- Gösterim: 14709
Son yıllarda, beslenme düzenimizden kullanılan cilt bakım ürünlerine kadar hızla artan içeriklerde sık duymaya başladığımız yeni tanımlar; probiyotikler, prebiyotikler, simbiyotikler.
Probiyotikler
Probiyotik; “Pro” ve “biota” olmak üzere iki kısımdan oluşan bu terim “for life; yaşam için” anlamına gelmekte ve antibiyotik teriminin anlamca karşıtıdır. Probiyotikler, insan sağlığı için olumlu etkileri olan bakteriler için kullanılmakta ve ilk defa yılında, Nobel ödüllü Rus araştırmacı Elie Metchnikoff tarafından ortaya atılmıştır. Metchnikoff, Bulgar köylülerinin uzun yaşam süreleri ile bol miktarda yoğurt tüketmelerini ilişkilendirmiş ve yoğurt içerisindeki canlı bakterileri incelemiş ve bunlara "Lactobacillus bulgaricus" adını vermiştir.
İnsan vücudunun yaklaşık dış yüzeyi deri ve iç yüzeyi (ağız içinden bağırsaklara, akciğer hava yollarına kadar...) mukozal yüzey ile kaplıdır. Bu yüzeylerde yaklaşık olarak mikroorganizma bulunmakta; bunlar mikrobiyota olarak tanımlanmaktadır. Her organın kendi mikrobiyotasının özellikleri birbirinden farklılıklar göstermektedir. Bu mikrobiyota, zararlı ajanlara (patojen mikroorganizma, kimyasal ajanlar) ve antijenlere karşı doğal vücut savunma sisteminin bir parçasıdır.
Probiyotik mikroorganizmalar; patojen ve toksijenik olmama, insan kaynaklı olma, mide asidi ve safraya dirençli olma, deri hücrelerine ve bağırsak hücre epiteline tutunabilme, deri ve sindirim sisteminde geçici olarak kolonize olabilme, doğal floraya adapte olabilme, antimikrobiyal özellikte salgı yapabilme ve konakçının sağlığına olumlu katkı yapabilme gibi özelliklere sahip olmalıdır. Bu özellikleri probiyotikler, deri ve sindirim sisteminde patojen mikroorganizmaları inhibe edilmesi veya ortadan kaldırması ile gerçekleştirmektedir. Bunu; laktik asit üreterek lümenin pH’sını düşürmek, antimikrobiyal mikrosin, hidrojen peroksit ve serbest radikaller üretmek, reseptörlere tutunarak ve besin kaynakları için rekabet etmek, koruyucu müsin oluşumunu uyarmak, sekretuar yapımını uyarmak gibi mekanizmalar ile yapmaktadır.
Probiyotik mikroorganizmalar, patojen olmayan mikroorganizmalar olup; Laktobasiller, Bifidobakteriler ve Enterokoklar gibi alt grupları bulunmaktadır (bunlar deri ve insan sindirim sisteminde doğal olarak bulunmaktadır). Ancak son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda probiyotik bazı mikroorganizmaların (Lactobacillus rhamnosus, Lactobacillus paracasei gibi) potansiyel patojeniteleri tespit edilmiştir. Bu nedenle ürün uygulamalarında kullanılacak probiyotik mikroorganizmalar titizlikle değerlendirilmeli ve seçilmelidir. Kullanılan preparatın içindeki mikroorganizmaların güvenirliği kanıtlanmış, bilinen suşlar olup olmadığı dikkatlice gözden geçirilmelidir.
Probiyotiklerin raf ömrü haftadır. Kurutulmuş formlarında ay içinde probiyotik miktarı azalmakta, bu da kullanılan bakteri düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Etkinliklerini metabolize ve kolonize olarak gösterdiklerinden günlük tüketimleri önerilmektedir. Önerilen günlük doz, erişkinlerde bir milyar ile on milyar **“colony forming unit” ()'**dür.
Prebiyotikler
Prebiyotikler ise kalın bağırsaklarda bir veya daha fazla bakterinin üremesini ve/veya aktivitesini teşvik ederek faydalı olan, sindirilemeyen gıda içerikleri olarak tanımlanır. Şu ana kadar belirlenmiş prebiyotikler olarak sindirilemeyen karbonhidratlar ve laktuloz, inülin ve bir dizi oligosakkaritler bulunmaktadır. Bazı nişastaların sindirimden kaçarak kalın bağırsakta prebiyotik kaynakları olarak kullanıldıkları gösterilmiştir. Bir besin bileşeninin prebiyotik özellik taşıyabilmesi için sindirime dirençli olması, kalın bağırsaktaki probiyotikler tarafından hidrolize edilmesi, bir veya kısıtlı sayıda olmak üzere daha çok bakterinin çoğalmasını uyarması, insan sağlığı üzerinde olumlu etkilerinin olması gerekmektedir.
İnülin, oligofruktoz, gluko-oligosakkarit ve galaktooligosakkaritlerin prebiyotik olarak kullanımını görmekteyiz (henüz insanlarda kullanımı ile ilgili genellemeler yok). Doğal besin kaynakları ile bunlar alınabilir (Bir porsiyon pırasa yemeği, bir küçük boy muz, bir küçük boy soğan ve sarımsak günlük prebiyotik gereksinimini karşılamaktadır) (İnanç ve ark., 2005). İnülin ve oligofruktoz yüzyıllar boyu hiçbir yan etki göstermeksizin bir besin bileşeni olarak kullanılmaktadır.
Simbiyotikler ve Bağırsak-Beyin-Deri Aksı
Simbiyotik kavramı ise probiyotikler ve prebiyotiklerin birlikte kullanılmasıdır.
yılında Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-), probiyotikleri tanımlamıştır. Buna göre probiyotiklerin sindirim sisteminde var olanları dış patojen mikroorganizmalara karşı bizi korudukları gibi immün sistem üzerinden genel vücut savunma sistemini düzenledikleri ifade edilmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının değişimi inflamatuar hastalıklar ve otoimmün hastalıklara neden olabilmektedir. Bu değişimin birçok cilt hastalığı ile birliktelikleri açıklanmıştır. Bunların arasında atopik dermatit, akne, sedef hastalığı () ve melasma ilk akla gelenlerdir. Bu ilişki, embriyonal gelişim sırasında ektoderm kökenli olan ve peptitler salgılayan sistemin; deri, beyin ve bağırsak sistemi, ilişkili oldukları düşünülmüştür. Bu sistem ve birbirleri üzerindeki etkileri “bağırsak-beyin-deri aksı” () olarak tanımlanmaktadır. Hatta son yıllarda bu aks, cilt yenileme yaklaşımlarında dahi kullanılmaktadır.
Dermatolojik Problemlerde Probiyotik, Prebiyotik ve Simbiyotik Kullanımı
Atopik Dermatitiste () Kullanım
'de deri yüzeyinde patojen bakterilerin (özellikle Staphylococcus aureus gibi) kolonizasyonu ile derinin bariyer fonksiyonunun bozulduğu ve dermatit klinik belirtilerinin alevlendiği bilinmektedir. Bu nedenle deri yüzeyinde mikroorganizmaların yeniden kolonizasyonu yönünde tedaviler 'de pratik olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesi ile kliniğinin düzenlenmesi arasındaki ilişki, alternatif tedavi seçeneklerini geliştirmiştir. Bu amaçla özellikle çocuk hastalarında probiyotiklerin kullanımı gündeme gelmiştir (probiyotiklerin etkin dozları, uygulama zamanları, kullanım süreleri kesin olmamakla birlikte). ay üstündeki 'li çocuklarda "Lactobacillus plantarum" ve "Lactobacillus fermentum" probiyotik olarak kullanılmaktadır.
Akne Tedavisinde Kullanım
Akne gelişiminde artmış sebum yapımı, pilosebase kanal hücrelerinin hiperkeratinizasyonu, deride propiyonebakteriyum akne () bakterilerinin kolonizasyonu ve inflamasyon sitokinleri sorumlu olduğu için tedavilerde bu nedenler hedef alınmaktadır. Cildin uygun ürünler ile temizlenerek 'in kolonizasyonunun azaltılması, yüksek kalorili beslenmenin kesilmesi ve süt ürünlerinden uzak kalınmasına dönük diyetler zaten kullanılmaktadır. Ancak tedavilere destek amaçlı probiyotiklerin kullanımı yeni önerilerdir. Erişkinlerde aknede Lactobacillus rhamnosus içeren probiyotiklerin kullanımı ile destek tedavilerinde etkin sonuçlar gözlenmiş ancak sonuçlar çok net değildir. Probiyotiklerin sistemik kullanımı dışında topikal kullanımı çalışmaları da bulunmaktadır. Bunlar laktobasil, "Streptococcus salivarius" ve "Streptococcus thermophiles" içeren topikaller ile yapılmıştır.
Sedef Hastalığında () Kullanım
Sedef hastalığında bağırsak mikrobiyotası üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bağırsak-deri aksı üzerinde en geçerli bulgular sedef hastalığında gösterilmiştir. Simbiyotik bakteriler olan Lactobacillus spp., Bifidobacterium spp., Faecalibacterium prausnitzii bu ilişkide olumlu mikroorganizmalar ile değerlendirilirken Escherichia coli, Salmonella sp., Helicobacter sp., Campylobacter sp., Mycobacterium sp. ve Alcaligenes sp. sedef gelişiminde suçlanmaktadır. Bu düşünceler ile sedef hastalığında probiyotikler sistemik olarak kullanılmıştır. Bu amaçla Lactobacillus pentosus, Bifidobacterium infantis, Lactobacillus sporogens sistemik olarak olumlu sonuçları ile sedef hastalığında kullanılmıştır.
Rozasea (Gül Hastalığı) Tedavisinde Kullanım
İnflamatuar bağırsak hastalıkları ile rozasea birlikteliği, bağırsak mikroorganizmaları ve bunların ürünlerinin rozasea kliniğini alevlendirmesi gibi bulgular, dikkatleri bağırsak mikrobiyotasına odaklandırmaktadır. Rozasea hastalarında ince bağırsaklarda mikroorganizma kolonizasyonu normalden yüksek bulunmuştur (small intestinal bacterial overgrowth; ). Bu hastalarda 'nun düzenlenmesi ile rozasea kliniği de düzelmektedir. Sistemik olarak probiyotiklerin kullanımı (Bifidobacterium breve ve Lactobacillus salivarius) deri ve hatta rozasea kaynaklı göz belirtilerini önemli düzeyde azaltmaktadır. Rozasea'da fiber ağırlıklı prebiyotikler eklenerek diyetler de önerilmektedir.
Foto Yaşlanma ve Melasma
Foto yaşlanmada sorumlu olan güneş ve yapay ışık kaynaklı 'ye karşı korunmada probiyotiklerden laktobasiller kullanılmıştır. Lactobacillus johnsonii, özellikle karotenler ile birlikte sistemik kullanımında 'ye karşı koruma sağladığı gösterilmiştir. Bifidobacterium breve, Lactobacillus acidophilus foto yaşlanmada hasarına karşı kullanılmıştır. Benzer bir çalışma sistemik olarak melasmalı hastalarda karoten, likopen ve Lactobacillus johnsonii probiyotikleri ile yapılmıştır. Çalışmalar devam etmektedir.
Anti-Aging Amaçlı Kullanım
Derinin normal değeri ile civarında hafif asidiktir. Bu, deride patojen mikroorganizmaların çoğalmasına karşı doğal bir bariyer oluştururken, enzimlerin aktivitesinin düzenlenmesine ve doğal neminin devamının sağlanmasına da yardımcı olmaktadır. Ancak yaşlanma sürecinde, özellikle yaşından sonra deri 'ı anlamlı düzeyde artmakta, bu da proteaz enzimlerinin aktivitesine neden olmaktadır. Probiyotiklerin bu yaş döneminde sistemik kullanımı asidik molekülleri artırmakta, deri 'ını düşürmekte ve proteaz aktivitesini normalleştirmektedir. Bu amaçla Lactobacillus plantarum probiyotikler sistemik olarak kullanılmış; deride nem oranında anlamlı yükselme, hatta derin kırışıklıklarda düzelme ve derinin canlılığında artışlar gözlenmiştir.
Probiyotikler, prebiyotikler ve simbiyotikler ile dermatolojik problemlerde kullanım sonuçları, bunların tamamlayıcı tedaviler olarak kabul edilmesi yönündedir. Yani konvansiyonel tedaviler ile birlikte kullanılmalıdır.