına neden olarak içme sularını kirletir.
- Çalışmalar, 1,4-Dioksana aşırı maruziyetin hayvanlarda deri hücreli karsinom, meme ve hepatosellüler karsinom gibi ciddi etkilere neden olduğunu ortaya koymuştur.
- Bir çalışma, farelerde ve sıçanlarda içme suyu yoluyla 1,4-Dioksan uzun süreli kullanıldığında hepatosellüler toksisiteye neden olduğunu, 3 aydan daha uzun süreli maruziyetin tümör gelişimine ve burun boşluğunda rinit gibi tahrişe yol açtığını göstermiştir.
- Hem prokaryotlar hem de ökaryotlar üzerinde yapılan çalışmalar, yüksek dozda 1,4-Dioksan'ın genotoksisiteye neden olduğunu bildirmiştir. Bununla birlikte, insanlarda genotoksisitesinin ortaya çıkarılmasına hala ihtiyaç vardır.
- 1,4-Dioksan ayrıca endokrin sistemde hormonların taşınmasını, biyosentezini ve metabolizmasını da engeller.
Mikroplastik Parçacıklar
Mikroplastik, 5 mm'den daha küçük herhangi bir plastik malzeme olarak kabul edilir. Mikroplastikler, daha büyük maddelerin parçalanmasından kaynaklanmakla birlikte, giyim, kozmetik ürünler ve endüstriyel uygulamalarda kullanılmaktadır. Bu tüm kaynaklardan gelen mikroplastikler, ekosistemde, özellikle su sistemlerinde plastik kirliliğine neden olmaktadır. Plastik mikroboncuklar, diş macunu, el temizleyicileri, sabunlar, şampuanlar, köpük banyoları ve peelingler dahil olmak üzere çok sayıda kozmetik ve kişisel bakım ürününde aşındırıcı temizleyiciler olarak kullanılmaktadır. Bu mikroboncuklar, birçok kişisel bakım ürününde dekoratif ve süsleme amaçlı yer almaktadır. Küçük boyutlarından dolayı bu tüm ürünlerin kullanımı sonrası evsel drenaj sistemleri yoluyla su akışlarına karışır ve son olarak akarsular, denizler ve okyanuslara ulaşır. Polyester ve polivinil klorür gibi yüksek yoğunluklu mikroplastikler, su sisteminden çöker ve tortuda birikme eğilimindedir. Düşük yoğunluklu mikroplastiklerden (polistiren, polietilen) oluşan mikroboncuklar ise suyun yüzeyinde kalmaktadır. Deniz canlılarının mikroplastiklerin giderilmesi için etkili yöntemlerinin olmaması ve mikroplastiklerin yüksek bozunma direnci nedeniyle deniz canlılarında birikmektedir. Kapsamlı raporlar, balıklar, deniz kuşları, deniz kabukluları ve deniz memelilerinde bu birikimi açıklamıştır. Polistiren başta olmak üzere mikroplastikler, deniz biyotasını olumsuz etkilemektedir. Endişe verici bir husus ise, mikroplastiklerin alkilfenoller, organoklorlu pestisitler, poliklorlu bifeniller, ağır metaller ve polisiklik aromatik hidrokarbonlar gibi kalıcı organik kirleticileri taşıyabilme kapasitesidir. Mikroplastikler hakkında daha detaylı bilgi için...
Formaldehit
Formaldehit, çeşitli ev, kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde yaygın olarak dengeleyici veya koruyucu madde olarak kullanılan bir organik bileşiktir. Formaldehit, formalin (%37 formaldehit çözeltisi) veya oksimetilen, şampuan, sıvı sabun, vücut duş jeli, cilt bakım losyonu ve diğer birçok ürünün formülasyonunda çok çeşitli kozmetik endüstrilerinde kullanılan önemli bir katkı maddesi sınıfıdır. Formaldehd olmamkla birlikte ortama fromaldehid salan maddeler "formaldehid salgılayan" kimysallar olarak tanımlanmakta bunlar; kuaterniyum-15, imidazolidinil üre, diazolidinil üre, 2-bromo-2-nitropropan-1,3-diol ve 1,3-bis(hidroksimetil)-5,5-dimetilimidazolidin-2,4-dion (DMDM)-hidantoindir.
Formaldehit, insan vücuduna deri, burun yolu ve yutma gibi çeşitli bulaşma yollarıyla girebilir. Solunum yolu ile maruziyetinin en yaygın ve belirgin yolu olduğu düşünülmekte(çevrsel kirleticiler iç mekanlarda çoğu havada gaz halinde bulunmaktadır). Sürekli ve kümülatif maruziyet, deri karsinomu ve sinüs karsinomu dahil olmak üzere çeşitli kanser türlerinde artış ile birlikte çok ciddi sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilmiştir(mutajenik etki). Ayrıca alerjiye neden olur, dahası, yüksek yoğunlukta uzun süreli maruziyet, miyeloid lösemi riskinin artmasına yol açmaktadır. Gözde özellikle koreada, burun ve boğazda tahrişe neden olabileceği gösterilmiştir.
İmidazolidinil Üre ve Diazolidinil Üre
İmidazolidinil üre ve diazolidinil üre, kozmetiklerde ve ev ürünlerinde kullanılan yaygın antimikrobiyal fiksatif ajanlardır. 1982'den beri diazolidinil üre, kozmesötik endüstrilerinde ve kişisel bakım ürünlerinde, özellikle cilt bakım ürünleri, çocuk bakım ürünleri, saç bakım ürünleri, cilt ve yüz makyajı ile tırnaklarda antimikrobiyal sabitleyici madde olarak kullanılmaktadır. Avrupa'da, %0,5 diazolidinil üre kozmetik ürünlerinde kullanılmaktadır. Deneysel çalışmalarda insan kültür kan hücrelerinde asetik kaynaklı sitotoksisiteye neden olduğu gösterilmiştir. İmidazolidinil üre ve diazolidinil ürenin hücre mitokondrisinde oksidatif strese neden olduğu gösterilmektedir. Ayrıca klinik deney çalışmaları, imidazolidinil ürenin dermatit ve cilt aşırı duyarlılığına neden olan bir cilt alerjeni olduğunu ortaya koymuştur. İnsan fibroblast hücreleri, değişken imidazolidinil üre konsantrasyonuna maruz kaldığında inflamatuar yanıta yol açmış ve hücre canlılığının önemli ölçüde kaybına neden olmuştur. Ayrıca her ikisi de formaldehit saldığı için kanserojen ve genotoksik maddeler olarak da bildirilmiştir. Diazolidinil ürenin hidrolizi üzerine kaşıntıya, cilt kızarıklığına ve tahrişe neden olabilen formaldehit salınır. Hücrede serbest oksijen radikallerine neden olmaları ve formaldehit salmaları nedeniyle, bu kimyasalların veya diazolidinil üre ve imidazolidinil üre bazlı kozmetiklerin kullanımı hamilelik sırasında kesinlikle kısıtlanmalıdır.
Güneş koruyuculardaki organik ve inorganik UV Filtreleri
Güneş ışığındaki UV radyasyonunu emen veya dağıtan kimyasallar olan UV filtreleri, giderek artan bir şekilde çok sayıda kişisel bakım ve kozmetik ürününde kullanılmaktadır. Bu filtreler ayrıca kozmetik preparatların koku ve renk sabitleyicisi olarak da kullanılmaktadır. Bu filtreler geniş spektrumlu filtrelerdir; UV-A (400–320 nm), UV-B (320–280 nm) veya hem UV-A hem de UV-B ışınları gibi farklı UV ışınlarına karşı koruma sağladıkları düşünülmektedir. Bu filtreler organik (kimyasal) veya inorganik (fiziksel) filtreler olarak kategorize edilmektedir. Organik filtreler önce radyasyonu emer, ardından emilen enerjinin çeşitli fotokimyasal ve fotofiziksel yollarla verimli bir şekilde dağıtılmasını sağlar. Öte yandan, inorganik filtreler UV ışınlarını kısmen emer ve daha çok yansıtır. UV filtreleri, güneş kremi ürünlerinin yaklaşık %20'sini oluşturmaktadır. Yaygın kullanımları nedeniyle çevresel kirleticiler olarak kabul edilmektedirler. Bu kimyasallar su sistemine doğrudan girebilir. Çalışmalar, yüzey suları, okyanuslar, denizler, kıyı suları, yeraltı suları, göller, nehirler ve tortular gibi geniş çevre bölmelerinde UV filtrelerinin tespit edildiğini bildirmiştir. En sık tespit edilen organik filtreler oktokrilen (OC), etilheksil metoksi sinamat (EHMC), oktil dimetil-p-aminobenzoik asit (OD-PABA), butil metoksi dibenzoilmetan (BMDM) ve benzofenon türevleridir. Benzer şekilde, homosalat, etilheksil salisilat, izoamil p-metoksisinamat ve 4-metilbenziliden kafur gibi güneş koruyucular yüzey sularında tespit edilmiştir. Bu sonuncuların sularda daha az tespit edilebilmeleri, muhtemelen güneş kremi ürünlerinde sınırlı tüketimleri veya mikrobiyal suşlar tarafından ayrışmaları nedeniyledir. Tortuda ise tespit edilmemiş veya geri kazanılmamıştır.
Çok sayıda çalışmada organik UV filtrelerinin çeşitli su organizmaları (protozoa, kabuklular ve mikroalgler) üzerindeki toksik etkileri belgelenmiştir. Ayrıca bazı organik UV filtrelerinin endokrin sistemi bozucu eğilimleri fark edilmiştir. Örneğin, benzofenonlar zayıf östrojenik aktivitelerle birlikte güçlü bir antiandrojenik aktiviteye sahiptir. İnsan sütü örnekleri analizlerinde, %75'in üzerinde emzirilen bebeklerin veya yenidoğanların bu toksik maddelere muhtemel maruziyetini gösteren UV filtreleri bulunmuştur.
Çinko oksit ve titanyum dioksit, güneş kremlerinde önemli inorganik UV filtre bileşikleri arasındadır. Her iki oksit nanopartiküller olarak giderek daha fazla kullanılmaktadır. Bu nanopartiküllerin filtrelerin deniz canlılarında toksikolojik etkileri birçok raporda açıklanmıştır. Bu toksikolojik etki, serbest oksijen radikalleri, UV radyasyonu veya güçlü güneş ışığı varlığında önemli ölçüde artmaktadır.
Metaller
Doğal mineral mika ve eser metaller, kozmetiklerin parlaklıklarını artırmak ve artırılmış etkilerini desteklemek için kozmetik formüllerinde katkı maddesi olarak kullanılır.
Arsenik, antimon, krom, kadmiyum, bakır, kobalt, manganez, kurşun ve nikel de dahil olmak üzere yüksek içerikli eser metaller, özellikle dudak kozmetiklerinde kullanılmaktadır. Son yıllarda olası olumsuz sonuçları nedeniyle kozmetik uygulamalarında önemli bir sorun olarak algılanmaktadır. Kozmetik formüllerinde kullanılan bu eser metaller ciltte birikebilir. Alüminyum, kurşun, kadmiyum ve cıva da dahil olmak üzere bazı metaller, cilt bariyerini aşarak vücuda girip kan dolaşımına karışabilir. Çalışmalar, yoğun kozmetik tüketimi nedeniyle bu ağır metallere maruz kalan kişilerin kanlarında ağır metallerin yüksek seviyelerini ortaya koymuştur. Kan dolaşımındaki yüksek konsantrasyonlardaki toksik metaller, bu elementlerin vücudun çeşitli bölgelerinde birikmesine neden olur. Sonuç olarak, hayati organları etkiler, böbreklerin işlev bozukluğuna ve hasarına yol açar. Ağır metallerin gözde retinal epitel pigmentlerine bağlanabildiği ve daha yüksek konsantrasyonlarda birikebildiği belgelenmiştir. Bakır, kurşun, kadmiyum, arsenik, krom ve nikel'e uzun süreli maruz kalmanın çok sayıda kardiyovasküler ve nörolojik bozukluk tehlikesinin artmasıyla ilişkili olduğu bildirilmiştir. Arsenik, kurşun, kadmiyum ve cıvaya maruz kalmak nefrotoksisite, nörotoksisite ve hepatotoksisiteye neden olabilir. Ek olarak, kurşun, cıva, arsenik ve kadmiyumun sinerjik etki ile bilişsel hasara ve işlev bozukluğuna yol açtığı bilinmektedir. Cilt kremlerinde, yüz pudrasında, rujlarda, göz farlarında ve göz kalemlerinde yaygın olarak kullanılan antimonun akciğer fonksiyonlarını değiştirdiği; amfizem, bronşit ve pnömokonyoz gibi ciddi solunum komplikasyonlarının yanı sıra karın ağrısı, ülser, kusma ve ishal gibi gastrointestinal ilişkili bozukluklara neden olabildiği bilinmektedir. Kadmiyumla uzun süreli temas, böbrek hasarına, cilt tümörlerine ve kemik kırılganlığına ve kırılmalarına neden olur. Cıva kullanımının artması, gastrointestinal, nefro- ve nörolojik rahatsızlıklara neden olarak insan sağlığı için potansiyel risk oluşturur. Göz farı, ruj, saç kremi ve yüz boyası kozmetiklerinde yaygın olarak kullanılan nikel ve kobalt metallerinin solunmasıyla alerjik kontakt dermatit meydana gelebilir. Büyük miktarlarda kurşun tüketimi, sinir sinyallerinin iletilmesi için çok kritik olan kalsiyum ve hem kanallarının sentezini kesintiye uğratır. Dahası, kurşun çocuklarda merkezi sinir sisteminin işlevselliğini de engeller.
Sentetik misk bileşikleri
Sentetik misk bileşikleri şampuan, sabun, vücut losyonu, deodorant, temizlik maddesi, balık yemi gibi çeşitli tüketici ürünlerine eklenen yarı uçucu halkalı organik bileşiklerdir. Bu bileşikler ayrıca gıda katkı maddeleri, oda spreyleri ve parfümler gibi koku malzemeleri olarak da kullanılır. Fizikokimyasal özelliklerine göre sentetik misk bileşikleriSMC'ler, polisiklik miskler, nitro-miskler, alisiklik miskler ve makrosiklik miskler olmak üzere dört gruba ayrılır. Polisiklik misk kokularının üretimi son elli yılda katlanarak artmıştır. Sentetik miskler, lipofilik yapıları nedeniyle biyolojik olarak birikebilirler, bu nedenle tçevresel tozda, iç mekan havasında, insan yağ dokusunda, kanda ve anne sütünde kolayca tespit edilebilirler.
Silikonlar
Siloksanlar (silikonlar), çeşitli kozmetiklerde yumuşatma, pürüzsüzleştirme ve nemlendirme için kullanılan düşük molekül ağırlıklı bileşikler grubunu oluşturur. Saç ürünlerinin daha hızlı kurumasını sağlar ve deodorant kremlerinin yayılabilirliğini artırır. En sık nemlendiricilerde ve yüz bakımlarında kullanılırlar. 2002 yılında dünya çapında siloksan üretiminin 2.000.000 ton olduğu ve şu anda 8.000.000 tondan fazla olduğu belirtilmelidir. En yüksek silikon tüketimi Çin, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'da kaydedilmiştir. Günümüzde cilt bakım ürünlerinin yaklaşık %50'si en az bir tür silikon içermektedir. Yaygın olarak kullanılan siloksanlar siklopentasiloksan ve siklotetrasiloksandır; toksiktir ve suda yaşayan organizmalarda biyolojik olarak birikme potansiyeline sahiptir. Siklotetrasiloksan, insan hormon fonksiyonuna müdahale eden bir tür endokrin bozucudur. Üreme sistemi üzerinde toksik etkileri olabilir ve insan doğurganlığını da bozabilir.
Son zamanlarda, kozmetik, güzellik ve kişisel bakım ürünlerinde etiketlenmiş ya da etiket dışı birçok kimyasal bileşik kullanıldığını görmekteyiz. Bu bileşikler, ürünlerin kalitelerini, performanslarını ve raf ömürlerini güçlendirmek amacıyla tercih edilmektedir. Ancak bu maddelerin çoğunun biyoaktif, çevresel olarak kalıcı kirleticiler olduğunu ve potansiyel bir biyolojik birikim yeteneği gösterdiğini biliyoruz. Bunlara yaygın ve uzun süreli maruziyet nedeniyle çevre ve insan sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturmaktadırlar. Kozmetik ve cilt bakım ürünlerinin kullanımlarının yasaklanması mümkün değildir. Bu sorunun çözümü için farklı yeni stratejiler ve yaklaşımlar gereklidir. Bireyin bilinçlendirilmesinden yola çıkılarak toplumun duyarlılığının sağlanması ilk amaçlardan biri olmalıdır. Dünya çapında kozmetiklerin düzenlenme ve denetim otoriteleri bu süreçte katı ve titiz olmalıdır. Bu kimyasallara uygun alternatifler geliştirilmeli, kimyasallar ürün içeriklerinden çıkarılmalıdır. Sosyal sorumluluk projelerinin artırılması, kamusal denetleme birimlerinin oluşturulması, bağımsız denetleme birimlerinin çalışmalarına izin verilmesi, yasal düzenlemelerin çıkarılması ve takipleri gerekmektedir. Bu kimyasalların insan ve çevre sağlığı üzerindeki etkileri ürün ambalajları üzerinde tanımlanmalıdır (sigaralarda olduğu gibi).