Doğal ekosistemler üzerinde insanlığın etkisi, karasal çevrenin %75'ini, denizlerin ise yaklaşık %66'sını önemli ölçüde değiştirmiştir. Yaklaşık 1 milyon hayvan ve bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Dünyamız ve ekosistemde neden olduklarımız, insanlığın geleceğini de tehdit etmekte; hastalıklara neden olan vektörlerin üreme yerlerinde artış, yeni hastalık patojenleri, vektörler veya patojenler ve bunların farklı türler arasında transferi, patolojik ajanlar ile çevresel kirlenme, insan kaynaklı genetik değişiklikler... Kovid-19 salgını ile getirilen sosyal izolasyon ve tüketim alışkanlıklarının azalması dönemindeki ekosistem verileri, doğanın az da olsa biraz kendisini onarmaya çalıştığını göstermektedir. Sahibi değil, misafiri olduğumuz doğayla uyum içinde yaşayabileceğimiz bir dünya inşa etmenin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. İnsan ve doğa arasında doğru ilişkiyi yeniden kurmanın, kaynakların doğru kullanımını rasyonelleştirmenin, sürdürülebilir üretimi teşvik etmenin ve sorumlu tüketim modellerini desteklemenin gelecek için ne kadar önemli olduğu gerçeği artık kabul edilmelidir.

Ucuz, hafif, esnek, dayanıklı, pratik ve kullanışlı plastik malzemelerin tamamıyla hayatımıza girmesinden dolayı son yüzyıl “Plastik Çağ” olarak nitelendirilmektedir. Ekosistemi tehdit eden çöplerin çoğunluğunu plastik atıklar oluşturmaktadır. Plastik kirliliğine, insan yerleşimi olmayan ıssız adalardan kutuplara, hatta dünyanın en derin noktası olan Mariana Çukuru'na kadar rastlandığı ortaya çıkmıştır. Plastikler ve onların atıkları dünyada her an her yerde, aşırı miktarda ve dağılmış halde bulunabilmektedir. Plastiklerin çok uzun ömürlü olması ve daha dayanıklı kompozit türlerinin de üretilip kullanılmasından dolayı oluşan atık plastik parçacıkların bir defa çevreye dağıldığında yüzyıllarca bozunmadan kalabilmesi mümkündür. Karasal ve sucul ekosistemleri etkileyerek canlıların devamlılığını bozabildiği gibi, toprak ve suların da fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirdiği görülmektedir. 

mikroplastikler_kozmetik_ve_cilt_bakim_urunleri_ekosistem_cevresel_tehlike.jpg

İlk olarak 2004 yılında “mikroplastik” terimi 5 mm’den küçük olan plastik parçacıklar için kullanılmıştır. Mikroplastikler suda çözünmeyen, düzgün veya şekilsiz polimerik parçacıklardır. Bunlar için bir sınıflandırma yapılmış ve küçükten büyüğe doğru; nanoplastik (1 nm-1 μm), mini-mikroplastik (1 μm-1 mm), mikroplastik (1 mm-5 mm), mezoplastik (5 mm–25 mm) ve makroplastik (>25 mm) olarak belirlenmiştir. Mikroplastiklerin birincil kaynakları olarak günümüzde bazı ülkelerde kozmetik-cilt bakım ürünlerinde kullanımı yasaklanmış olan mikroboncuklar (microbeads olarak tanımlanır, cilt temizliği ve eksfoliyatörlerde kullanılmaktadır), plastik fabrikalarında daha büyük plastik materyaller yapmak için eritilmek ve kalıplanmak amacıyla plastik endüstrisi tarafından üretilen endüstriyel hammaddeler olan peletlerin döküntü ve/veya atıkları, kumlama makinelerinde kullanılmak üzere kasıtlı olarak üretilen mikro boncukları görmekteyiz. Diğer birincil mikroplastik kaynakları olarak sentetik tekstil lifleri ve ürünlerinden dökülen mikrolifler (microfiber, MF), araç lastiği döküntüleri, yol kaplama ve boya döküntüleri ve kısacası plastiklerin çevrede zamanla parçalanarak oluşan küçük döküntüleri sayılabilir. Tüm bu mikroplastikler rüzgâr veya şehirlerin atık suları yoluyla hem tatlı sularda hem de denizel ortama taşınırlar. Mikroplastiklerin onlarca yıldır yaygın kullanımı sonucunda denizlerin her katmanında yaygın hale gelmişlerdir. Mikroplastikler, temel hammadde içerisinde, gıda üretim süreçleri aşamasında, paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinden ve ürünün tüketimi esnasında (havadan vb.) gıdalara geçebilmesi mümkündür.

İkincil mikroplastikler, plastik torbalar, kasalar, şişeler ve özellikle halatlar ve ağlar gibi daha büyük plastik parçalarının bozulması sonucu oluşan düzensiz plastik parçalarıdır. Zamanla, büyük plastik çöp parçaları, rüzgar, hava, güneş ışığı, sulardaki dalga, akıntı, gel-git, tuzluluk ve canlı faaliyetleri gibi etkilerle ve çeşitli insan dışı müdahalelerle (çöp imha ve toplama merkezlerinde mekanik parçalanma) parçalanarak mikroplastiklere dönüşmektedir. Yapılan deneysel çalışmada, 1 cm²'lik polistiren yapısındaki kahve bardağının kapağı, 56 gün boyunca 30 derecede, 24 saat içinde 320-400 nm ultraviyole ışığa maruz bırakıldığında ortalama boyları 224 nm olan mililitrede 126.000.000 adet nanopartikül üretebileceği gösterilmiştir. Bu durum, bu küçük plastik parçacıklarının tüm su kolonuna rahatlıkla dağılabileceği ve birçok deniz canlısı tarafından besin sanılarak alınabileceğini göstermiştir.

 Çevresel koşullar, rüzgar gibi, mikroplastikleri doğya hatta insan yerleşimlerinden çok uzak alanlara bile taşıyabilmekte. Soluduğumuz havada ciddi oranda bunların bulunduğu saptanmış(yoğun olarak sentetik tekstil ürünlerinin aşırı kullanımına bağlı olarak). 

Mikroplastikler, gübreler, bitki koruma ürünleri, kozmetikler, ev ve endüstriyel deterjanlar, temizlik ürünleri, boyalar, petrol ve gaz endüstrisinde kullanılan ürünler dahil olmak üzere bir dizi ürüne kasıtlı olarak eklenmektedir. Bu özel plastik türü, polimerler ve fonksiyonel katkı maddelerinin bir karışımından oluşur. Granül, lif veya pul şeklinde olabilir. Tüketici ürünlerinde mikroplastik partiküller en iyi aşındırıcılar olarak bilinir (örneğin, kozmetiklerde mikro boncuklar olarak bilinen peeling ve parlatıcı maddeler), ancak aynı zamanda bir ürünün kalınlığını, görünümünü ve stabilitesini kontrol etmek gibi başka işlevlere de sahip olabilirler.

Mikroplastiklerin cilt bakımı ve kozmetiklerde kullanımı 1960'lı yıllarda başlamış ve patentlendirilmiştir. 1990'lı yıllara kadar özellikle cilt bakımında hızlı kullanım alanı bulurken; diş macunu, duş jeli, şampuan, cilt bakım kremleri, göz çevresi ve yüz makyaj ürünleri, rujlar ve dudak stickleri, fondötenler, deodorantlarda kullanılmaktadır. Ürünler içerisinde eksfoliatif, emülsifiyer, bağlayıcı, taşıyıcı, opaklaştırıcı, antistatik ve film oluşturucu amaçlarla kullanılmaktadır. Mikroplastikler ikincil olarak ürünlerin plastik ambalajlarından ve sonrasındaki atıklarından ortaya çıkmaktadır. Bu parçacıkların uzun süredir kullanılmasının nedenleri olarak; üretici ve pazarlayacı şirketler için düşük maliyet içermeleri, her türlü formülasyonda aşırı stabil olmaları, plastiği oluşturan polimerin reaksiyona girmesini engelleyen kimyasal inertliği. diğer bileşenlerle birlikte kullanılabilmesi, mikrobiyal yükün düşük olması ve alerjen olmaması sayılabilir. Mikroplastikler doğal çevre ısısında katı formda, suda erimez, parçalanmaz yapıdadır. Kozmetikler denizdeki mikroplastiklerin ana kaynağı olmasa da, sık ve büyük ölçekli kullanımları nedeniyle göz ardı edilemez bir deniz kirliliği kaynağı oluşturuyorlar.Her yıl 42.000 tondan fazla kasıtlı olarak bulunan mikroplastiklerin çevreye karıştığı tahmin edilmektedir. 24 tona kadar plastikten türetilmiş parçacıkların denizde olduğu tahmin ediliyor. Kozmetik kullanımından her gün yılda toplam 8600 ton Avrupa denizlerine dökülüyor.

Kozmetik ürünlerde küresel pazar 2022 yılında 375,30 milyar dolar ve 2030'da 560,50 milyar dolara ulaşması bekleniyor (2021'den 2030'a kadar %5,1 bileşik yıllık büyüme oranı ile). Kozmetik sektöründe büyüme, küresel yaşlanan nüfusun artan ürün kullanımı, cilt bakımı ve kişisel bakımın benimsenmesi, hızla değişen yaşam tarzı, yaşlı ve genç tüketicilerden gelen ürün talebi, sosyal medya ve giderek artan e-ticaret kaynaklıdır. Bu büyüme ile birlikte estetik ve kozmetik sektörünün her yıl 120 milyardan fazla geri dönüştürülemeyen ambalaj ürünü ürettiği unutulmamalıdır. 2029 yılında bu sayı 480 milyar adete ulaşacak. Ambalajlama gibi malzeme geliştirme alanı, kozmetik tasarımının bir parçasını oluşturur. Plastik, karton ve cam da dahil olmak üzere çok çeşitli malzemelerden oluşabilir, ancak ağırlıklı olarak plastikten yapılmıştır. Ambalaj, marka kimliğinin ve ürünün pazarlanmasında önemli bir stratejidir. Dünya çapında geçerli olan sosyoekonomik model, kapitalizm ile birlikte küreselleşme, mutluluğu tüketim ile ilişkilendirme ve tüketici taleplerini artırmaktadır. Bu tüketim mallarının içeriklerinin ve ambalajlarının değiştirilmesi ihtiyacını artırıyor. Vazgeçilemeyen tüketim, doğal kaynakların kullanımındaki kontrolsüz artışı, kaynakların azalmasını, kirlenmesini ve ciddi bir atık problemini beraberinde getiriyor. Ayrıca bu ürünlerin hazırlanmasında su kullanılmaktadır. Bir kozmetik ürünün hazırlanmasında ortalama 60-90 ml su kullanılmakta (kabaca üründeki taşıyıcının her bir ünitesi için 0.5 ml su kullanılmaktadır). Yılda 120 milyar ürün üretimi düşünüldüğünde, 60 ton taşıyıcı kullanımı yıllık 9 milyar ton su ihtiyacı anlamına gelmektedir.

Kozmetik ve cilt bakım ürünlerinin ekosistem üzerindeki olumsuz etkilieri şu başlıklarda değerlendirilebilir;

  • Üretimlerinde yaşanan atık problemleri; ürün üretiminde birçok kimyasal madde kullanılmakta. Bunların atık sularına ve ekosisteme karışması ciddi çevresel sorunlara neden olabilmekte. 
    • Sülfaktan - yüzey aktif maddeler. Bu maddeler amfifilik bir ortama neden olarak su ve yağın karışmasına yol açmakta ve suda köpük oluşumuna sebep olmaktadır. Atık sulara karışan sülfaktanlar, su yüzeyinde köpük oluşumuna neden olarak suda yaşayan organizmalar ve bitkilerin gaz alışverişini engelleyerek sulardaki fotosentezi doğrudan etkilemektedir.
    • Kozmetikler içerisinde mikroorganizmaların çoğalmasının önlenmesi ve oksidanların oluşmaması için koruyucu ve antioksidanlar kullanılmaktadır. Koruyucu olarak kullanılan en çok bilinenleri parabenlerdir. Parabenlerin insan ve canlılar üzerindeki olumsuz sağlık etkileri artık çok iyi bilinmektedir (karsinojenik, hormonal düzensizlikler ve fotoduyarlılık...). Kozmetikler içerisinde bulunan katran gibi boyalar ve petrol ürünleri (aromatik hidrokarbonlar, nitrojen bazlı olanlar ve fenoller...), pigmentler (tartrazin, quinoline sarısı ve alizarin yeşili) deride egzamalar ve kanser riski taşımaktadır.
    • Kozmetiklerin içeriğinde özellikle sunblocklarda kullanılan diğer bir riskli içerik titanyum dioksittir (TiO2). Deniz ekosisteminde flora ve özellikle mercanlarda fotosentezi etkilemektedir.
    • EDTA kozmetiklerde şalazyon ajanı olarak kullanılmakta. EDTA ekosistemde özellkle sularda alglerde klorofil sentezini etkilediği bilinen toksik bir maddedir.
    • Kozmetik endüstrisinin tehdit oluşturan diğer bir yönü artık sulardaki hidrojen potansiyeli yani Ph değerleridir. Atık suları yüksek alkali yada asitik olduğu zaman su kaynaklarında ciddi tehlikleri getirmekte. Sularda pH 5'in altında ve 9'un üzerinde olduğunda hücresel aktivitede azalma olmakta. Kozmetiklerde ve atık sularda pH dengelenmesi için inorganik, sülfürik ve hidroklorik asitler kullanılır. 
    • Plastiklerin üretiminde kullanılan bazı monomerlerin ve oligomerlerin sızarak daha sonra da insanlara ve diğer canlılara bulaşabildiği tespit edilmiştir. Bunun en yaygın bilinen örnekleri, polikarbonatın (PC) bir monomerik yapım bileşiği olan bisfenol A (BPA) ve ‘di-oktil ftalat (DnOP) ve di (2-etilheksil) ftalat (DEHP) gibi ftalatlardır. Aynı zamanda strafor yapıdaki ambalajlarda yaygın olarak kullanılan polistirenin (PS) içeriğindeki stiren de bir katkı maddesi olarak sızıntı yapma potansiyeline sahiptir. Bu monomerlerin her ikisinin de endokrin bozucu kimyasal maddeler olduğundan şüphelenilmektedir (EDC’ler). BPA’nın idrar, kan, anne sütü ve doku örneklerinde bulunabildiği defalarca bildirilmiştir. Ana maruz kalma yollarının inhalasyon, deri teması ve yutma olduğu düşünülmektedir ve plastiklerin bünyesindeki monomer, oligomer ve diğer kimyasallara maruz kalındığında, örneğin üreme anormallikleri gibi olumsuz etkileri olabileceğine dair kanıtlar da bulunmaktadır. Fitalatlar, hayvanlarda ve insanlarda oldukça geniş yelpazedeki sağlık sorunlarına neden olabilmektedir ve kullanım alanlarındaki genişlikten kaynaklı olarak insanlarda idrar ve kan örneklerinde yaygın olarak bulunabilmektedir.
  • Kozmetiklerin tüketimi ve sonrasında gelişen atıklar
    • Özellikle kozmetik kullanımı sırasında ve sonrasında ortaya çıkan atıklar ile ilgili endişeler plastikler ile ilgili. Son yıllarda plastik tüketiminde belirgin bir artış yaşandı(yıllık ortalama yüzde 2,5 artış). Miktar olarak yaklaşık olarak yıllık 355 milyon ton tüketim gerçekleşmekte. 2030 yılına kadar  Avrupa Birliği'ndeki tüm plastik ambalajların en az %60'ının yeniden kullanılması/geri dönüştürülmesi için çalışmalar devam etmekte.
    • Biyolojik olarak parçalanabilirlik-biyobozunurluk, bir ürün veya malzemenin ekosistem ile ilişkisini tanımlar. Biyobozunurluğu düşük olan malzemeler, uygunsuz şekilde atıldığı takdirde çevreye ciddi zararlar verebilir. Biyopolimerlerin gıda, kimya, nanoteknoloji, biyoteknoloji, ilaç ve tekstil endüstrileri gibi alanlarda geniş bir uygulama alanı var. 1950'den 2015'e kadar yaklaşık olarak 8.300 megaton sentetik polimer üretilmiş. Bunlar maalesef çöplüklere veya çevreye atıldı. Halen ekosistemde duruyorlar.
    • Polimerler içerisinde en çok bilinenleri plastikler. 2015 yılında tüm düntada 4.9 milyar ton üretilmiş. 2023 yılına kadar yıllık %16,5'lik bileşik büyüme oranıyla 14,92 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Plastikler naylon, poliamid, polikarbonat gibi polimerlerdir. Başlıca polietilen-PE, düşük yoğunluklu polietilen-LDPE, yüksek yoğunluklu polietilen-HDPE, poliprolen-PP, polietilen tereftalat-PET, polimetil metakrilat-PMMA, polistiren-PS, genleşmiş polistrien-EPM ve üretan poliester-PEUR, polivinil alkol ve diğerleriyle karıştırılmış polivinil klorür (PVC) polimerlerden elde edilmekte. Mikroplastiklerde bunlarda oluşmakta. PE, PP, PET ve PMMA kozmetik ve kişisel bakımda yaygın olarak kullanılan polimerler.  Ayrıca plastiklerin yaklaşık %50'sinde geri dönüşü olmayan çevresel sonuçlara neden olabilecek kimyasal monomerler gibi yan ürünlerde bulunmakta. Her yıl dünya çapında 280 milyon ton çok sayıda plastik malzeme üretilmekte ve bunlar genellikle çöpe atılmamakta. Bunlarda okyanuslarda, toprakta birikmekte. Okyanuslarda yaklaşık 5,25 trilyon plastik parçacığının olduğu tahmin ediliyor. 
    • Mikroplastiklerin taşıdığı organik kirleticiler arasında dekabromodifenil eter (BDE-209) ve bisfenol A(BPA) yer almakta.
    • Mikroplastikler çeşitli zararlı maddeler için adsorban görevi görür ve taşıyıcı olarak kabul edilebilir. Ağır metaller (Al, Cd, Co, Cr, Cu, Hg, Mn ve Pb), polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH'lar),  poliklorlu bifeniller (PCB'ler), pestisitler ve kalıcı organik kirleticiler (KOK'lar) gibi ekosistem için kirletici maddleri taşırlar. Besin zincirinde biyolojik birikime ve ekosistem ve canlılara çok sayıda zararlı etkiye neden olmakta. 
    • İnsan vücudu plastiği sindiremiyor. 130 µm'nin altındaki parçacıklar insan dokusunda birikebilir. Mikroplastiklerin ve taşıdıkları toksinler, katkı maddeleri ve mikroorganizmalar biyolojik zararları dışıjnda kanserojen aktiviteye sahiptir.

Kozmetik ürünlerde mikroplastikler, ürünlerin üretimi ve kullanımı sırasında su ile durulanması, plastik ambalaj atıklarının parçalanması ile atık olarak ortaya çıkan mikroplastikler arıtılamadığı için kanalizasyona, yer altı sularına ve denizlere, okyanuslara karışmakta. Bu mikropartiküller, deniz hayvanları, plankton ve diğer canlılar tarafından kolayca tüketilir ve deniz ekosisteminin tüm besin zincirini olumsuz yönde etkilemektedir. Bunların tüketilmesi ve solunması, mikroplastiklerin insan vücuduna alınmasına neden olmaktadır. 2019 yılında yapılan bir değerlendirmede, Amerikalıların %15'inde bir kişinin günlük beslenmesine bağlı olarak yılda vücutlarına 39.000 ila 52.000 mikroplastik parçacığın girdiği, plastik şişelerden su içildiğinde bu değerlere yıllık 90.000 mikroplastik parçacığın eklendiği saptanmıştır (çeşme suyunda bu oran yıllık 4.000 mikroplastik parçacığına düşmektedir). 2021 yılında Malezya'da kolektomi yapılan hastalarda kalın bağırsak duvarında doku örneklerinde ortalama 331 mikroplastik saptanmıştır. 2020 yılında yapılan çalışmalarda mikroplastiklerin hücrelerde sitotoksisiteye, oksidatif strese neden oldukları ve buna bağlı olarak obezite, kısırlık ve kronik hastalık risklerinde artış, inflamasyon, kanser, nörodejeneratif ve bağışıklık sistemi hastalıkları ile mikroplastikler arasında ilişki gösterilmeye çalışılmıştır. Ancak insanlarda mikroplastiklerin varlığı doğrulanmasına rağmen, uzun süreli mikroplastiklere maruz kalma ile toksisite arasında ilişkiye dönük çalışmalar halen yetersizdir.

Plastik/mikroplastiklerin çevresel açıdan biyobozunmaya karşı yüksek dirençleri, geri dönüştürülebilir oranlarının çok düşük olması ve iyi adsorpsiyon özellikleri pek de uygun olmayan bazı özellikleridir. Ayrıca, kalıcı organik maddeleri adsorbe edebilmeleri, yapılarında ağır metaller ve mikroorganizmaları biriktirebilmeleri, kendi mikroekolojik çevrelerini oluşturmaları çok daha büyük bir endişe yaratmaktadır. Kirleticilerin (KOK'lar) birikmesi ve bunların biyolojik olarak parçalanabilirliğinin düşük olması riski artırır. Özellikle bu parçacıklar, deniz sisteminde neredeyse geri döndürülemez bir dengesizliğin oluşmasına neden olur. Bu kirlilik Birleşmiş Milletler Çevre Ajansı'nın (UNEP) 2016 Raporunda; dünyada ortaya çıkan en tehlikeli altı çevresel tehdit arasında yer alan okyanuslardaki mikroplastiklerin kirliliği olarak yer almakta. Ne yazık ki sık ve yaygın kullanılan cilt bakım kozmetikleri bu kirlenmeden muaf değil. Kozmetik ürünlerden kaynaklanan problemler mikroplastiler ile sınırlı değil. Üretim süreçlerinde kullanılan petrol türevleri, ağır metaller, boyalar, yüzey aktif maddeler, deterjanlar ve diğer bileşenlerde ekosistem için önemli.  

Mikroplastikler önemli oranda petrokimyasal madde türevi içermekte. Bunun yanı sıra mikroplastiklerin; organoklorlu pestisitler, kalıcı organik kirleticiler, hormon bozucular, antibiyotikler gibi toksik organik kimyasalları ve ağır metalleri yapılarında barındırma kapasiteleri de bulunmaktadır. Ayrıca plastiklerin üretimi esnasında ağır metaller (kurşun, kadminyum, bakır), ftalatlar, Bisfenol A (BPA) gibi toksik katkı maddelerinin kullanılması, bu plastiklerden koparak oluşan parçalar aynı toksik bileşenleri içermekte. Bu plastik parçacıklar canlılara geçerken çeşitli organik ve inorganik toksik maddelerin canlılarda biyoakümülasyona neden olma potansiyelleri de bulunmakta. 

Son zamanlarda yapılan çalışmalar, nanoplastiklerin kaynaklandığı malzemeden çok daha farklı fiziko-kimyasal özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. İnsan sağlığı açısından ele alındığında, nanoplastikler/mikroplastikler beslenme/su alımı sırasında mide-bağırsak (GI) sisteminden, solunum ile akciğer ve hava yollarına, ayrıca deri bütünlüğünün bozulduğu açık yara ve deri hastalıklarından cilt yoluyla vücuda girebilmektedir. Bu sebeple, günlük olarak belli miktardaki nanoplastik ve mikroplastiklere kronik şekilde maruz kalınabileceği açıkça görülmektedir; ancak bunun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri çalışılmakla birlikte henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Gıdalarda veya besin zincirinde bulunabilecek mikroplastik kirliliğinin aşırı yüksek seviyelere ulaşmadıkça insan dokularında ciddi bir toksisiteye neden olması muhtemel değildir. Ancak bilim insanları bunun tamamen imkansız olmadığını vurgulamaktadır. Sorunlu bir bağırsak, geçirgen bir beyin bariyeri ve kontamine olmuş gıdalara ve havaya kronik maruziyet gibi şartlar potansiyel oluşturabilir. Plastik mikropartiküllere maruz kalınması durumunda, insanlar üzerindeki potansiyel zararlı etkileri kromozomlarda değişikliklere neden olabilir ve infertilite, obezite ve kansere yol açabilir. Bunların solunması veya yutulması halinde bir bağışıklık tepkisi başlatarak parçacık toksisitesine sebep olabileceği ve birikebileceği görülmektedir. Vücuda giren plastik parçacıkların özellikle hassas bireylerde ne tür bir sağlık problemine sebep olduğu konusu hala belirsiz olmakla birlikte, bilim insanları bu tip parçacıkların parçacık toksisitesine (enflamatuvar, organ hasarı), kimyasal madde toksisitesine (ftalatlar, Bisfenol A, hormon bozucu, üreme ve nörogelişimsel etkiler ve kanser) veya patojen toksisitesine (viral, bakteriyel hastalıklar) sebep olabileceğini bildirmektedir. 

mikroplastikler_ekosistem_cevresel_tehlike_insan_sagligi.jpg

2015 yılında Avrupa Kozmetik Kişisel Bakım Endüstrisi Ticaret Birliği, üyelerine 2020 yılına kadar sentetik, katı plastik parçacıkların (mikroküreler) kullanımını durdurmalarını tavsiye etti. Sonrasında yaptırdığı araştırmalarda kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde plastik mikrokürelerin kullanımında %82 oranında hızlı ve önemli bir azalma olduğunu yayınladı. 2017 yılında UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı), hükümetleri, özel sektörü ve kamu sektörünü, kozmetiklerdeki mikroplastikler ve aşırı tek kullanımlık plastik kullanımından kaynaklanan deniz çöpünün ana kaynaklarını ortadan kaldırmak amacıyla 2022 yılına kadar sürecek “Temiz Denizler” kampanyasını başlattı. Kişisel bakım ürünlerinde bulunan plastik malzemelerin zararları ve bunların kullanımından kaynaklanan sonuçların azaltılmasına yönelik yapılabilecek değişiklikler konusunda tüketicilerde farkındalık yaratmayı hedefliyordu.

Biz tüketicilere düşen en önemli sorumluluk, aldığımız ürünlerde, özellikle cilt bakım ve kozmetik ürünlerinde, ürün içeriklerinin yazılı olduğu etiketlerin mikroplastiklerin varlığı konusunda kontrol edilmesidir. Bu kontroller, güvenilen bilindik markalar, doğal içerikli ve doğa ile dost sınıflanan ürünler için bile yapılmalıdır. Cilt bakım ve kozmetik ürünlerin bilinçli ve dikkatli seçilmesi, sağlığımıza ve ekosisteme zararlı maddeler içermeyen ürünlerin tercih edilmesi açısından önemlidir. Bakım ürünlerinin üzerinde ürün içerikleri tam olarak listelenmiş olmalıdır. Ürün etiketlerinde standart olarak INCI (Uluslararası Kozmetik İçerik Maddeleri İsimlendirmesi) yer almalı, bunun içeriğinde ürünün bileşenlerinin konsantrasyonları azalan sıralama ile standart kodlama ile listelenmiş olmalıdır.

INCI kodları 1 Ocak 1997'de Avrupa Komisyonu tarafından tanıtılmış ve 8 Mayıs 2019'da güncellenmiştir. 'Tüketicinin daha fazla korunmasını sağlama hedefi' taşıyan bu ortak isimlendirme, dünyanın herhangi bir yerinde üye bir devlette aynı adı taşıyan maddelerin tanımlanmasını mümkün kılar ve tüketicilerin satın aldıkları ürünlerin bileşimini bilmelerine, kendilerine tavsiye edilen ya da kullanmamaları gereken bazı içerikleri, kimyasalları tanımlamalarına olanak tanır. Cilt bakım ürünleri içeriğinde yasaklanmayan ancak tavsiye edilmeyen içerikler; Sodyum Lauril Sülfat (SLS) ve Sodyum Laureth Sülfat (SLES), Poli Etilen Glikol-PEG, silikonlar, parabenler, petrolatlar, alüminyum tuzları ve Plastik polimerlerdir.

INCI ürün içerik maddelerini adlandırmak için kullanılan bir dili vardır.

  • Ürün formülasyonunda saf maddeler, Latince adı korunarak listelenir. Ürün içeriğindeki bitkisel ve doğal içerikler için de geçerlidir. İsmin yanında yıldız işareti (*) varsa, bu içeriğin organik tarımdan geldiği anlamına gelir.Latince ad sonrası kullanılan parçanın adı (meyve, kök veya yaprak) ve ürünün türü (yağ veya ekstrakt) gelir.
  • Sentetik kimyasal maddeler İngilizce olarak yazılır.
  • Ürün içeriğindeki boya-pigment-kromofor, "color index" yani renk endeksi kısaltması olan CI ile başlayan 5 basamaktan oluşan bir sayısal seri ile ifade edilmektedir. Bunlar sayılarla 4 gruba ayrılmaktadır: CI 10.000-74.999: sentetik organik boyalar, CI 75.000-75.999: doğal organik boyalar, CI 76.000-76.999: oksidasyon bazları ve nitro boyaları, CI 77.000-77.999: inorganik pigmentler.
  • Koku verici ve tat verici bileşikler ile bunların hammaddeleri “parfüm” ve “aroma” terimleriyle belirtilmelidir. 

Bir kozmetik ürünün doğal içeriğe sahip olmasını isteriz. Ancak bir ürün ne kadar doğal ve katkısızsa, istenmeyen kimyasal dönüşümlere maruz kalır, kararsız olur, kolayca bozulur ve ürün içeriğinde bakteri, küf ve sporlar kolayca çoğalabilir. Doğal bir içeriği saflaştırmak, koyulaştırmak, emülsifiye etmek ve korumak için sentetik maddeler gereklidir. Bu ön bilgi, sentetik içeriklerin ürün içeriğinde yer alması için zorunlu gibi durmaktadır. Ancak alternatif olarak kullanılabilecek eko-sürdürülebilir ve biyolojik olarak parçalanabilen sentetik moleküllerin kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle uzun süreden beri "Biyoplastikler" geliştirilmiştir. Bunlar plastik ailesinin küçük bir bölümünü temsil etmektedir. Tüm yenilenebilir kökenli plastikleri, biyolojik olarak parçalanabilen ve kompostlaştırılabilen plastikleri ifade etmektedir. Avrupa Komisyonu biyoplastikleri; biyokütleden türetilebilen ve biyolojik olarak parçalanamayan biyoplastikler (örneğin: biyo-PE, biyo-PP, biyo-PET), biyokütleden üretilmeyen ancak biyolojik olarak parçalanabilen (örneğin: PBAT, PCL, PBS) ve biyokütleden üretilen ve biyolojik olarak parçalanabilen (örneğin: PLA, PHA, PHB, nişasta bazlı plastikler) olarak sınıflandırmaktadır.

Kozmetik ve cilt bakımında eksfoliatif olarak kullanılan mikropartiküller yerine doğal ürünlerin kullanımının yaygınlaştığıını görmekteyiz; ponza tozları, hindistan cevizi, badem, şeftali çekirdek tozları, yulaf unu, deniz tuzu, granüle şeker gibi. Ancak bunların deride iritasyon, inflmasayon, derinin erken yaşlanması gibi riskleri olduğu gösterilmiştir. Eksfoliatif olarak biyolojik olarak doğada çözünebilen organik kaynaklı kitin, selilöz bazlı mikrokürecikler, biyolojik plastiklerde-biyopolimerler kullanılmakta. 

Biyopolimerler, bitki, biyokütle, selüloz hatta mikroorganizmalar gibi kaynaklardan elde edilen polimer türevleridir. Biyolojik olarak tam yıkımları ve yenilebilir karbon kaynakları arasında yer almaları nedeni ile petrol kaynaklı plastiklerin yerini almaya adaylar. Ancak endüstriyel kullanımları için elde edilme maliyeteleri günümüzde halen çok yüksek. Biyopolimerlerin geliştirilmesi ve plastikte kullanılan polimerlerin yerine kullanılmasında yolun çok başındayız. Yıllık 335 milyon ton plastik üretimide biyopolimerler henüz bu üretimin %1 ni oluşturmakta.

  • Polilaktik asit (PLA), şekerin fermantasyonu yoluyla laktik asitten (LA) elde edilen bir poliesterdir. Biyopolimer olarak kullanılan PLA, biyolojik olarak parçalanabilir, biyouyumludur, toksik değildir ve yüksek mekanik direnç özelliği ile endüstride iyi bir maliyet-fayda oranına sahiptir. Gıda ambalajı, doku mühendisliği, kozmetik ve ilaç alanlarında geniş çapta kullanım alanı bulmuştur. PLA, parçalanabilen bir polimer olarak bilinir; güneş ışığında ve 6 ay ila 1 yıl içinde tamamen bozulduğuna dair kayıtlar mevcuttur. Dezavantajı, sıcaklığa karşı direncinin düşük olmasıdır (PLA 60 °C'de yumuşar), bu da uygulanabilirliğini kısıtlamaktadır. Isıya dayanıklı polimerlerle kopolimerizasyon, bu sorunun çözülmesine yardımcı olabilir.
  • Yaygın olarak kullanılan diğer bir biyopolimer ise polibütilen süksinat (PBS) olup, süksinik asit (SA) ve bütandiolün yoğunlaşma polimerizasyonu ile elde edilmektedir. SA, anaerobik, aerobik veya fakültatif mikroorganizmaların metabolizasyonunun son ürünüdür. Ancak endüstriyel olarak petrol ürünlerine göre PBS elde edilmesinin ekonomik açıdan rekabetçi bir alternatif olmadığını göstermektedir.
  • Bitkisel kaynaklı nişastalar diğer bir biyopolimerdir. Nişastalar içerisinde amiloz ve amilopektin bulunmaktadır. Yüksek oranda amiloz içeren ürünler, katıldığı kozmetik ürünlerin suda çözünebilirlik dirençlerini artırdığı gibi, ürünün film oluşturma direncini de artırmaktadır. Bu amaçla kullanılan bitkisel nişasta kaynakları olarak patates, mısır, pirinç ve buğdayı görmekteyiz. Bunlar, canlılar ve ekosistem üzerinde yüksek biyouyum, düşük toksisite ve yüksek biyobozunurluk göstermektedir. Nişastalar, endüstriyel kullanımlarında sitrik asit, sorbitol, gliserol gibi plastizerler ile kombine kullanılmaktadır.

Kozmetiklerde son yıllarda doğal koruyucular kullanılmakta; kekik, zerdeçal, yeşil çay ve biberiyeden elde edilen metabolitlerin antifungal ve antibakteriyal özellikleri bulunmakta.

Bitkisel kaynaklı esansiyel yağlar antioksidan, antimikrobiyal ve antiinflamatuar özellikleri ile son yıllarda kozmetiklerin içeriğinde petrol kaynaklı içerikler yerine daha fazla yer almakta; monoterpenler, diterpenler, seskiterpenler, fenilpropanaoidler ve fenolikler gibi. Bunlar kozmetiklerde koruyucu, antioksidan, koku amaçlı petrol türevleri yerine kullanılmakta.

Son yıllarda kozmetik içeriklerinde petrol ürünleri yerine mikrolagleri görmekteyiz. Mikroalgler ürün içeriklerinde boya, emülsiyon stabilizatörü, köpük ve ürün kalınlaştırıcı olarak kullanılmakta.

Günümüzde insanlar için plastik, nanoplastik ve mikroplastiklerin kirliliğine bağlı olarak yaygın bir risk gözlemlenmekte; plastik tüketimine bu hızla devam edilirse, bu kirliliğin uzun vadede ciddi risk oluşturması söz konusu olabilecektir. Bu sebeple, başta tek kullanımlık plastikler (plastik bardak, tabak, çatal, kaşık, pipet ve benzeri yeme içme gereçleri; hastanelerde kullanılan PP önlük, maske, bone, örtü, perde) ile sentetik tekstil ürünleri olmak üzere, plastik kullanımının en azından hassas kişiler ve ortamlar (hastaneler, anasınıfları, tekstil fabrikaları) açısından gözden geçirilmesi, alınacak tedbirlerle bu ortamlardaki bireyler açısından risk değerlendirme ve iyileştirme çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Alınacak yasal tedbir ve düzenlemelerle de plastiklerin kullanılması neticesinde oluşan atıkların çevreye kontrolsüzce dağılmasının önlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, çok kullanımlık plastik ürünlerin yanı sıra özellikle tek kullanımlık plastiklerin kullanımı, kalabalık şehirlerdeki insanlar için ne kadar pratik olsa da, oluşan çöplerdeki plastikler zamanla küçük parçalara ayrılarak kanalizasyonları, tatlı suları, denizleri ve okyanusları dolaşacak ve tekrar insanların karşısına gelebilecektir. Bu yüzden, insanların sürekli tüketiminde olan gıdalarda kullanılan malzemelerin de gizli bir mikroplastik taşıyıp taşımadığı konusunun detaylıca araştırılması gerekli görülmektedir. Bu sebeplerden dolayı, tüm çevresel ortamlardaki plastik ve parçalanma ürünlerinin kaynakları, miktarları, dağılımları ve akıbeti ile diğer canlılar ve insanlar açısından özellikle hassas alıcılarla yakından ilgili olabilecek maruziyet kaynakları, oranları, maruziyetin tipi ve olası sağlık risklerinin araştırılması ve çözüm tedbirlerinin alınması önem arz etmektedir. Bu nedenle, mevcut döngüsel bir ekonomi modeli olan “al-yap-tüket-at” ilkesinin ekosistemin sürüdürülebilir sağlığı için yaşam biçimimizi değiştirmemiz gereklidir. Doğal dünyamızda  hammadelerin ve suyun korunması, biyolojik çeşitlliğin sonraki nesiller için korunması gerekmekte

Türkiye Avrupa Komisyonu tarafından 25 Eylül 2023 tarihinde çevre ve insan sağlığının korunması amacıyla ürünlere kasıtlı olarak eklenen mikroplastiklerin kısıtlanmasına yönelik tedbirler kabul edilmiştir. Yeni tedbirler ile kasıtlı olarak eklenen mikroplastikler ve mikroplastik salınımına neden olan ürünlerin satışı yasaklanmıştır. Yasaklanacak ürünler arasında; mikroplastik salınımının en büyük kaynağı olan yapay spor yüzeylerinde kullanılan granüler dolgu malzemeleri, mikroboncuk içeren kozmetikler, mikroplastik kullanılan deterjanlar, yumuşatıcılar, simler, gübreler, bitki koruma ürünleri, oyuncaklar, ilaçlar ve tıbbi cihazlar bulunmaktadır. Ancak sanayi bölgelerinde kullanılan ve kullanımı sırasında mikroplastik salmayan ürünler veya halihazırda diğer AB mevzuatları tarafından düzenlenen (tıbbi ürünler, gıda ve yem gibi) ürünler satış yasağının dışında tutulmakta ve tahmini mikroplastik emisyonlarının her yıl Avrupa Kimyasallar Ajansı’na (AKA) raporlamaları istenmektedir. Ancak üretim ve satışta 4-12 yıla kadar uzun bir geçiş döneminden bahsedilmektedir. 2023 tedbirleri ile ürün mikroplastik içeriği ise "Bu ürün mikroplastik içerir” İbaresinin eklenme zorunluluğu getirilmiştir.


Adres: Esentepe Mah. Cevizli D 100 Güney Yanyol Lapishan 25/2 Soğanlık, Kartal / İSTANBUL
GSM: 0532 624 21 27
Bu sitedeki bilgiler doktor ya da eczacıya danışmanın yerine geçmez. Sitedeki bilgi, yorum ve görüntüler kişileri bilgilendirme amaçlı olup, tanı ve tedaviye yönlendirme amaçlı değildir.



© 2020 Hakan Buzoğlu. All Rights Reserved.
ByFlash Web Agency